Türkiye-AB İlişkilerine Bakış ve Geleceğe Yönelik Stratejiler
Bilindiği gibi 1963?ten beri ?Ortak Üye? olduğumuz AB ile tam üyelik müzakerelerimiz Hırvatistan?la aynı gün yani 3 Ekim 2005 tarihinde başlamıştı. Türkiye; o zamanki adı AET ya da Ortak Pazar olan AB?ye 1959?da üyelik müracaatını yaptığı ve 12 Eylül 1963?te Ankara Anlaşması?nı imzalayarak ortak üye olduğu zaman, müstakil devlet bile olmayan SSCB?ye bağlı Baltık ülkeleri Litvanya-Letonya ve Estonya ile Yugoslavya?nın bir parçası olan Slovenya dört senedir AB üyesidir. Hatta 1 Ocak 2008?den itibaren Slovenya, AB?nin dönem başkanlığı görevini yürütmektedir. Türkiye; Avrupa Konseyi ve OECD?nin kurucu üyesi, NATO?nun ise Avrupa?daki en büyük askeri gücüne sahip ve ABD?den sonra en önemli ülkesi olmasına ve AB ile arasındaki 49 yıllık ?Hukuk?una rağmen, bugün AB ile ilişkilerinde geldiği noktada; 35 müzakere başlığından sadece altısı açılmış ve bunlardan sadece biri geçici olarak kapatılmıştır. Oysa aynı tarihte müzakerelere başladığımız ve 19 Aralık 2004 AB Zirvesi?nde müzakerelerin başlamasını Hırvatistan?ın savaş suçlusu generallerin teslim edilmesi şartına bağlayan hükmüne uymamasına rağmen Avusturya?nın baskısıyla Hırvatistan?la müzakerelere başlanması kararı alınmış ve bugün 35 başlığın yarısı müzakere edilerek kapatılmış bulunmaktadır. AB ile ilişkilerde olumsuz gelişmelerTürkiye ise, AB?nin temeli olan ve müzakere başlıklarının üçte birini doğrudan ilgilendiren Gümrük Birliği?ne 1996?dan beri üye olmasına ve teknik konularda Hırvatistan?dan çok daha ileri bir uyum sağlamış olmasına rağmen, müzakerelerde çok az bir mesafe kat edebilmiştir. Hatta 2006?nın Aralık ayında AB, Türkiye?nin Gümrük Birliği?ni Kıbrıs Rum Yönetimi?ne de teşmil etmediği için sekiz başlıkta müzakerelerin açılmamasına, geri kalanların da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi?ni Gümrük Birliği?ne dahil etmedikçe, başka bir ifade ile Rum yönetimini tanımadıkça kapatılmamasına karar vermiştir. 2007 ortasında Türkiye-AB ilişkilerinde daha da kötü gelişmeler olmuştur. Fransa?daki cumhurbaşkanlığı seçimini Türkiye?nin AB?ye tam üye olmasına kesinlikle karşı çıkan, bunun yerine Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik?in savunduğu ?İmtiyazlı Ortaklık? veya kendi orjinal fikri olan eski Fransız sömürgeleri Magrep ve Maşrık ülkeleri ile Türkiye?nin, AB?nin paralelinde bir Akdeniz Birliği kurması ve Türkiye?nin bu yeni ?Birliğin? lideri olması fikrini öne süren Nicolas Sarkozy kazanmıştır. Sarkozy, seçildikten sonra bununla da yetinmeyip, ?Tam Üyeliği? hedefleyen bütün müzakere başlıklarının açılmasını veto etmeye başlamıştır. Böylece bugün Gümrük Birliği ile ilgili sekiz başlığın dışında, tam üyelikle ilgili bir o kadar diğer başlığın müzakereye açılması da askıya alınmış durumdadır. Böylece 35 başlıktan sadece yarısı müzakereye açılabilecek ve hiçbiri Türkiye, sahte Kıbrıs Cumhuriyeti hüviyetini haksız yere kullanan Kıbrıs Rum Yönetimi?ni tanımadan kapatılamayacaktır. Bütün bunlar bitse bile, yani 35 başlığın hepsi müzakere edilse, Türkiye tam uyum sağlasa, Türkiye?nin katılımı komisyonun önerisi üzerine Avrupa Parlamentosu ile Bakanlar Konseyi?nde kabul edilse bile; halkları Türkiye?nin üyeliğine şiddetle karşı çıkan Fransa ve Avusturya?da Türkiye?nin üyeliği için referandum yapılacaktır. AB?nin resmi istatistik ajansı olan Eurobarometer?in 2006 yılı sonunda yayınladığı istatistiki veriye göre, 2002-2005 yılları arasında Hırvatistan ile Türkiye?nin üyeliği konusunda Avusturya halkı üzerinde yapılan ankette 2002 yılında Hırvatistan?