Su Ürünleri Tanımlamasından Yoksun Bir Ülke ve Akademik Kuruluşları Bölüm 1
Nezih BİLECİK
Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi
BÖLÜM - 1
Bu çerçevede güzel Türkçemizde bilimsel terminoloji açısından karşılığı bulunmayan fakat yapay olarak anlam kazandırılmaya çalışılan ve iki sözcükten oluşan “su ürünleri” tanımlamasının yarattığı, neredeyse 100 yılı bulmaya yakın bir karmaşanın içindeyiz.
Cumhuriyetimizin kurulduğu 1923 yılından günümüze kadar geçen süreçte balıkçılık ile ilgili olarak yapılacak atılımlarda, düzenlemelerde, haberlerde tam anlamıyla yörüngesine oturtulamayan bir kavram kargaşasının yaşandığı görülür. Gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında ve gerekse basında balıkçılık ile ilgili haber ve bilgilendirmelerde kullanılan tanımlamalar “balıkçılık”, “balıkçılık mektebi”, “balıkçılık mütehassısı”, “denizaltı mahsulü”, “deniz mahsulleri”, “denizlerde avlanılan ürünler”, “su ürünleri layihası”, “su mahsulleri kanunu” olarak süregelmiştir. Nihayetinde ise 4 Nisan 1971 tarihinde 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu yürürlüğe girmiştir(1). Kanunun bu şekilde isimlendirilmesiyle oluşan gelişme aslında parlamenterlerin bilimsel terminolojiye egemen olamamalarının yanı sıra 1970’li yılları kapsayan zaman diliminde ilgili akademik kuruluşların da konuyu önemsemeyip es geçmeleridir.
Sorgulamak ve Sorgulanmak
Küresel ölçekli bir “balıkçılık” tanımlaması varken ülkemiz akademik kesimince neden yapay bir “su ürünleri” tanımlaması topluma mal edilmeye çalışılıyor. Toplumsal alanda hatta resmi ortamlarda bile bir dereceye kadar mazur görülebilecek bu gelişimin tam tersine akademik ortamlar için söz konusu bile edilmemesi gerektiğidir. Özellikle üniversitelerimizde ilgili fakülte veya bölüm öğretim üyelerinin sessizliği, görmezliği ve umursamazlığın bilim çatısı altında yeri olmaması gerekmez mi? Geçmişte böyle bir düzenleme yapılmış, olmuş, bitmiş felsefesi akademik yapıyla örtüşmeyen bir tutum değil midir?
“Balıkçılık” tanımlaması yerine özellikle 1970’li yıllar sonrasının konu ilgilisi çoğu akademisyenlerince “su ürünleri” sözcüklerinin ısrarla topluma enjekte edilmesi normal bir gelişme değildir. Bilim dünyası diye tanımlanan üniversitelerimizde böyle bir yanlışlığın olmaması gerekirken tam tersine bir durum söz konusudur. İki sözcük yüzünden üniversitelerimizin ilgili fakültelerini bilim dışılıkla suçlamak abartı veya saçma sapan bir yaklaşım olarak yorumlanabilir. Ama unutulmamalıdır ki akademik ortamlar en üst düzey bilgilerin öğrencilerine ve topluma yansıtıldığı yerlerdir. Haliyle yanlışlığı bilerek ısrarla sürdüren akademisyenler kendilerini bilimci kavramının dışına çıkartmış olmuyorlar mı? Çünkü bilimsel ortamlar yanlışlıkların sürdürüldüğü ve üretildiği ortamlar olmayıp, tam tersine bilimin gerekliliklerin yani doğruların yer bulduğu mekânlardır. Diğer bir deyişle mantığın, gerçeğin ve deneylerle doğrulanmış bilgilerin egemen olduğu ortamlardır. Bu nedenle yanlışlığı inadına sürdüren akademisyenlere statü gereği salt öğretim üyesi olarak bakılabileceğidir. Şayet varsa bilgi kirliliği, bilgi yanlışlığı ve bilgi kargaşası bilimle giderilir. Bilim bunun için vardır.
