"Türk denizlerine çatışma değil uzlaşma lazım"
GELBALDER Yönetim Kurulu Üyesi balıkçı dostu Halit Konanç’la, Türkiye'de sürdürülebilir balıkçılıkla ilgili yapılması gerekenleri konuştuk.
Kuruluş sürecinde yaşanılan sıkıntılara rağmen GELBALDER(Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği)’in, Türkiye’deki balık stokların korunması için kısa sürede; gerek devlet nezdinde gerek akademik çevreler ve ilgili su ürünleri kooperatifleri nezdinde aldığı mesafe çok olumlu. Denizlerimize böyle karşılıksız bir şekilde sahip çıkmayı hedeflemiş bir kurumun varlığı kimseyi üzmüyor olsa gerek. Bizde 1 Eylül’de kalkan av yasağı bahanesiyle hem GELBALDER’in çalışmalarını öğrenmek için hem yeni sezonla birlikte tekrardan gündeme gelen tartışmalara ışık tutmak için GELBALDER Yönetim Kurulu Üyesi balıkçı dostu Halit Konanç’a aklımıza takılan soruları sorduk oda polemiklerden uzak durarak bizi samimi bir şekilde cevapladı.
Kendinizi bize tanıtır mısınız?
Lise çağlarında başlayan deniz balık tutkusu ve yaşadığım yerin tipik bir balıkçı köyü olması nedeni ile yaklaşık 45 yıldan günümüze deniz,balık ve balıkçı üçgeninin içinde olmak ve o alanda yaşanan sorun/sıkıntılar ile gücüm/bilgim oranında ilgilenen balıkçı dostuyum...
GELBALDER ne amaçla kuruldu? Faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
Ülkede balıkçılığın makro ve mikro boyutlarda sorunları ile ilgilenen, ilgili kurum kuruluşlar ile tüzel bağlamda dikey ve yatay ilişki kurabilecek, o kurumların ülke balıkçılığının sorunları dahlinde üretebilecekleri çözümleri ortak bir paydaşlığa taşıyabilecek, süreci hızlandırabilecek bir oluşuma gereksinim vardı. Mevcut STK’lar bütün iyi niyetlerine rağmen bu boşluğu doldurmakta sıkıntı yaşıyordu. Zira sorununun bir bütün içinde algılanması, sorunların ayrı alt başlıklar ile alınması ve muhataplarına yansıtılması çözüm sürecine yeterince taşınamıyordu. GELBALDER bu gereksinim dahilinde gündeme geldi.
Kuruluş süreci sanılandan sıkıntılı olmasına rağmen yola çıkan arkadaşların kararlılığı ile süreç tam da istenen rotaya yönlendi. Konunun önemine göre gerek merkezi otorite nezdinde gerekse su ürünleri kooperatifleri nezdinde, dahada önemlisi konu ile ilgili bilim ve eğitim kurumları ile sağlıklı iletişim kurularak duyarlı STK’ların da desteği sağlanarak kampanyalar başlatıldı.Bakanlığın ilgili genel müdürlüğünün balıkçılık ve balıkçı dahilinde çıkardığı yasaların sürdürülebilir avcılık kurallarına uyumlu olması için katkılar yapıldı. Sürdürülemez balıkçılığın getirilerinden beslenen kesimin balıkçılık yönetiminden sorumlu kurum ve kişilerin üzerinde neden olduğu baskıların etkisizleştirilmesi için yurt genelinde düzenlenen etkinliklere katılım gerçekleştirildi. Derneğin gelbalder.org adlı internet sitesi yurtiçi ve yurtdışı; resmi,yarı resmi,özel kurum ve kişilerce ilgi odağı haline geldi. Biraz iddialı olmakla birlikte site ilke ve yöntemleri ile emsalleri içinde ciddiyetle takip edilen konuma getirildi.
Yeni açılan av sezonu için beklentileriniz nelerdir?
Bu sezonda önceki sezonlarda yaşanan sorunların devam edeceğini düşünüyorum.Zira bakanlığın aldığı onca önlem, kadro zafiyeti ve donanım yetersizliği yüzünden pek işe yaramayacak gibi görünüyor.Ülke balıkçılığının olumsuzluklarından nemalananların kabzımallık sistemindeki zafiyetler, kooperatiflerin kısıtlı tutulan yetki ve sorumlulukları balıkçıyı yine “Asiye nasıl kurtulur” konumuna düşürecek.Zira balıkçı, özellikle gırgır ve trol avcılığı yapan endüstriyel balıkçı kabzımala borçlanarak sezona başlamak zorunda. Bu gruptaki balıkçının av toplamından %85 ve üstü pay aldığını düşünürsek avlanacak balıkta ne boy yasağı nede av sınırı kontrollerinin sağlıklı yürütülebileceğini sanmıyorum.
