Türk Silahlı Kuvvetleri?nin AB?ye bakışı
Türk Ordusu 1839?dan beri gerek Osmanlı İmparatorluğu?nda gerek Türkiye Cumhuriyeti?nde ?Modernleşme?nin, ?Çağdaşlaşma?nın ve ?İlerleme?nin öncüsü olmuş bir devlet kurumudur. Bunun nedeni Tanzimat, 1. ve 2. Meşrutiyet ve Cumhuriyeti hazırlayan, oluşturan ve kuran kadroların başında hep ?Batı?lı tarzda eğitim almış, batının kültürel altyapıları ile yetişmiş ve faaliyet göstermiş olan Türk Askeri?nin gelmesidir. 1840?lı yıllardan itibaren başta Fransa olmak üzere, eğitim için Avrupa?ya gönderilen Türk subayları, Batı?nın ordu ve donanma yapısı, savaş teknikleri, yeni silahların savaşta kullanılması gibi askeri konuların yanı sıra, siyasi, sosyal ve kültürel yapısına ilişkin intibalarını alarak yurda dönmüşler ve orada gördükleri yönetim biçimlerini Osmanlı Devleti?nde de uygulamak, yani padişahın mutlak yetkilerini kısıtlayarak, halkın da karar alma sürecine katıldığı meclislerin açılarak Meşruti yönetimin yerleşmesi için gizlice teşkilatlanmışlar ve ayaklanmalar çıkartarak ?Meşrutiyet?i ilan ettirmişlerdir. Daha sonra İslam dinine dayalı eğitim yapan eski okulların yerine, Batılı (Avrupalı) tarzda eğitim veren; modern, askeri ve sivil okulların kurulması ile buradan mezun olan subaylar ve mülki erkan daimi olarak, padişahların yetkilerini kendi lehlerine azaltarak, yönetim yetkilerini kendileri kullanmak için gizli ve açık örgütler kurmaya devam etmişlerdir. Genç Osmanlılar -Jön Türkler- İttihat ve Terakkiciler ve Müdafaa-i Hukukçular hep batılı tarzda eğitim görmüş ve Avrupa kültürüne hayran askerler tarafından kurulmuş, gizli ve açık örgütlerdir. İşte meşrutiyetleri ilan ettiren ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti?ni kuran kadrolar, hep bu örgütlerin mensuplarıdır. Tanzimat?tan başlayarak Mithat Paşa, Ziya Paşa, Enver-Cemal ve Talat Paşa?lar ve nihayet Atatürk ve İsmet İnönü önceleri gizli, sonradan serbest bu örgütlerin üyeleri olarak başta Fransızca olmak üzere Avrupa dillerini çok iyi konuşan, dini temellere göre değil ?Laik?, ?Çağdaş? Avrupa bilim-kültür ve sanatına dayalı eğitim görmüş olan çok önemli toplumsal bir sınıftır. Bu sınıf bugün de, TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) bünyesinde aynı özelliğini devam ettirmektedir. TSK?da dini eğitim, sistem ve propaganda kesin olarak ?yasak? olup, dini konuları gündeme getiren askeri personel derhal ordudan ihraç edilmektedir. Tamamı AB?nin dayandığı çağdaş batılı değerlere göre eğitim alan ve AB ülkelerindeki gibi hayat ve yaşayış tarzlarına sahip mensupları olan tek Türk Kurumu TSK?dır. TSK?da aile hayatı da çok önemli olup laikliğe aykırı, islami gelenek ve kurallara göre giyinen, davranan veya konuşan aile bireyleri olan subaylar terfi ettirilmemekte, çok pasif görevler verilmekte veya uzak ve yaşam koşulları kötü yerlere tayine gönderilmekte, sicil notları düşük verilmekte, dolayısıyla emekliliğe teşvik edilmektedirler.Yani