Balıkçılığın Bilimsel İlgi Alanı Tanımlamaları
Balıkçılığın ilgi alanına giren küresel ölçekli onlarca bilimsel tanımlama bulunmaktadır(2). Bunlardan baskın olan üç tanımlamanın izahı ile yetinelim.
Balıkçılık (fishery): Balık avlama, üretme, besleme, satma vb. faaliyetlerin bütünüdür. Bu eylemleri yapan meslek grubu temsilcilerine de balıkçı (fisherman) denir.
Bu tarifin içeriğini açmak gerekli. Balık avlama doğal sucul canlı kaynağın insan eliyle tüketimine yönelik eylemidir. Bu eylem amatör balıkçılığın haricinde iki şekilde gerçekleştirilir. Birincisi İngilizce’de “artisanal fisheries” denilen ülkemizde ise eşdeğer anlamda kıyı balıkçılığı, küçük ölçekli balıkçılık, nafaka balıkçılığı veya geleneksel balıkçılık tabir edilen ve küçük boyutlu teknelerle günü birlik yapılan avcılıktır. Ülkemizde kıyı balıkçılığında kullanılan teknelerin boyutu 6-12 m ve 9-90 HP (Beygir gücü) olabilmektedir.
İkincisi ise İngilizce’de “industrial fishery” dilimizde de endüstriyel balıkçılık denilen; ülkemizde trol (14-26 m boy, 20-120 Gros ton ve 180-800 HP) ve gırgır tekneleriyle (14-63 m boy, 18-600 Gros ton ve 200-2400 HP) yapılan büyük ölçekli kıyı ve kıyı ötesi olarak gerçekleştirilen bir avcılıktır. Küresel ölçekte bu balıkçılık insan tüketimine yönelik olmasının yanı sıra başka amaçlar için (yem, gübre, yağ vs) yapılan balıkçılık türüdür ki en olumsuz yanı beslenme zincirinin temelini oluşturan alt basamaktaki balıkları yok etmesidir.
Balıkçılığın üretime ve beslemeye dayalı uygulaması ise İngilizce’de “aquaculture”, dilimizde de onun okunuş şekli olan “akvakültür” veya daha açık şekliyle “kontrollü balık yetiştiriciliğidir”. Aqua’nın (akva) dilimizdeki karşılığı “su” olup akvakültürün tanımlaması ise sucul canlı yetiştiriciliğidir. Daha genişletilmiş ifade ile sucul canlıların sınırlı alanlarda (havuz, ağ kafes vb) besiye alınması ile döllenme dahil yumurtadan başlatılarak genç bireylerin belirli bir boya ya da pazar boyuna ulaşıncaya kadar yetiştirilmesidir. Kontrollü balık yetiştiriciliği uygulamalarının yaşam bulduğu yer İngilizce’de “hatchery” dilimizde ise kuluçkahane denilen ortamdır. Kuluçkahane; balık yumurta ve larvalarından genç balıkların elde edildiği kapalı ve yarı kapalı üretim yeridir.
Balıkçılık Biyolojisi (fisheries biology): Balık biliminde üretilen bilgiler ile hayvan bilimi, bitki bilimi, fizik, kimya, matematik, istatistik gibi diğer bilim dallarında sucul ortamla ilişkili olarak üretilen bilgileri kullanarak, balık topluluklarının sayısal miktarlarının yer ve zamana göre değişmelerinin araştırılması ile bunların çevre ve avcılıkla olan ilişkilerini ortaya koyan, ticari ve sportif balıkçılıkta en iyi ürüne ulaşma yollarını aramayla uğraşan uygulamalı bilim dalıdır. Bu bilim dalının temsilcilerine de balıkçılık biyoloğu (fisheries biologist) denir.