Bu sene balığın bol olacağı söyleniyor bu fikre katılıyor musunuz?
Uydu verileri ve yerel gözlemler bu sene palamut ve hamsinin bol av vereceğine işaret ediyor.Lüferdeki beklentinin de ümit verici olduğunu söyleyebilirim. Marmara ve bazı önemli alanlarda yürürlüğe konulan koruma önlemleri bazı pelajik ve demersal stoklarında yükselmeye başladığını gösteriyor.
Sürdürülebilir balıkçılık konusunda neler söylemek istersiniz? Sürdürülebilirlik Türkiye’de uygulanıyor mu? Ülke olarak bu konuda neredeyiz?
Sürdürülebilirlik, adı üstünde stok ve türlerin devamlılığı ve popülasyonunun güvence altına alınma kuralıdır.“Siz stoklardan istediğiniz balığı istediğiniz kadar alamazsınız” ilkesidir. Ülkemizde maalesef bu kural için henüz dişe dokunan bir ilerlemeden bahsetmek mümkün değil. Evet bazı alınan ve uygulamaya sokulan kararlar var. Mesela 24 metre uygulaması geçen sezon uygulamaya girdi, hangi kesimlerin desteklemediği ve o kesimlerle iş birliği içinde olan balıkçının tepkilerine neden olduğu hepimizin malumu. Başta Ankara olmak üzere ilgili kurumlara nasıl baskı yapıldığı, kamuoyunun yanlış ve maksatlı haber yağmuru ile görsel ve yazılı medya tarafından yönlendirildiği dün gibi hafızalarımızda…
Sürdürülebilirlikten bahsetmek için balıkçının ekonomik ve sosyal güvencesini öncelikle konuşmalıyız. Stok ve türlerin bilimsel veri ve sonuçlara göre avlanabilirliğini konuşmalıyız. Balıkçının mensubu olduğu kooperatiflerin avdan ilk sorumlu ve pazarlama/paylaşım yetkisini konuşmalıyız. Kooperatiflerin kabzımalların baskısından kurtulmasını, üyesinin kazanım ve haklarının nasıl güvence altına alabileceğini konuşmalıyız. Balıkçının kıyıya getirdiği balığın balıkçı aile ve yakınlarınca işleyebilme, pazara sürebilme hakkını konuşmalıyız. Ve bunları konuştuktan sonra balıkçılığı rayından çıkarmak isteyenlerin karşısına çıkacakların hangi kazanım ve güvenceler ile hareket edebileceğini görürüz.Kısacası sürdürülebilirliğin başına bile gelmiş değiliz, sadece bakanlığın iyi niyet kuralları içinde duruşundan söz edebiliriz.
Sürdürülebilir balıkçılığın önemi nerden kaynaklanmaktadır?
Balıkçılıkta geçerli olan bir kural vardır;küçük balıkçı yoksa büyük balıkçı da yok... Zira kıyı, bütün türlerin çoğalma büyüme alanıdır ve kıyı balıkçısının stoklara verebileceği zarar endüstriyel balıkçının verdiği zarar ile kıyaslandığında minimum kalır. Küçük balıkçının avlanma koşul ve donanımı sürdürülebilir avcılık dahlinde kolay dizayn edilebilir. Oysa sıkıntı, büyük balıkçının yaşadığı olumsuzluklardan kaynaklanmakta.Buradaki güven bunalımına neden olan sorunlar giderilmedikçe kaynakların yaşam alanına yönelik fizyolojik,biyolojik, kimyasal kentsel ve sanayiye dayalı kirlilik baskısının da tetiklemesi ile giderek dahada tehlikeli bir stok çökmesinden bahsedebiliriz. Kısacası sürdürülebilirlik, türlerin devamlılığının güvence altına alınması ile sağlanabilir...
Endüstriyel balıkçılık sürdürülebilir olamaz mı? Türkiye’deki endüstriyel balıkçılık uygulamalarını nasıl buluyorsunuz?
Elbette olabilir fakat palyatif çözümlerle bu imkansız. Endüstriyel balıkçılarımızda kendilerinden kaynaklı nedenler ile balıkçılığın biteceğinin farkında. Çaresizlikten yapacağımız bir şey yok diyor ve onlar da yağmacılık yapıldığını kabul ediyor. Tam burada devlet politikalarının devreye girmesi gerekli. Balıkçının av üzerinde baskısına mani olmak için zaten gerekli yasal yaptırımlar var, sadece caydırıcılık esasında yaptırımlar ağırlaştırılmalı ama balıkçıya da kıyıda ekonomik yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama adına daha somut adımlar atılmalı. Öncelikle kabzımal baskısından mutlaka kurtarılmalı. Kooperatifler buzhane, şoklama,paketleme,tedarik gibi yatırım destekleri ile gelişmiş ülkelerin mali güçlerine kavuşturulmalı. Devlet bu konudaki mali kaynağı bir bankanın sorumluluğunda kolaylıkla sağlayabilir.
