Türk Bilim İnsanlarının Kuzeydeki Laboratuvarı Arktik Okyanusu
Türk bilim insanları, 2. Ulusal Arktik Araştırma Bilim Seferi kapsamında 24 farklı örnekleme noktasında Arktik Okyanusu’nda iklim değişikliğine neden olan faktörleri araştırıyor.
Türk bilim insanları, 2. Ulusal Arktik Araştırma Bilim Seferi kapsamında 24 farklı örnekleme noktasında zooplankton, fitoplankton örneklemeleri, denizdeki kirleticilerin belirlenmesi, deniz suyu fiziksel parametrelerinin takibi, mikroplastik gibi konularda denizel alanda, atmosferik kirlilik gözlemleri, meteorolojik gözlemler, gemi ticaret rotalarının çevreye etkileri, deniz buzlarının gözlemlenmesi ve deniz memelerinin takibi konularında yaptıkları çalışmaları Arktik Okyanusu’na taşıdı.
Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı uhdesinde, TÜBİTAK MAM Kutup Araştırmaları Enstitüsü koordinasyonunda gerçekleştirilen 2. Ulusal Arktik Araştırma Bilim Seferi, Türk bilim insanlarının kuzeydeki laboratuvar çalışması oldu.
Türk bilim insanları, sefer kapsamında Arktik Okyanusu’nda iklim değişikliğine neden olan faktörleri araştırıyor.
“Kirleticilerin kaynaklarını belirleyebilirsek iklim kriziyle mücadele etmek daha kolay olacak”
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatma Öztürk, AA muhabirlerine yaptığı açıklamada, Arktik bölgesinin dünyanın diğer bölgelerine göre 2-3 kat daha fazla küresel ısınmadan etkilendiğinin altını çizdi.
Araştırmalarda bunun sebeplerinden birinin de aerosol, yani halk dilinde toz adı verilen parçacıklardan, kaynaklandığının ortaya konulduğunu kaydeden Öztürk, 40 yıl içerisinde bu toz parçacıklarının hızlı ısınmaya katkısının yüzde 0,3 derece olduğunun belirlendiğini dile getirdi.
Öztürk, “Aerosolu havada asılı halde bulunan kirleticiler olarak adlandırmak mümkün. Kısa ömürlü iklim baskılayıcıları olarak da adlandırılabiliyor. Aerosoller, kimyasal kompozisyonun da küresel ısınmadaki etkilerini belirleyen bileşenlerinden biri. İçinde bulunan kara karbon olarak adlandırdığımız güneş ışığını absorbe ederek sıcaklığın artmasına sebep olurken, içinde bulunan sülfat miktarı ışığı dağıtarak küresel ısınmanın tam tersi yönünde küresel soğumaya sebep oluyor.” ifadelerini kullandı.
Doç. Dr. Öztürk, özellikle son yayınlanan uluslararası iklim değişikliği panel raporunda, organik karbonun bazı durumlarda ısınmaya bazı durumlarda ise soğumaya sebep olduğunun ortaya konulduğunu, dolayısıyla organik karbonun kimyasal kompozisyonunun, yani hangi bileşenlerin ısınmaya, hangilerinin soğumaya sebep olduğunun belirlenmesinin iklimle ilgili olarak gelecek yıllarda yapılacak projeksiyonlarda çok büyük önem kazandığını vurguladı.
Bu projedeki amaçlarının, Arktik bölgede, arka planda organik karbon partikül maddenin içerisini oluşturan organik karbonun hangi bileşenlerden meydana geldiğini bulabilmek olduğunu kaydeden Öztürk, “Bunu bulduktan sonra da bu bileşenlerin hangi kaynaklarla bu bölgeye ya da atmosfere taşındığını ve atmosfere saldığını belirlemek önemli.
Dolayısıyla bu topladığımız partikül madde örnekleriyle önce kimyasal kompozisyonu belirleyip, sonra da bazı modellerle hangi hava akımlarıyla kirletildiğini ve buraya taşındığını belirleyebilmek esas. Eğer kirleticilerin kaynaklarını belirleyebilirsek, o kaynakları kontrol altına almak ve iklim kriziyle mücadele etmek daha kolay olacak.” değerlendirmesinde bulundu.