ın üyeliğine taraftar olanların oranı yüzde 34?ten (karşı olanlar yüzde 51, gerisi cevapsız veya fikri yok ) 2005 yılında yüzde 55?e çıkarken, karşı olanların oranı yüzde 40?a düşmüştür. Bu oranlar; Türkiye için 2002?de taraftar olanların oranı yüzde 32 iken, (karşı olanlar yüzde 53) 2005?te yüzde 10?a düşmüş, karşı olanların oranı ise yüzde 80?e çıkmıştır. Gayrı resmi anketlerde, Fransa için de benzer sonuçların geçerli olduğu gösterilmektedir. Dolayısıyla Türkiye?nin AB?ye tam üyeliğine halklarının yüzde 80?nin karşı, ancak yüzde 10?nun taraftar olduğu, Avusturya ve Fransa?da Türkiye ile ilgili referandumlardan Türkiye?nin üyeliğine evet çıkmasının olanaksız olduğu gözükmektedir. Bu durumda Türkiye?nin yeni AB stratejisi ne olmalıdır? Türkiye?nin AB stratejisi ve çözüm önerileriAlternatif çözümler şöyle sıralanabilir:- Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut yapıya göre devam etmesi. Yani 14 Nisan 1987?de Devlet Bakanı Prof. Dr. Ali Bozer tarafından yapılan resmi müracaatın üzerine 10 Aralık 1999 AB Helsinki Zirvesi?nde Türkiye?nin resmen aday olarak kabul edilmesi, 19 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi?nde koşullu olarak 3 Ekim 2005?te üyelik müzakerelerinin başlanması kararı alınması üzerine 2005 sonundan itibaren ağır aksak süren ve ?Ucu açık olan? fiili müzakerelerin mevcut şekliyle sürdürülmesi.- AB?nin; komisyonun 1997 Temmuz ayında açıkladığı ?GÜNDEM 2000? (Agenda 2000) Belgesi?ne istinaden Aralık 1997 Luxemburg Zirvesi?nde; 10 Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi ile iki Akdeniz ada ülkesinin aday ülke kabul edilmesi, Türkiye için ise ?Derinleştirilmiş Gümrük Birliği? üyeliği önerilmesi kararının benimsenmesi. O tarihte kesinlikle reddettiğimiz bu karara göre; taraflar arasında malların serbest dolaşımını öngören 1 Ocak 1996?dan beri oluşturduğumuz Gümrük Birliği?nin ?Hizmetlerin? ve ?Semayenin? de taraflar arasında serbest dolaşacak şekilde derinleştirilmesi ve Türkiye ile AB arasında kişilerin serbest dolaşımı hariç olmak üzere, tam iktisadi entegrasyonun gerçekleştirlmesi öngörülmüştü.. Kaldı ki, bu model Almanya-Avusturya ve Fransa?nın bugün bize önerdiği ?imtiyazlı ortaklık? formülüne de çok benzemektedir. - 1992 yılında ortaklık anlaşması yaptığımız EFTA?ya ?Tam Üye? olunması. AB ile EFTA arasında AEA ( Avrupa Ekonomik Alanı ) Anlaşması olduğu için bu durumda Türkiye AB?ye kişilerin de serbest dolaşımı dahil ekonomik bakımdan tam entegre olacak, siyasi bakımdan da bir ölçüde karar alma mekanizmasına dahil olabilecektir. - AB ile ilişkilerimizin Ankara Anlaşması, Katma Protokol ve Gümrük Birliği Anlaşması kapsamında sürdürülmesi, buna karşılık zaten yürümeyen müzakerelerin ve siyasi diyaloğun tek taraflı askıya alınarak, KEİT (Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı), ECO (Ekonomik İşbirliği Örgütü) ve BOP?da (Büyük Ortadoğu Projesi) lider rol oynayıp, süper güç ABD ile stratejik ve diğer bölgesel güçler Rusya ve İran?la ekonomik-ticari ve siyasi işbirliklerini artırıp ?Bölgesel bir Güç? haline gelmesidir. Biz bu alternatiflerin içinden kısa vadede son seçeneği tercih ediyoruz. Türkiye?nin Balkanlar-Kafkaslar-Orta Asya ve Orta Doğu?da ?Bölgesel Güç? olması durumunda, zaten şu anda ?Enerji Köprüsü? olmaya başlayan Türkiye, AB için stratejik ve ekonomik bakımdan vazgeçilemez hale gelecek ve birkaç sene sonra AB, Ankara Anlaşması?nın 28. maddesi uyarınca Türkiye?yi kendiliğinden tam üye olarak kabul edecektir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.