1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Temiz deniz için kol kola...
Temiz deniz için kol kola...

Temiz deniz için kol kola...

DenizTemiz Derneği/ TURMEPA Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan Yaramancı, derneğin ülkemizde deniz bilincini yaratabilmek ve yaymak adına yürüttüğü faaliyetlerden, Türk ekonomisinden, denizlerin kirliliğine dair yapılanlar/yapılmayanları anlattı.

A+A-

Ülkemiz kıyı ve denizlerinin korunmasını ulusal bir öncelik haline getirmek ve gelecek nesillere temiz denizlerin kucakladığı yaşanabilir bir Türkiye bırakmak amacını kendine misyon edinmiş bir sivil toplum kuruluşu olan DenizTemiz Derneği/ TURMEPA Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan Yaramancı ile gerçekleştirdiğimiz sohbette; kuruluşun ülkemizde deniz bilincini yaratabilmek ve yaymak adına yürüttüğü faaliyetlerden, Türk ekonomisinden, denizlerin kirliliğine dair yapılanlar/yapılmayanlardan ve kendi hayatına dair birçok konuyu konuştuk...

Mühendissiniz fakat ciddi bir ekonomi geçmişiniz var. 2008’de çok ciddi ekonomik kriz yaşadık. Pek Türkiye’yi etkilemedi diyorlar ama Türk denizcilik sektörünü kötü etkiledi. Siz nasıl görüyorsunuz? Artık bitti mi kriz? Türk ekonomisi nereye doğru gidiyor?

Biraz geriye gidelim. 1990’lı yılların başında Amerikan ekonomisi bir durgunluğa girdi. Bu durgunluğu aşmak için Amerikalı yöneticiler piyasaya para sürerek tüketimi canlandırma yolunu seçtiler. Böylelikle tüketime yönelik imalat sanayi hareketlendi. En önemlisi de konut sektörü hareketlendi. Amerikan ekonomisi gayet iyi canlandı. Amerikalıların bu politikayı yürütürken diğer ekonomilerde olmayan bir avantajı var: Amerika istediği kadar dolar basar ve piyasaya sürer. Dünya bunu kabul ettiği için doların değerinde de bir düşme olmaz. Yani enflasyon tehlikesi Amerika’da yaşanmaz. Bundan dolayı da Amerikalılar piyasayı canlandırmak için para basma yoluna başvurabilirler.  Bu durum önce Amerika sonra da dünya piyasalarına yansıdı. Bollaşan dolar, dünyanın her yerinde kabul görüyor. Öyle olunca da bütün dünyada bir bolluk yaşanmaya başlandı. Ucuz para gelmeye başladı. Ucuz para bütün dünyadaki tüketimi teşvik etti. Gelişmekte olan ülkelerde nispeten daha fazla faiz ödenebildiği için para oralara gitti ve yatırıma dönüştü. Türkiye olarak dünya tarihinin belki de gelmiş geçmiş en verimli 10 yılını yaşadık. 2000’in başından itibaren bu paranın gelişiyle ekonomimiz de canlanmaya başladı. Bu durumu Türkiye’ye özgü bir atılım olarak algılamak mübalağa olur. 2000’den bu yana ekonomimizde yaşanan gelişmede Amerika’nın çok ciddi rolü vardır. Milli gelirimiz 4000 dolardan 10000 dolara kadar yükseldi. Bu çok memnun edici.  Ama üzülerek söylüyorum ki gelişmekte olan ülkeler içinde bu fonları en fazla tüketime kullanan Türkiye oldu. Diğer ülkeler bu fonları katma değere yönelik, ihracat yapabileceği ve büyük istihdam sağlayacak yatırımlara dönüştürdü. Brezilya, Hindistan, Çin bunu becerdi. Biz geride kaldık. İsterdik ki bu paralar 2-3 milyon istihdam yaratacak alanlara yatırılsaydı... Tüketimden üretime geçmek gerekir. Bunu tam olarak başaramadık.

Önümüzdeki süreçte hangi sektörler gelişim gösterecek?

