Yolun açık olsun kaptan kral!
Ünlü Türk Denizcisi Sadun Boro'nun vefatının üzerinden bugün tam iki yıl geçti. Ali Sinan Mutlu, Sadun Boro'yu işte böyle anlattı...
Ali Sinan Mutlu / Vira Deniz Kültürü Dergisi
Senden önce sularımızda, bir korsanımız Turgut Reis vardı, bir de balıkçımız Cevat Şakir. Biri bize denizlerde dans eder gibi yol almayı, diğeri ise; bir uygarlığı, denizlerin sonsuzluğunda büyütmeyi öğretti. Denizlerin aşılabilir, denizlerin yaşanılabilir, denizlerin hayalperest bir maceranın sahnesi olabileceğini de senden öğrendik Sadun Boro. Senden öğrendik bir aşka kendimizi adamayı ve her şeyin mümkün olabildiğini. Yedi denizlerin azılı denizcisi, kaptan kralı, ardından bıraktığın rüzgar, ufkumuzun yelkenlerini şişirecek kadar çok, denizlerimiz artık hüzünlü…
İstanbul/Erenköy’de 1928 kışında başlayan yaşamı, Caddebostan ve Marmara kıyılarında sandallarla devam etti. Lise yıllarında ilk yelkenli teknesini edinmesiyle deniz onda büyük bir tutkuya dönüştü.
Sümerbank adına, İngiltere’nin Manchester kentinde tamamladığı tekstil mühendisliği öğreniminin hemen ardından, 1952’de, İngiliz bir arkadaşıyla birlikte, ‘’Ling’’ adındaki 11 metrelik tekneyle Atlantik Denizi’ni aşıp İngiltere’den Karayip Adaları’na ulaştılar. Bu gezinin anıları Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildi ve 2004 senesinde “Bir Hayalin Peşinde” isimli kitaba dönüştü. 1963 yılında dönemin ünlü tekne ustası Athar Beşpınar’ın Salacak’taki kızağına konan 10,5 metrelik efsane teknesi “Kısmet”, “Ketch” armasıyla denizlerle buluştuğunda, uzun zamandır hayali kurulan ve hazırlanılan seyahat için her şey tamamlanmıştı. İlk kez bir Türk denizci tarafından gerçekleştirilecek olan bu dünya seyahati için Hürriyet Gazetesi sponsor oldu. 1965 yılında başlayıp 1968 yılında son bulan üç yıllık serüvenin bütün anıları gazetede yayınlandı ve sonraki yıllarda “Pupa Yelken” adlı ünlü eserine dönüştü.
Alman asıllı eşi Oda Boro ve Kanarya Adaları’nda mürettebata dâhil olan meşhur kedileri Miço ile yurda dönerken, Büyükçekmece açıklarında onları bekleyen teknelerin sevinçli karşılaması, Dolmabahçe’ye gelindiğinde binlerce insanın eşlik ettiği bir bayram havasına büründü. Daha sonraki yıllarda kızları Deniz’le birlikte, 1977 yılında, Amerika’nın doğu sahillerini ve Karayip Adaları’nı iki yıl boyunca dolaştılar. 1980 yılında ailesiyle birlikte Bodrum’a yerleşen Sadun Boro, kendini Güney Ege sahillerinin korunması ve çevre bilincinin geliştirilmesine adadı.
Sadun Boro’nun tabiriyle “Yakamozdan duvağını peşinden eksik etmeyen” Kısmet yelkenlisi, denize gönül vermiş insanlarımızın “Savaronası’ydı” artık. En son yolculuğunu Bodrum Limanı’ndan, İstanbul’un Kalamış Limanı’na yapan Kısmet, 2010 yılından bu yana, dünya turunu tamamlamış bir diğer denizcimiz olan Rahmi Koç’un müzesine bağışlandı. İçerisinde, Boro’nun dünya seyahatinden kaydettiği ses kayıtları, dünyanın çeşitli yerlerinden ilginç objeler ve fotoğraflar bulunuyor.
Sadun Boro, “Kısmet”ten sonraki yıllarını ise “Son Bahar” adını verdiği İngiliz yapımı bir katamaranda geçirdi. Yüzey alanının geniş olması, deniz yorgunu bedenini rahat ettirmişti.
Sadun Boro devrimi
Sadun Boro’nun dünya seyahati, Türk denizcilik tarihinin dönüm noktasıdır denilebilir. Onun ardından, kentlerimizdeki denizcilik ve yelken kulüpleri çoğalıp gelişmiş, denizciliğin önündeki basit bürokratik engeller kaldırılmış, mevzuat yeniden düzenlenmiş, deniz kültürüyle ilgili görsel ve yazılı yayınlar çıkmaya başlamış, üretilen ve kullanılan tekne sayısı artmıştır. Denizcilik hakkında sayısız konferans, makale ve kitap yayınlayan Boro’nun, “Vira Demir” adıyla yayınlanan eseri, kıyı coğrafyası alanında İstanbul’dan Antalya’ya kadar eşsiz bir rehber kitap niteliğindedir.