AB?nin altyapısını oluşturan; müspet ilimlerden kaynaklanan, akıl, mantık ve bilime dayanan laik bir devlet yapısı ve birey yaşamını en hararetli bir şekilde savunan ve destekleyen tek kurum TSK?dır. Aynı şekilde ekonomik bakımdan loncalarda örgütlenen cemaat içi esnaf ve zanaata dayalı ekonomik yapı yerine; rekabete dayalı, dünyaya açık serbest piyasa ekonomisini de savunan kurumların başında gene ?Ordu? gelmektedir. Sosyal yaşantı bakımından, Avrupa ile en paralel davranış kalıpları da yine asker sınıfında görülmekte, AB ile en önyargısız ve sağlam ilişkileri de kurumsal olarak ordu ve bireysel olarak silahlı kuvvetler mensupları kurmaktadır. Siyasi bakımdan da, her ne kadar Cumhuriyet tarihinde 2 kez siyasal iktidarlara karşı askeri müdahalede bulunmak zorunda kalmış olsa da ?Demokratik Prensiplerine? en bağlı kamu kurumu da yine TSK?dır. Zaten Ordu, 1960 ve 1980?de siyasi partilerin ülkeyi demokratik prensiplere göre yönetemeyip seçimleri askıya almaya teşebbüs etmeleri, ülkeyi kaos ve iç savaşa sürüklemeleri ve cephelere bölmeleri, bir türlü anlaşıp Cumhurbaşkanını seçememeleri (1980), böylece ülkeyi başsız bırakmaları, seçimleri yasaklayıp ülkeyi diktatörce keyfi yönetmeye kalkmaları (1960) nedenleriyle ülke yönetimine el koymuştur. Siyasi ve iktisadi kaos sona erdirilip, normal koşullar tesis edilince derhal demokrasiye dönülmüş ve ordu kışlasına çekilerek, asli görevi olan ülke savunmasına odaklanmıştır. Dolayısıyla AB?nin temeli olan DEMOKRASİ?ye, CUMHURİYET?e (Her ne kadar bazı Avrupalı ülkelerde hala krallık gibi Meşruti yönetimler varsa da, bu ülkelerde cumhuriyet rejimlerinde olduğu gibi seçilmiş parlamentolar ve başbakanlar ülkeyi yönetmekte, TAÇ?ı simgeleyen kral ve kraliçelerin sadece sembolik protokol görevleri bulunmaktadır.), laikliğe, serbest piyasa ekonomisine sahip çıkan en başta gelen kurumlardan biri Türk Ordusudur. Sivil toplum kuruluşları ile baskı ve çıkar gruplarını hariç tutarsak, AB değerlerini savunan tek kamu kuruluşu da TSK?dır. Bugün hükümette, mecliste, bürokraside ve üniversitelerde; ?Liberal Ekonomi?ye, ?Liberal Demokrasi?ye, Avrupa tarzı yaşayış biçimi ve sosyal ve kültürel yapıya karşı olan birçok kesim bulunmaktadır. Bu kesimler, devletçi ekonomi ya da İslam Ortak Pazarı, padişahlık, şeriata dayalı devlet yönetimi, islami eğitim, çok eşlilik, islami yaşam tarzı gibi AB?ye taban tabana zıt modelleri savunmakta, AB?nin ?Hıristiyan Kulübü? olduğunu, Türk gelenek ve göreneklerine uymadığını, Türkiye?yi bölmek, parçalamak, güçsüzleştirmek, iktisaden sömürmek ve kendine tabi etkisiz zayıf bir ülke haline getirmek niyetinde olduğunu, Batı?nın Müslümanlara karşı topyekün bir savaş başlattığını, Türkiye?nin Müslüman ülkelerle dayanışmaya girerek, AB yerine Orta-Doğu?ya yönelip Arap ülkeleri ile iktisadi, siyasi ve kültürel ilişkilerini yoğunlaştırması gerektiğini ifade etmektedirler.Ordu?nun AB?ye karşı olduğu izlenimi