Öztürk, Arktik bölgede yapılan çalışmalarda, kirletici kaynaklarının farklı olduğunu belirterek, şöyle devam etti:
“Kirliliğin bu bölgeye 1900’lü yılların başından bu yana uzun mesafeli taşınım ile geldiğini görüyoruz. En önemli kaynakların arasında Kuzey Avrupa ve Rusya var. Dolayısıyla hava hareketleriyle veya okyanus taşınımıyla bu bölgeye gelen kirleticiler burada birikmiş durumda.
Halihazırda yeni gelen kirleticiler de var ve eskiden de birikmiş olanlar söz konusu. Bu küresel iklim değişikliğiyle ya da küresel ısınmayla beraber sıcaklık arttıkça, eriyen buzlarda, buzullarda ya da karın içerisindeki organik kirleticiler çevreye salınmaya başlandı. Bu da artı bir salınım kaynağı oluşturdu. Bizim gemide bulunma amaçlarımızdan biri aslında okyanusun ölçüm yaptığımız kirliliğe ne kadar kirletici kaynak oluşturduğunu belirleyebilmek.
Dalgalarla havaya karışan deniz tuzlarının içerisinde bu kirleticilerin yaklaşık 60 bin kat zenginleştirdiğini ortaya koyuyor. Okyanus da artık bir kirletici kaynak durumunda. Burada gözlemlediğimiz filtreleme sistemimizdeki en alt filtre partikül görmemizin sebeplerinden biri okyanusun kendisi olabilir. Biz bunları gerekli analizleri yaptıktan ve hava hareketleriyle birleştirdikten sonra ortaya çıkaracağız.”
“Seferde 24 istasyonda çalışma yapma fırsatı bulduk”
2. Ulusal Arktik Bilimsel Araştırma Seferi’nde çevresel izleme projelerini yürüten TÜBİTAK MAM Kutup Araştırmaları Enstitüsü’nden Dr. Atilla Yılmaz ise seferde yaptıkları projelere gemiyle hareket anından itibaren başladıklarını ifade etti.
Örnekleme noktalarından deniz suyu örnekleri aldıklarını ve bu örneklerde çeşitli parametrelere baktıklarını dile getiren Yılmaz, “Bunun dışında suda yaptığımız anlık ölçümler var, çözünmüş oksijen, sıcaklık, iletkenlik gibi parametreler de sonuçları değerlendirmemize yardımcı oluyor. Dünyada oksijenin önemli bir kısmı okyanuslardaki fitoplanktonlardan kaynaklanıyor ve bunun en basit göstergesi de bünyelerinde bulundurdukları klorofil, nasıl ki bitkilerde klorofil rengi veriyorsa bizde aslında ölçtüğümüz klorofil miktarından onun yoğunluğuna dair fikir edinebiliyoruz." yorumunu yaptı.
Yılmaz, "Kuzey kutup bölgesinde Barents Denizi gibi büyük bir alanda çalışıyoruz. Burada böyle büyük bir alanı her zaman anlık ölçümler alarak çalışmamız mümkün değil, dolayısıyla yaptığımız bu ölçümleri uydu verileriyle karşılaştırıp uzaktan algılama verileriyle karşılaştırarak bir eşleşme yapıyoruz. Bu sayede hem bu modellerin doğruluğunu artırıyor, hem de daha geniş bir alanda bilgi sahibi olabiliyoruz.” ifadelerini kullandı.
Sefer kapsamında yaptıkları çalışmalarda her örnekleme noktasından deniz suyu örnekleri aldıklarını ve bu örneklemelerin bir kısmına katı madde miktarını anlamak için suda askıda filtreleme işlemi yaptıklarını ifade eden Yılmaz, “Alınan örneklerde klorofil miktarları, yüzey suyundaki ağır metaller ve sudaki toplam organik karbon miktarını belirlemeyi amaçlıyoruz.
Toplanan örnekleri soğuk şartlarda muhafaza ediyoruz. Sefer bitimi itibarıyla 24 istasyonda çalışma yapma fırsatı bulduk, örneklerimizi Türkiye’de laboratuvarda analiz etmeye başlayacağız. Doğal olarak bu analizlerin tamamlanması hızlı bir süreç değil. Bu çalışmaların sonuçlanması, değerlendirilmesi ve raporlanması aylar alacak bir süreç.” diye konuştu.
“İklim değişikliğine sebep olan en büyük faktörlerinden biri insan kaynaklı etkiler”
Antarktika’ya kıyasla Arktik bölgede daha fazla insan faaliyetinin olduğunu ve bu sebeple bölgenin daha fazla çevresel baskı altında kaldığının altını çizen Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sadece insan faaliyetleri olmasa da, okyanus akıntıları ve atmosfer hareketleriyle kirleticilerin kutup bölgelerine taşınmasından muzdarip olduğu düşünüldüğünde, burada kirleticilerin varlığı söz konusu.
