Türkiye’ nin Uluslararası İlişkilerde Yeniden Bölgesel Lider Olması
Osmanlı; Sanayi Devrimini kaçırarak üretimi yani ekonomik gelişmeyi, Westfalia Barışı ve Fransız Devrimi ilkelerini kaçırarak siyasi gelişmeyi ıskalamış ve 18. YY a kadar bugün Dünya’nın en stratejik bölgesi olan Balkanlar-Kafkasya ve Orta-Doğu’ya hükmederken birden Avrupa’nın hasta adamı olmuş ve 20. YY’ın başında da dağılmıştır.
Aynı durum uzun süre başta kalan ilk başlarda çok başarılı olan ancak daha sonra kendini çağın dinamiklerine uyduramayıp geri kalan Medici, Habsburg, Tudor, Bourbon ve Romanov gibi Hanedanlarının da başına gelmiştir. Ülkelerini ekonomik bakımdan hızlı kalkındıramayan, çağın koşullarına ayak uyduramayan ve askeri ve siyasi bakımdan başarısız bütün hanedanlar yönetimden uzaklaştırılmışlar ve yerlerini ya yeni bir hanedan ya da Cumhuriyet rejimi almıştır.
Osmanlı Orta-Doğu, Kafkaslar ve Balkanlar’da 400 yıldan fazla lider rol oynadıktan sonra parçalanıp dağılmış, mirasçısı Türkiye ise son 100 senedir Bölge’de belirleyici değil seyirci yani başka uluslararası aktörlerin yazıp sahneye koyduğu senaryoların izleyicisi konumuna düşürülmüştür. Bugün Dünya enerji kaynaklarının % 65’i Orta-Doğu’da dır. Keza Kafkasya gerek kendi petrol ve doğal gaz kaynakları gerekse bu enerji kaynaklarının yanı sıra pamuk-buğday-tütün ve diğer değerli madenler bakımından çok zengin rezervleri bulunan Orta-Asya ülkelerine geçiş yolu olması bakından çok stratejik bir bölgedir. Aynı şekilde Avrupa ile Asya’yı ve Orta-Doğu’yu bağlayan kavşakta Balkanlar Gümrük Kontrol noktası olarak vazife görmektedir.
Türkiye 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın arkasından 45 yıl süren Soğuk Savaş, daha sonra 20 yıl kadar süren Küreselleşme yani liberal enternasyonalizm ve nihayet bölgede yeniden başlayan bölgesel sıcak savaşlar, terör, mikro milliyetçilik, din-mezhep ve medeniyet savaşları, enerji krizleri sonucu Bölgede 100 yıl sonra yeniden lider konuma gelmektedir. Ülkemizin jeo-stratejik ve jeo-politik coğrafi konumu, muazzam askeri gücü, çok iyi eğitilmiş-disiplinli ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün Başkomutan olmasından buyana 90 yıldır girdiği bütün savaşları büyük zaferlerle kazanmış ordusu, demokrasisinin köklü ve yerleşmiş olması, şanlı tarihi, dünyanın 16. büyük ekonomisi olması, AB’ye ortak üye olması, NATO-OECD-Avrupa Konseyi-DTÖ gibi uluslararası askeri-siyasi ve ekonomik örgütlerin kurucusu ve üyesi olması, ve 400 seneden fazla Osmanlı Sultanlarının Bölgedeki bütün halklar üzerindeki Padişah olmaktan kaynaklanan siyasi otoritesinin yanı sıra Halife ünvanı taşımasından kaynaklanan dini otoritesinin bölge halkları üzerinde bıraktığı etki yeniden Türkiye’yi bölgesel lider konuma getirmektedir.
Son zamanlarda Bölge ülkeleri ile Türkiye arasında uygulanan vize’ nin birbiri ardına kaldırılmaları. Türkiye’nin bölge ülkelerinin en büyük ticaret partnerlerinden birisi olması bu süreci hızlandırmaktadır. Ancak bu süreci tamamlayacak olan tarihi bağların yeniden kurulması olacaktır.