Şimdi öyle konular var ki her zaman olmaya devam edecek. Bunların başında gıda, ulaşım gelir. Bugün dünyadaki ekonomik varlığın yüzde 20’si ulaşımdan oluşuyor. Enerji ve yeni gelişmekte olan enerji  türleri Türkiye’nin ilgilenmesi gereken bir konu. Şimdi kendi uçağımızı yapmaya kalkışırsak, yıllardır bu işi yapan Boeing, Airbus gibi devlerle uğraşacağız. Ama insansız uçak yaparsak, yeni gelişmekte olan bir alan olduğu için birçok ülkeyle aynı noktada başlayacağız. İnovasyon içeren bir yaklaşım. Boşluk olan alanları yakalamak lazım. Böylece bütün dünyaya hitap edilebilir. Biz bu para bolluğunu katma değeri yüksek, ihracata yönelik yatırımlara dönüştüremedik. Amerikalılar da eskisi gibi para basıp ortalığa atmayacağını söyledi. Para kıtlaşacak. Avrupa da ekonomisini geliştirmek için Amerika’nın yaptığını yapmaya karar verdi. Avrupa Merkez Bankası para basacağını söylüyor. Ani para azalması bu yıl ve önümüzdeki yıl olmayacak. Doların azalmasını Euro telafi edecek. Gönül ister ki ekonomimizi yönlendirenler bu bolluktan yararlansınlar. Kaçırdığımız yatırım fırsatlarına yeniden başlayalım. Bunu da kaçırırsak 2016’dan sonra Türkiye’yi çok kötü günler bekler.

Denizcilik sektörü her zaman devlete ‘Bize destek olun’ der. Küresel oyuncularla rekabet sağlayacak koşulları ister. Anlattığınız durum bu şekilde de anlaşılabilir mi?

Gayet tabii. Her sektörün kendine özgü desteklere ihtiyacı var. Devletin dağıtacağı miktar, bu talepleri karşılayacak tutarda olmaz. Devletin, ekonomisini planlarken tercih yapması lazım. Bu tercihlerin başında da istihdamı görüyorum. Türkiye gibi nüfusu fazla, işsizliği büyük bir ülkede istihdam yaratan iş kolları çok önemlidir. Uluslararası standartlarda çalışan iş gücü vardır. Bizde çalışabilir iş gücüne iş arayanlar sokuluyor. Ben işsizim, iş aramıyorum. Dolayısıyla iş arayanlar kategorisinde değilim. Bunun için de işsizlik rakamları açıklananların çok üstünde. Bunun için ihracata yönelik iş kollarına öncelik verilmesi gerekiyor. Gemi inşa bu söylediğimin tam önünde bir sektör. Hem iş  hem katma değer katıyor. Bu yüzden ilk önce desteklenmesi gereken sektörlerin başında görüyorum gemi inşa sanayiyi.

Siz Bolu doğumlusunuz. Denizi ilk ne zaman gördünüz?

Ben aslında Ankara doğumluyum. Biz İstanbullu bir aileyiz. Babamın ailesi Boluludur. Nüfus kağıdımı yenilerken de nüfus müdürü Bolu yazmış. Çocukluğum da İsviçre’de geçti.

Amatör denizciliğin en yaygın olduğu yerlerden biri...

Bizim denizle pek alakamız yoktu. Babamın akademik kariyeri nedeniyle, annemle birlikte uzun zaman Zürih’te yaşadılar. Babam Türkiye’nin ilk jeofizik yüksek mühendisidir. Doktora ve doçentliğini İsviçre’de yaptı. Annem de tarih doktorasını orada yaptı. Ben de 4-8 yaş arasını orada geçirdim. Ben de Hannover’de yüksek tahsil yaptım. Dolayısıyla beni Alman kökenli olarak görürler. Koç Holding’e girdiğim zaman rahmetli Filiz Ofluoğlu oradaydı. Benim formuma, Alman ekollü biri olmasına rağmen istikbal vadeden bir genç olarak not düştü. Koç Holding Amerikan ekolüdür. Ben orada güzel bir kariyer yapabildim.

Denizle ilgili anılarınızdan bahseder misiniz?

Zürih Gölü’nü hatırlıyorum.  Plajlar çok güzeldi. Kışın kapalı havuzlara giderdim. 6 yaşında yüzmeyi öğrendim. İstanbul’a da dönünce denizle iç içe yaşama imkanı buldum.

İstanbul nasıl bir şehir sizce?