Mevcut uygulamalar maalesef balıkçının kazanımlarını güvence altına almaya yönelik olamadığı için endüstriyel avcılık stoklar üzerinde birinci derecede tehdit oluşturuyor.
Geleneksel balıkçılık ve endüstriyel balıkçılık birbirine zıt iki kavram mıdır?
Kesinlikle hayır, tam tersine bir birini tamamlayan avcılıktır. Geleneksel avcılık kıyı esaslı olduğu için teknolojinin sunduğu kolaylıkları, av sahasında tehdit algılamasına neden olmadan kullanmaya müsait bir avcılıktır. Endüstriyel avcılığın sürdürülebilir zemini ve koşullarının oluşturulamamasından kaynaklanan nedenlere bağlı olarak, onlarda stoklara şartlarını zorlayarak baskı yapar hale geldi. Endüstriyel avcının giderek eksilen kaynaklarda avlanma sıkıntısı, yıllardır bu kesime tepki esasında saldırmasının, suçlamasının tam da nedeni… Zira ülke balık stoklarında küçük/geleneksel avcılık yapanların sayıca tekne fazlalılığına göndermede bulunarak merkezi otoriteyi baskı altına almak gibi hiçte mantığı olmayan yolu tercih etmeleri başka türlü izah edilemez. Çünkü stoklardan alınan pay,%88'e %12 gibi bir oranla endüstriyel balıkçı lehinedir. Bu paylaşım bile endüstriyel avcılığın ne büyük bir açmaz içinde olduğunun kanıtıdır. AB, balıkçılıkta söz sahibi ülkelerde stokların korunması dahilinde kıyı balıkçılığını teşvik ederken, toplam avdan %70'e %30 gibi bir oranı kabul görürken, bizde hala bu konuda somut bir adım atılamamış olması iki balıkçılık yöntemi arasında kargaşaya neden olmakta. Geleneksel balıkçı siz zorlasanız bile kıyı ötesi balıkçılık yapamaz ama endüstriyel balıkçı, mevcut balıkçılık yönetimi ve uygulamalarından kaynaklı olarak kıyı ötesi alanlarda avcılık yapmaya özendirilmediği için kıyıları talan ettiğini bile bile avlanmak zorunda...
Türkiye’de balıkçılığın ve denizlerimizin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Sucul canlı faunası ve habitatı çoğaltmanın ve büyümenin kıyıdan başlaması üzerine oluşur. Biz yanlış ve ilkesiz avlanma politikalarımızla bu dengeyi oldukça bozduk. O alanların bozulmasına rağmen sucul dünya kendini yenileyebilmenin olağanüstü olanaklarına sahip. Yapılabilecek doğru müdahaleler ile bu alan kargaşası kolaylıkla giderilebilir. Zira küçük/geleneksel kıyı balıkçısının avlanma kapasite ve koşulları kıyı ötesine asla uygunluk arzetmez. Sorun endüstriyel avcılığın zemin ve koşullarının iyileştirilememesinden kaynaklanıyor.
Türkiye’de balıkçılığın ve denizlerimizin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Doğru ve kararlı müdahalelerle bu alanda konuşlanması gereken balıkçılığı ve deniz biyolojisini bilen donanım ve bilgi sahibi kadroların ikamesi ile balıkçılığımızın yanlış rotadan döndürülmesi hala mümkün. Kıyılarımızı ve denizlerimizi, yeni avlanma politikaları benimseyerek, balıkçının kıyıda kazanımlarını güvence altına alabilecek uygulamaları güncelleyebilirsek, o uygulamaları kurumsal politikalar ile bütünleştirebilirsek, motorları maviliklere sürmemiz mümkün...
Son olarak ne eklemek istersiniz?
Doğru alınacak karar ve uygulamaların güvencesi ve teminatının çocuklarımız olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor... Sucul canlı kaynaklar toplam besin kaynaklarımız içinde özel bir öneme sahiptir. Karasal besin kaynaklarının nerdeyse tamamı doğal/organik yetiştirilme özelliklerini kaybetmesine rağmen sucul besin kaynakları doğal büyüme ve çoğalma özelliğini korumakta. Protein değerleri, vitamin değerleri ve sindirilebilirlik özellikleri karasal besin kaynaklarından daha değerlidir. Doğru yönetilebilirse ve dünya besin kaynaklarının %70'lerine tekabül eden bu kaynaklar sürdürülebilir politikalar ile korunursa, inanıyorum ki insanın kendi eli ile bozduğu eko sistem yenilenebilecek...
virahaber.com
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.