Balık Bilimi (ichthyology[O1] ): Zoolojinin yani hayvan biliminin balıkları inceleyen alt bilim dalıdır. Balıkların hayat hikâyeleri, sistematiği, anatomisi, coğrafi dağılımları ve ekolojisi bu alt bilim dalının ilgi alanına girer. Bu alanın uygulamasını yapanlar da ihtiyolog (Ichthyologist) olarak tanımlanır.
Bu tanımlamalar aslında sucul ortam biyolojisinin çatısında, bilimsel tanımlama ile hidrobiyoloji şemsiyesi altında kendilerine yer bulurlar. Kısaca hidrobiyoloji; sularda yaşayan canlıların fizyolojisini, enerji değişimini, çevre etmenlerinin rolünü, davranışı, üreme ve büyümesi ile türler arası ilişkilerini, topluluklarını, besin alışverişi ilişkilerini yani hayatı ve yaşam tarzını inceleyen bilimdir. Öz tanımlama ile sucul ortamlardaki hayatı inceleyen bilim. Bu bilim dalının eğitimini alan ve uygulamasını yapan bireylere hidrobiyolog (hydrobiologist) denir.
Gerçek Dışı Bir Tanımlama: “Su Ürünleri”
Yukarıda belirtilen tanımlamalar küresel ölçekli tanımlamalardır. Buna karşın küresel ölçekte bilimsel içerikli balıkçılığa eşdeğer bir “Su Ürünleri” (water product) diye bir kavram ve tanımlaması yoktur. Olmayan bir kavramın bilimsel bir kavram diye toplumumuza dayatılması ülkemiz çoğu akademisyenlerine has bir özellik olsa gerektir. Anlamı olmayan fakat anlamlandırılmaya yapay olarak zorlanan bir sözcüğün tanımlaması olur mu? Sadece balıkçılık tanımlamasının içeriğini kopyala yapıştır mantığı ile aşırılan bir “su ürünleri” tarifi bulunmaktadır. Argoda bir tabir vardır: “Yersen!” derler.
“Su ürünleri” sözcüklerinin ardından gidenler akvakültür (aquaculture) tanımlamasındaki akva (aqua: su) sözcüğünü sanırım kendilerine bir sığınak olarak görme eğilimindeler. Buna verilecek yanıt: “- Ne alaka”.
Hatalı bir tanımlamanın kanuna, tüzüğe, akademik kuruluşlara, kooperatiflere ve konu yükümlüsü genel müdürlüğe isim olarak monte edilmesinin hem mantıksal hem de bilimsel bir açıklaması yoktur. Buna karşın ülkemizde hepsi günlük hayatımızın birer parçası olarak varlıklarını sürdürüyorlar. En iyisi “su ürünleri” tanımlamasının içinin boşluğunu; ilkin sözcük anlamlarıyla yanlışlığını, bu arada ülkemizde “balıkçılık fakültesi” olarak isimlendirilmesi gereken eğitim kuruluşlarının neden “su ürünleri fakültesi” olarak tanımlandığını ve kasıtlı olarak yapılan bu uygulamanın altında yatan nedenleri gün ışığına kısa ve öz olarak ortaya koymak işin doğrusu olsa gerektir.
Canlılar Alemine Minyatür Bir Bakış
Canlı çeşitliliği, biyolojik sistemlerin en temel özelliklerinden biridir. Fizik ve kimyada çalışılan temel parçacıkların ve elementlerin sayısı birkaç yüz ile sınırlı kaldığı halde, biyolojik bilimlerin konusu olan canlı türlerinin sayısı üzerinde tahminler 5 ile 50 milyon arasında değişmektedir. Bununla birlikte, bugüne kadar ancak 1,7 milyon canlı türü bilimsel olarak tanımlanıp isimlendirilmiştir (Kence, A. 1990) (3).
Dünyamızda var olan canlılar günümüz bilgileri itibariyle sistematik açıdan 6 grupta sınıflandırılırlar. Bunlar “Monera Alemi”, “Arkeler Alemi”, “Protista Alemi”, “Fungi Alemi”, “Bitkiler Alemi” ve “Hayvanlar Alemi” (4-5).