1840 yılında basılmış, Hristiyanlık ve İslam alemini anlatan ve karşılaştıran çok önemli bir yayından bahsettiler. O yayının içinde bir harita var. Orada İstanbul dünyanın başkenti olarak gösteriliyor. İstanbul böyle bir şehir. Ben İstanbul'un nostaljik, güzel günlerini yaşayabildim. İstanbul levanten bir şehirdi. Doğu Akdeniz şehriydi. 1958’lerde. 900 bin nüfusun olduğu ve 350 binin gayrimüslimlerden oluştuğu bir şehirdi. Lise talebesi olarak İstiklal Caddesi’ne kravatsız çıkmamaya özen gösterdiğimiz bir dönemdi. İnsanlar birbirine çok saygılıydı. 6-7 Eylül olayları çok önemli bir dönüm noktası. Yanlış hükümet ve medya politikaları, bizimle yıllardır yaşamış insanları hedef haline getirildi ve biz onları kovduk. Onların yerine de kırsaldan insanları doldurduk. 2010’ların orta şark şehrine dönüşmüş oldu İstanbul. Biz Ayazpaşa’da otururduk. Kabataş iskelesinden denize atlardık. O zaman dipteki taşları sayardınız. O kadar temizdi. 1959’da da Değirmendere’de Körfez geçme yarışı yapılırdı. O yarışlara da katılmışlığım vardı.

Maalesef şimdi denizin dibine görmek mümkün değil. Bunu koruyamayan bir bilinç eksikliği var. Siz TURMEPA’nın başındasınız. Neler yapıyorsunuz?

Ben insanların bakış açısını iki kalıba oturtuyorum. Bir tanesi avcı diğeri de çiftçi kültürüdür. Avcı, av üretmeyi düşünmez. Var olanı tüketir. Çiftçi ise üretmeye odaklıdır. Biz Orta Asya’dan beri avcı kültürünü bırakmadık. Bunun son hedefi de İstanbul olmuştur. Anadolu insanı da avlanmak için İstanbul’a gelmiş. Ama artık çiftçi kültürünün başlama zamanı geldi. Av arayacağımız yer kalmadı. Çiftçi gibi düşünmeye başlayalım. O zaman denizi nasıl koruyacağımızı düşünmeye başlarız. TURMEPA, dünyadaki çevre duyarlılığının Türkiye’ye bir yansımasıdır. Önce bu bilinç karada başladı. Kesilen ağaçlar buna örnek. Denizler biraz uzak kaldı. Türkiye’de yeşile dönük girişimler ufak ufak başladı, 1980’den sonra TEMA’yla hızlandı. Ben de TEMA’nın mensubuyum. O zamanlar bir avuç denizsever de denizler için ortaya çıkmış. Bu işin bayraktarlığını da o tarihlerde Rahmi Koç yapıyor. Ama buraya damgasını asıl vuran Deniz Ticaret Odası. Başarılı olduğumuz nokta, turistik yörelerimizde, özellikle deniz turizmine yönelik yörelerde bu bilinci pekiştirmiş olmamız. Bunun sonucu da kirlenmeden oraların korunması. Göcek bunların başında geliyor. Denizin denizden gelen kirlenme payı yüzde 10’dur. Karadan gelen kirlilik artan oranda devam ediyor. TURMEPA olarak ne kadar çaba sarf ettiysek de henüz istenilen neticeye ulaşamadık. İstanbul, atık su alım tesis yatırımlarına hız verdi. Ama hala biyolojik olarak arıtılan su, toplam atık suyun yüzde 30’udur. İstanbul’da günde 3 milyon tona yakın atık su oluşuyor. Bunun sadece 900 bin tonu arıtmadan geçirilebiliyor. Yani ciddi bir arıtma eksikliği var. Umuyorum belediyeler gereken yatırımları yaparlar. Tüm Marmara’nın arıtmasının sağlanması yaklaşık 5 milyar dolarlık bir bütçe. İBB, yılda 1 milyar dolardan beş yılda bu tesisi yapmaya maddi olarak müsaittir. Hadise, 1 milyar çevre için harcandığında kaç oy alırıma geliyor. Bu hastalıktan henüz kurtulamadık. Denizin kirlenmesi engellemek, kirlenmiş denizi temizlemekten 10 kat daha ucuzdur.  Japonlar 1870’ten beri deniz temizliği konusunda yaptıkları olayları anlattılar. 1870’ten beri… Biz henüz 15 yıldır konuşuyoruz. Sadece belediye olarak değil hükümet programı çerçevesinde özellikle sahil belediyelerinin alt yapı çalışmalarını tamamlaması gerektiğini düşünüyorum. Hükümet bir tendon koymalıdır. Ona göre bütçeler yapılmalı. 2000’ne yakın sahil belediyesi var. Sadece 600’ünde artıma var. 400’ünde kanalizasyon bile yok. Tehlike bu kadar büyük. Devlet kademesi tarafından ele alınması lazım. Biz sivil toplum örgütü olarak bilinç oluşturmaya çalışıyoruz. Kitlelerin talebi çok çok önemli. Denizlere bugün sahip çıkmalıyız. 10 milyondan fazla ilk ve ortaokul kuşağındaki çocuklara eğitim verdik. İnternet sayfamızda her an erişilebilir eğitim programlarımız var. Senede bir kere okula gidip eğitim vermektense her an eğitim alabilirler artık. En geç 10 yıl sonra deniz bilinci daha fazla olacak. 15 yıldır, 3 seçimdir başkan adaylarıyla toplantı yapmayı istedik ama hiç olumlu cevap alamadık. Fakat bir gün biri çıkıp "Deniz için  ne yapacaksınız?" diye soracak ve biz o gün emeğimizin karşılığını almış olacağız. Bu bilinç ağaçlarda oluştu. Ama denizde bu bilince ulaşamadık henüz. İnsanlarımız denize uzak. İstanbul’da 200 bin, denizi canlı görmemiş çocuk var. 23 Nisan’da tekneyle gösteriyoruz çocuklara denizi. TURMEPA olarak bundan sonra geniş halk katmanlarında bu bilinci yaratacak çalışmalara giriyoruz. İlk önce elit bir grubun önderliğinde başlamış bu hareketi daha geniş bir tabana yayıp taban tarafından benimsenmesine çalışıyoruz. Balıkçılık dernekleri çok yardımcı oldular. DTO’nun temsilcileri daha geniş kitlelere ulaşmamızı sağladı. Denizi zenginin hobisi olmaktan çıkardık.