“Gracias a la vida”
Sadun Boro, en çok, uzun seyirleri, çok uzak denizleri ve okyanus geçişlerini özlediğini söylermiş. Seyahat notlarında, “Şu deniz öyle haşin bir sevgilidir ki, bir an ihmal ve hürmette kusur ettin mi, hemen şamarını suratında bulur insan” diye yazıyor.
Bütün okyanuslarda dolanan usta, yeryüzünde en sevdiği yerin, her sene teknesini sekiz numaralı çam ağacına bağladığı Okluk Koyu olduğunu söylüyormuş. Nisan döneminde “Gökova – Kaş” hattını dolaşan Boro, ortalık biraz kalabalıklaşınca Kuzey Ege’ye yelken basar, sonra tekrar Okluk Koyu’nda çam ağacına bağlanmak için dönermiş. O kadar çok seviyormuş ki koyu, heykeltıraş Tankut Öktem’e, boynunda nazar boncuğu bulunan bir denizkızı heykeli yaptırıp koyun ortasına koydurmuş. İngiliz Limanı’na motorla yaklaşık, 10 dakika mesafede bulunan heykelin kaidesine de şu sözleri yazdırmış:
“Bu denizkızı, düşlerini süsleyen cennete erişebilmek için, nice engin denizler, ufuklar aştı. Kıtalar, adalar, koylar dolaştı. Ta ki, Gökova’ya ulaşana kadar.”
Dostları ondan; kahkahası büyük, sohbeti bilge, gönül ehli, sofrası bereketli diye bahsederler. Masasından iki duble rakı, ince puro, ahtapot salatası ve yahnisi hiç eksik olmazmış derler. Porsun ambarında bergamut reçelinden, otlu çöreklere kadar her tür lezzeti yaratmak mümkündü diye anlatırlar. Bir de, ilk kadehinin ardından kocaman bir “HEEEYYYYYTT “ nidasını salarmış denizin üzerine, sonra da kahkahasını, büyük denizci. Sübyeli pilava ve ahtapot yahnisine bayılır, gırgırın dozu artınca birkaç duble de fazladan kaçırırmış. Her akşam ormanda bir saat yürüyüşe çıkar, “Gracias a la vida” (Teşekkürler hayat) şarkısını dinlemeden günü bitirmezmiş. Akşam vaktiyse mehtaba, sabah vaktiyse güneşe şükretmekten de geri durmazmış. Mevsim bitişlerinde, hep gittikleri balıkçı lokantasında verilen kalabalık veda partileri de pek bir meşhurmuş.
Denizciler, sanıldığı kadar zengin insanlar değildir. Sandığımızdan daha da zengindirler. Onların keseleri, milyonlarca yıldızın altındaki sayısız yakamozlarca, ardında bırakılan limanlar dolusu saadet altınlarıyla, koylarla ve ıssız fırtınalarca doldurulmuştur. Bilgelikleri; yalnız gece seyirlerinin lütfundan, ağız dolusu kahkahaları; hayat ve ölüm arasındaki okyanus geçişlerini tiye alışlarından gelir. Dışarıya açılan pencerelerinin büyük pervazları, içeriye döşenen yolların genişliğinin manasıdır. Anlam denizlerinde, büyük kavrayışların, balıkçıl kuşlarıdır onlar.
"Sen...
Sadun Boro…
Şu gök kubbede, hoş sedası baki kalan…
Yedi denizlerin azılı denizcisi, kaptan kralı…
Duygularımızın Macellan’ı…
Ruhumuzun Vespucci’si…
Bize, senin dümen suyuna yelken basmaktan başka ne kaldı?
Bıraktığın denizkızları, yüzleri güneşe dönük, yeni denizcileri selamlamakta.
Seni, 968 yılının yazında, Dolmabahçe kıyısından teknelerle İstiklal’e doğru nasıl kıvançla karşıladıysak; bu yılın yazında, en sevdiğin Okluk Koyu’ndan İngiliz Limanı’na doğru yelkenlilerle, tirhandillerle, gulet, balıkçı teknesi ve hücumbotlarla öyle sevinç ve hayranlıkla uğurladık.
Hiçbir şey ölmez, her şey yaşar…
Her seyirde söylediğin gibi;
“Rüzgârımız bol, denizimiz az ola”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.