Antarktika’daki gibi bir ortam burada yok ve burada yoğun bir gemi trafiği var ayrıca kıyısal alanlarda farklı ülkelere ait şehirler var. Biz aldığımız örneklerde ölçeceğimiz ağır metal konsantrasyonlarıyla bu insan kaynaklı etkiyi de görmek istiyoruz. Yaptığımız tüm çalışmalar dönüp dolaşıp iklim değişikliğine bağlanıyor.
İklim değişikliğine sebep olan en büyük faktörlerden biri insan kaynaklı etkiler diyebiliriz. Aldığımız örnekler laboratuvarda incelendikten sonra sonuçlarda insan kaynaklı etkiyi kıyıya yaklaştıkça belirgin şekilde gözlemlemeyi bekliyoruz, benzer şekilde kıyıdan okyanusa açıldıkça da daha düşük seviyeler ölçmeyi umuyoruz.”
Arktik bölgede kirletici seviyesi ve dağılımını incelemek için örnekleme ve çalışmalar yaptıklarının altını çizen Yılmaz, “İnsan faktörlü etkinin hem coğrafi olarak yakın olması hem de daha uzun süredir gerçekleşmesi sebebiyle insan etkisini daha yüksek seviyelerde ve daha geniş bir alanda bulmayı planlıyoruz.
'Organik kirleticiler' adını verdiğimiz kirletici grubu ve ağır metaller deniz ekosisteminde fitoplanktondan başlayan besin zincirinden predatörlere kadar artan miktarlarla vücutta birikiyor. Özellikle bu bölgelerden avlanan balıkların bütün dünyaya ulaştırıldığı düşünüldüğünde, buradaki kirliliğin seviyelerinin ve kaynaklarının belirlenmesi açısından önemli bir husus.” değerlendirmesinde bulundu.-
“Arktik Okyanusu’nda bilimsel çalışma yapmak büyük imkân”
2. Ulusal Arktik Bilimsel Araştırma Seferi Bilimden Sorumlu Sefer Lider Yardımcısı Prof. Dr. Ersan Başar da Arktik Okyanusu’nda bilimsel çalışma yapmanın büyük bir imkân olduğunu ifade ederek “Burası daha önce çalışma yaptığımız alanların çok dışında bir ortam. Canlılar, mikro organizmalar ve yaşam şartları çok değişken bu sebeple bilim insanları için burada bilimsel çalışma yapmak büyük bir fırsat.” diye konuştu.
Çeşitli projeleri bulunduğunu kaydeden Başar, “Fitoplankton ve zooplanktonların tespitinin yapılması bir prodüktivite çalışması, bu konu haricinde diğer bir konumuz kirlilik üzerine çalışmalarımız var. Pah kirlilik, hidro karbonlardan oluşan kirlilikler üzerine deniz ortamında almış olduğumuz örneklerde kirleticilerin tespiti yapılarak ortamda bulunan kirleticilerin alansal dağılımını çıkarmaya çalışıyoruz.” dedi.
Daha önceki seferde aynı bölgelerden aldıkları örneklerin olduğunu ifade eden Başar, önceki yıllarda yapılanlar ve daha sonraki yıllardaki örneklemelerin hepsini bir araya koyduklarında bir zaman serisi oluşturarak dağılımları daha iyi görebileceklerini belirterek, “Deniz çalışmaları zamana bağlı ve uzun soluklu çalışmalar, bu aldığımız veriler de bu çalışmaların temelini oluşturuyoruz.” ifadesini kullandı.
81 kuzey enlemini geçtikten sonra aldıkları örneklemelerde askı madde miktarının çok az olduğunu ve Svalbard’a (Norveç’e bağlı takımada) doğru güneye indiklerinde çok ciddi oranda kopepod (kürek ayaklı sınıfından bir tür organizma) olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Başar, “Örnekleme yaptığımızda çok sayıda kıpkırmızı bir kopepod topluluğuyla karşılaştık. Bu yoğunluk çok fazla, bu durum suyun verimliliği ile de alakalı ancak bu çalışmaları Türkiye’de bilimsel olarak sürdüreceğiz.” değerlendirmesinde bulundu.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.