Genel oluşumuyla canlılar hem mikro hem de makro boyutta olabilmekteler. Gerek bitkisel ve gerekçe hayvansal mikroskobik canlılar elektron mikroskopuyla gözlemlenebildikleri gibi bitkiler âleminde Amerika Birleşik Devletlerinin California kıyılarındaki servigiller (Cupressaceae) familyasından “Sahil Sekoyası” (Sequoia sempervirens), 120 m. boy, 7 m. çapında bulunabilmektedir(6). Benzer şekilde hayvanlar âleminde de ağırlığı 100 tona, uzunlukları 31 metreye erişebilen mavi balinalarda (Balaoneptera musculus) olabilmektedir(7). Burada değinilmek istenen husus boyutu ne olursa olsun belirtilen 6 gruba dâhil olan milyonlarca türün canlılar dünyasının birer temsilcileri olduğudur.
Ürün Nedir?
En sade şekliyle doğadan elde edilen üretilen yararlı şeydir. Ürün 2 yöntemle elde edilir. Birincisi; doğada var olan gerek bitkisel ve gerekçe hayvansal kökenli canlıların, canlılık unsurlarının giderilmesinden sonraki aşamada bunların işlenerek insanların yararına sunulmasıdır. Örneğin; Ürün bir mersin balığı havyarının konserve veya bir yılan balığının füme olarak işlenip piyasaya sürülmüş halidir. Sardalyenin tuzlanarak işlenmişi veya konservesi bir üründür. Keza bir ineğin sütünü hem süt olarak işlemenin yanı sıra sütün yoğurt, peynir, tereyağı, kaymak haline dönüştürülmesi onları ürün kategorisine dâhil eder.
Bitkilerden elde edilen yakacak, kâğıt, kereste, zamk, boya, ilaç, reçine, kauçuk, bitkisel yağlar ve dokumacılığın ham maddesi bitkisel liflerin her biri ürün olarak tanımlanır. Benzer şekilde bir asmanın üzümü ve üzümden elde edilen sirke, şıra, rakı ve şarap birer üründür.
İkincisi ise doğada mevcut cansız unsurların bilgi ve teknolojiyle işlenerek, insanların istifadesine sunulmuş halidir. En belirgin örnek olarak petrolden türetilen ürünleri sayabiliriz. Plastik, asfalt, katran, parafin, mazot, benzin, gazyağı gibi. Benzer şekilde bir otomobil üründür. Onu meydana getiren her bir parçada da ayrı birer üründür.
Sözcük Anlamında Gerçeği Bulmak
Canlı ve ürün sözcüklerinin minyatür tanımlamasından sonra bir zihin jimnastiğine yönelerek işin doğrusunu belirlemek sanırım kolaylaşacaktır. Değişik birer örnekle konuyu açıklık getirmekte yarar vardır. Örneğin; Manda boynuzlugiller familyasının sığırlar alt familyasına ait bir türü müdür, yoksa bir ürün müdür? Tavuk sülüngiller familyasından evcilleştirilmiş bir kuş alt türü müdür, yoksa bir ürün müdür? Uskumru kemikli balıkların uskumrugiller familyasına ait bir balık türü müdür, yoksa bir ürün müdür? Çam ağacı, çamgiller familyasından iğne yapraklıların bir türü müdür, yoksa bir ürün müdür?
En sade şekliyle hamsi, midye, kalamar, balina, köpek balığı, sudak, sazan bir su ürünü müdür, diğer bir ifade ile suyun ürünü müdür? Yoksa sucul ortamda yani denizlerde ve iç-sularda genel tanımlama ile sucul ortamda yaşamını sürdüren canlılar mıdır? Sonuç olarak; canlının bizzat kendisine ürün olarak bakılamayacağıdır. Ürün herhangi bir canlının, canlılık unsurunun ortadan kalkmasıyla onun işlenerek insan veya diğer canlıların yararına kullanılabilecek hale getirilmesidir. Konu bu kadar sade ve anlaşılırdır.