Peki balığı sever misiniz?

Balığı çok severim ve tutarım. Yüzmeyi ve tekneyi çok severim. Ama eşimi tekne tuttuğu için hiç tekne sahibi olamadım.

Ulaşım bakımından denizi yeteri kadar kullanıyor muyuz?

Biz Tuzla’da 1995’e kadar denize giriyorduk. Şu anda kimyevi kirlilik çok arttı. Koli basili ölçümü yapılıyor her sene. Oran 2 bini aştı. Ertesi sene 1200’e düştü.  Tuzla’da deri sanayi de çok yaygın ve onların atıkları çok ağır. Koli basili de o şekilde öldü. O kadar ağır metal var atıklarda. Marmara’nın tümü kimyevi bakımdan kirlenmiştir. Çok ciddi bir kirlilikle karşı karşıyayız.  Marmara’da avlanan balıktaki kimyevi kirlilik, Türkiye standartlarının bile çok üstünde. Maliyet yüzünden, arıtma tesisi olduğu halde çalıştırmayan sanayi tesislerimiz var. Bunu da gidermek lazım. O da denetimle olur.  Çevre konusundaki düzenlemelerin elden geçmesi gerekiyor. Bu işi sonuçlandıracak olan kamudur. Biz sivil toplum kuruluşu olarak kamuyu yerden yere vurarak hiçbir aşama kaydedemeyiz. Ben kol kola gitme taraftarıyım. Bizim kamudan ricamız çevreye ve denize öncelik vermeleri. İyi iş yapan insanlara teşekkür etmemiz lazım. Ben İBB’nin son dört yıldır arıtma ve atık alımla ilgili yaptıkları çalışmaları takdirle anıyorum. Yeterli mi, değil. Ama teşekkür ediyorum.

Göcek’te mavi kart uygulamasına geçildi. TURMEPA ve DTO’nun bu işin içinde daha fazla olması söz konusu…

Türkiye'de bu tür sorunları çözmenin yolu, sivil toplum örgütlerine kanuni bir dayanak ve mevzuat içinde de belli bir sorumluluk, yetki vermek. Dernekler gönüllüdür. Kamusal öncülüğe sahip değiller. Biz bir kamu kurumu değiliz. Ama denizin sorunu kamusal değerdedir. DTO bu amaçla kurulup yetkilendirilmiştir. Çok doğru bir adımdır. TURMEPA’nın engelleri aşamadığı noktada DTO çok önemli kamu rolü oynuyor. Onların ağırlığıyla biz sorunları  daha rahat dile getirebiliyoruz. DTO’nun çok büyük bir yararı var. DTO’nun çevreyle ilgilenmesi, bizim daha fazla ön plana çıkmamızı sağlıyor. Bize  çok büyük destekleri oldu. İdeallerimizin gerçeğe dönmesinde çok önemli adımlar atıyorlar. Başta Metin Kalkavan ve Cengiz Kaptanoğlu çok sevdiğim dostlarım ve bizi çok önemsiyorlar. Onların da vasıtasıyla bütün DTO mensuplarını saygıyla selamlıyorum.

 

 

 

 

virahaber.com

Bu haber toplam 2072 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.