ise, AB?nin Türkiye?ye 2 yüzlü davranmasına gösterdiği doğal tepkiden kaynaklanmaktadır. Türkiye?nin AB?ye ilk müracaatı 1959 yılında yapılmış ve 1963 den beri ?Ortak Üye?, 1995 den beri de ?Gümrük Birliği? oluşturmuş olmamıza rağmen, eski komünist ülkeler bile bugün AB?ye tam üye olmuşken, biz hala üyelik müzakerelerinin başında bulunmaktayız. AB?li en iyimser yetkililerin bile en az 10 yıl süreceğini belirttiği bu süreçte, AB bizden sürekli kabul edemeyeceğimiz siyasi tavizler koparmak peşindedir. a) Azınlık ( Ermeni, Rum ve Yahudi ) vakıflarına 10 milyarlarca değerinde malın devri, b) Fener Rum Patrikhanesinin ?Ekümenik? hale getirilmesi yani Türkiye?nin kontrolünden çıkartılarak evrensel hale gelmesi ve ilerde eski Bizans İmparatorluğu?nun ihya edilmesi için basamak olarak kullanılması, c) Kürtlere ilerde bağımsız devlet kurmalarına olanak sağlayacak siyasi ve kültürel ayrıcalıklar tanınması için ısrar, d) Kıbrıs?ta tek taraflı sürekli tavizler vermemiz istenmesi, e) Ege Denizindeki Yunanistan?la olan sorunlarımızın Yunanistan lehine çözülmesi yani yasal haklarımızı Yunanistan?a devretmemiz için baskı yapılması, f) Kuzey Irak?ta barınan ve sürekli sınırı geçerek Ülkemize girerek asker ? sivil binlerce vatandaşımızı öldüren terör örgütü PKK? ye AB?nin sürekli olarak siyasi, mali, askeri ve lojistik yardım sağlaması, g) Ülkemizin çıkarlarının ve milli menfaatlerinin aleyhine çalışan bir takım STK maskesi altındaki terör örgütü yandaşı yasal örgütlere AB?nin büyük miktarda maddi ve siyasi destek sağlaması nedenleriyle her yurtsever Türk vatandaşının hissettiği duyguları paylaşan TSK ve onun mensubu askerin AB?ye şüpheyle bakması ve zaman zaman bu hassasiyetlerini dile getirmesi son derece normal ve hatta yasal görevidir. Ancak AB?nin Türkiye?ye ve Müslüman ülkelere karşı takındığı bu 2 yüzlü tavır nedeniyle, TSK?nın AB karşıtı gibi gösterilmesi ve tanıtılması son derece yanlış ve aldatıcı bir tutumdur. TSK, AB ve AB?nin dayandığı felsefeye temelden bağlıdır. Ancak uygulamada AB?nin Türkiye? yi sürekli oyalaması, üyeliğini ertelemesi ve sürekli siyasi tavizler kopartmak istemesi nedeniyle Ordu AB?ye karşı bazen sert tavır almaktadır. Zaten bu durum bütün Türk Milletinin ortak hissiyatını yansıtmaktadır. Nitekim son yapılan kamuoyu yoklamalarında Türk Halkı?nın AB? yi destekleme oranının 1959?dan beri ilk defa yüzde 30?lara düştüğü görülmektedir. Daha önce AB?ye olan desteğin yüzde 90?lar seviyesinden bu denli muazzam bir düşüş göstermesi sadece Türk Ordusu?nun değil bütün Türk Milleti?nin AB?ye karşı ortak bir tavrı olarak değerlendirilmelidir.Yrd. Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKERKADİR HAS ÜNİVERSİTESİ AB Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürüİstanbul AB Çalışmaları Merkezi Derneği, LDG (Liberal Demokrasi Grubu) ve LİBAD (Liberal Avrupa Derneği ) Başkan Yardımcısı
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.