Gerçeklerin Gün Işığına Çıkma Özelliği
“Su Ürünleri” diye bir kavram olmadığını su ürünleri fakültelerinin kurulmasına, 1980 askeri darbesini gerçekleştiren Cunta Yönetimi aracılığıyla önayak olan rahmetli Pof. Dr. İsmet Baran tarafından bizzat itiraf edilmiş ve bu isimlendirmenin nasıl bir zorlamayla vücut bulduğuna açıklık getirmiştir. Bu nedenle SÜMDER (Su Ürünleri Mühendisleri Dergisi), 2010. “Prof. Dr. İsmet Baran ile söyleşi: Belgelerle Su Ürünleri Fakültelerinin Kuruluşu”. Su Ürünleri Mühendisleri Derneği Dergisi. Sayı 35/42, s. 63-77.’den alınan bir kesit gerçeğin gün ışığına çıkışına somut bir örnek olsa gerektir.
Dönemin İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi öğretim üyesi olup daha sonraki yıllarda Dekanı olan Prof. Dr. Meriç Albay’ın hem hocası hem de Su Ürünleri Fakültelerinin kurucusu Prof. Dr. İsmet Baran ile yaptığı söyleşinin bir bölümü eskilerin deyişi ile “ayağına dolanmak/takdiri ilahi” değil de nedir! Hep beraber o bölümü okuyalım.
“Meriç Albay: …"Acaba fakültelerin özellikle bakanlıklara bağlı ilgili birimlerde daha doğru çok sayıda temsil edilmesi için fakültelerin ismini mi değiştirmek lazım? Ya da yeni bir oluşuma mı gitmek gerekir? Bu konuda ne düşünürsünüz"?
İsmet Baran: "Aslında su ürünleri kelimesi yanlış. Bunu biz başlangıçta fakültenin kurulması için vermiş olduğumuz çabada bir noktada Ziraat Fakültesi kökenli olan arkadaşlarımızın ısrarı nedeniyle böyle olmasına peki dedik. Aslında yanlış. Su ürünleri bir sonuçtur. Yani esas obje balıktır. Yani ister tatlı sularda olsun ister denizlerde olsun esas obje balıktır. Yani bunun planktonundan tutunda gıda zincirini ele alın, her şey denizde balığa hizmet eder. Esas obje balıktır. O itibariyle bizim fakültelerimizin isminin mutlak suretle “Deniz Bilimleri ve Balıkçılık Fakültesi” şeklinde düzeltilmesi lazım. Doğrusu bu. Deniz Bilimleri biliyorsunuz geniş bir kavram ve bunun içerisine her şeyi sokabilirsiniz. Deniz ve Balıkçılık bunlar birbirinden ayrılmayan iki unsurdur. Bu nedenle denizlerdeki çevre sorunu için su ürünleri şu anda ne yazık ki Balıkçılık Bilimleri Mühendisi diyelim biz buna Balıkçılık Mühendisi mutlak surette olması gerekir. Onsuz olmaz, onsuz çevre olmaz esas objeyle ilgilenen onlar. Balığın çevresi ile ilişkisi esastır. Eee bu konudaki birikimi olan kim? Deniz ve Balıkçılık Bilimleri Mühendisi. Bunun da ismini bu şekilde koymak lazım. Yanlışı da düzeltmekte yarar var. Belki de bu yanlıştan kaynaklanan yani ön yargılar da mevcut olabilir".
Meriç Albay: "İstismarlar olabilir".