Aslında Mısır’da hüküm süren ve özbeöz Türk olan güçlü Kavalalı Hanedanı’nın Osmanlı Ordularını sürekli yenip Kütahya’ya kadar gelmesi İngiltere’de ki Stuard Hanedanının Tudor Hanedanın yerini alması gibi Osmanlı Hanedanı’nın yerine Kavalalı Hanedan’ının gelmesi Rusların zayıf Osmanlı’ya yardım etmeleri sonucu akim kalmıştır. Böyle bir değişiklik o zaman olsaydı Osmanlı İmparatorluğu belki de dağılmayacaktı. Ruslar Avrupa’nın hasta adamı olarak gördükleri Osmanlı’nın çökeceğini biliyorlardı. Ve Osmanlı’nın çökmesiyle Balkan topraklarını ve İstanbul’u alarak sıcak denizlere inmek istiyorlardı. Güçlü bir Kavalalı Hanedanı Rusların bu kötü emellerine engel teşkil ediyordu. Onun yerine her istediklerini kabul ettirecekleri zayıf bir Osmanlı Hanedanı’nı destekleyerek Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ nın İstanbul’a girişini önlediler. Osmanlı ve Kavalalı Orduları arasında Rusların hakemliğinde Kütahya’da yapılan barış anlaşmasına göre Mısır şeklen Osmanlı’ya bağlı ancak Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Kral yetkilerini üstleneceği bir idari yapıya dönüştürülüyor ve oğlu İbrahim Paşa’ya ise Kral yetkileriyle Şam ( Suriye ) Valiliği veriliyordu. Bu Valilikler Hanedanlar gibi babadan oğla geçecekti. Nitekim son Firavun olarak adlandırılan Mısır’ın son Kralı Kral Faruk’ta bu ailedendi. Osmanlı Hanedanı Kasım 1922’ de sürgüne gönderilmesinden sonra Bölge üzerinde bütün siyasi otoritesini kaybetmişti. Zaten idaresi altındaki toprakları da fiilen kaybetmişti. Ancak dini otorite 1924’de kadar Halife ünvanı ile bu ailede kaldı. En son TBMM’ de kabul edilen 3 Mart 1924 tarihli Hilafetin İlgası Kanunu ile Osmanlı Hanedanı bölge halkları üzerindeki siyasi otoritesinden sonra dini otoritesini de kaybetti ve ailenin geri kalanı da yurtdışına sürgüne yollandı.
Hilafetin TBMM tarafından kaldırıldığı 1924 tarihinden beri bir milyar üçyüzbin kişilik Müslüman aleminin dini lideri yoktur. Üçyüzmilyonluk Ortodoks aleminin ( Doğu Kilisesi ) ruhani lideri İstanbul Patriği, birbuçukmilyarlık Katolik aleminin ( Batı Kilisesi ) ruhani lideri ise Roma’nın içinde bulunan Vatikan’da mukim Papa’dır. Ne İstanbul’da bulunan Patrik ne de Roma’da bulunan Papa Türkiye ve İtalya’nın Laik ve Demokratik Cumhuriyet karakterini zedelememektedir. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim 1517 Ridaniye zaferi ile Mısır’ı alıp, Mısır’da hüküm süren Abbasi Halifesinden Halifelik makamını devr almıştı. Bu defa 3 Mart 1924 tarihli kanunun yürürlükten kaldırılmasıyla yeni bir düzenlemeye gerek kalmaksızın hilafet makamı yeniden ihdas edilebilecektir. Bu makam da özbeöz Türk olan ancak uzun süre Mısır ve Suriye Krallıkları görevini de deruhte ettiği için Araplar üzerinde büyük etkisi olan Kavalalı ailesine tevdi edilebilir. Böylece hem hiçbir Cumhuriyet kanunu ve kurumu ihlal edilmemiş olur hem de Magrep’ten Maşrek’e kadar hatta Endonezya’ya kadar 40 kadar ülkenin ruhani merkezi yeniden İstanbul haline gelir. Bu makama İstanbul’da Tarlabaşı veya Fener-Balat’ta uygulanan kentsel dönüşüm projeleri kapsamında bir mekan tahsis edilebilir ve tıpkı Vatikan’ın kendi bankası olduğu gibi kapatılmış olan Osmanlı Bankası’ da yeni ihdas edilen bu makamın finansal kurumu olabilir. Böylece zengin körfez ülkeleri ile Suudi Arabistan ve İran’ın sekizyüzmilyar doları aşan petro-dolarları için güvenli bir liman bulunacağı gibi ülkemizin büyük ihtiyaç duyduğu yabancı sermaye ve yabancı finansman çok ucuz ve kolay bir şekilde tedarik edilmiş olur, Türkiye hızla ekonomik olarak kalkınır, zenginleşir, kişi başına düşen GSMH 2 katından fazla artar. Siyasi bakımdan ise Türkiye’nin bölge ülkeleri üstünde artan nüfuzu sayesinde KKTC’nin Müslüman ülkelerce tanınması, Ermenistan’ın Karabağ’ ı işgalini sonlandırması ve Türkiye’den toprak ve tazminat talebinden vazgeçmek zorunda kalması sağlanır. Yunanistan ve Kıbrıs rum kesimi de beyaz bayrak çekip Türkiye’ye teslim olurlar. Türkiye yüzyıl sonra yeniden bölgesel lider olur. Ayrıca ekonomik ve siyasi bakımdan güçlü bir Türkiye’yi AB derhal tam üye olarak bünyesine almak ister ancak kanaatimizce bu kez Türk halkı Norveç’te 2 kez görüldüğü gibi referandum sonucu AB’ ye girmeyi kabul etmez.
Dr. Uğur ÖZGÖKER
TÜRK-KUZEY KIBRIS TÜRK TİCARET ODASI Yönetim Kurulu Başkanı,
KIBRIS TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ İstanbul Şubesi Saymanı,
İstanbul AB Çalışmaları Derneği Başkan Vekili.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.