İsmet Baran: "İstismarlar, sıkıntılar olabilir. Ve karşılığını dünyada hiçbir ülkede göremezsiniz. Yok, öyle bir şey. Su ürünleri diye yok öyle bir kavram. Yani zamanında ben çok ısrar ettim ama arkadaşların ısrarı ile yalnız kaldım. Ama önemli olan fakültenin kurulması olduğu için evet demek zorunda kaldık. Ama çok güzel bir noktaya temas ettiniz. Mutlaka fakültelerin adının Su Ürünleri Fakültesi olmaktan çıkarıp mutlak Deniz ve Balıkçılık Bilimleri Fakültesi haline getirilmesi, bu yanlışlığın düzeltilmesi ve mezun olan arkadaşlarımıza Deniz ve Balıkçılık Mühendisi unvanının verilmesi gerekmektedir. Ve böylelikle sizin söylediğiniz bu kavram özellikle çevreyle olan ilişkilerde ve eğitimi de zaten ona göre geliştirip daha akıllıca bir yön vermek lazım. Eğitim programında olmayan bazı şeyler var. Çağa uymak lazım. Bugün çevre konusu dünyanın bir numaralı konusudur.”
Bir bilimcinin bilimsel terminolojide yer almayan sözcükleri asli terim dururken kasıtlı olarak kullanmaması işin doğrusu değil miydi? Aynı kişinin çok yıllar sonrası dünyanın hiçbir ülkesinde su ürünleri diye bir tanımlamanın olmadığını dile getirmesi de pişmanlığının bir göstergesi olsa gerek. Kendisinin önayak olduğu ve 1982 yılında kurulan su ürünleri fakültelerinin bu tanımlama ile kurulmasına ziraat ekolü kökenli akademisyenlerin ısrarını da mazeret olarak göstermesi de ayrı bir zafiyet unsuru olduğudur. Hizmet süresini doldurup emekli olduktan sonra 2010 yılında kendisiyle yapılan röportajda da dramatik bir şekilde günah çıkardığına tanık oluyoruz.
Bu röportajdan 7 yıl sonra akademik ortamda yepyeni trajikomik bir gelişme yaşandı. Takvimler 3 Temmuz 2017’yi gösterdiğinde 30113 sayılı Resmî Gazetede ilginç bir kararname yayınlandı. Buna göre 13/03/2017 tarihli ve 2017/10332 sayılı Kararnamenin eki, Karar madde 2/2’de “İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı Su Ürünleri Fakültesinin adı Su Bilimleri Fakültesi olarak değiştirilmiştir” ibaresi yer aldı.
Subiliminin evrensel tanımlaması “hidroloji” (hydrology) sözcüğüdür. Subiliminin genel tanımlaması; Yer küresinde bulunan suların oluşumunu, dolaşımını (çevrimini), dağılımını, fiziksel ve kimyasal özelliklerini ve çevre ile ilişkilerini inceleyen temel ve uygulamalı bir bilim dalı olduğudur. Bu bilim dalının fakültede verilen balık hastalıkları, avlanma yöntemlerini içeren balıkçılık tekniği, balık-gıda işleme teknolojisinin, deniz ve iç-su canlıları ve bunların yönetiminin, balık yetiştiriciliğinin hidroloji-su bilimi ile bağlantısının olmadığı net bir şekilde ortada değil midir? Üniversitede eğitim görmeye hazırlanan genç kuşağı yanıltıcı ve evrensel tanımlamayla örtüşmeyen ve bilim dışı bir isimlendirme olan Su Ürünleri Fakültesi tanımlaması bu kere Su Bilimleri Fakültesi olarak yine balıkçılık eğitimi dışı yanlış tanımlama ile tarihteki yerini kaptı. Yapılan yeni fakülte isimlendirmesinin özü yanlışın bir başka yanlışla örtülüyor olmasından başka bir şey olmadığıdır. Oysa iki yanlış bir doğru etmezdi(8)!
Peki, bu tanımlamanın mimarı kimdi acaba? Yanıtı hemen hazır. 2010 yılında Su Ürünleri Fakültelerinin kurulmasına neden olan öğretim üyesi ile röportaj yapan ve 2012-2020 yıllarında İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri/Bilimleri Fakültesi Dekanlığı yapmış olan kişi. Bu gelişme karşısında ister istemez insanın aklına “Üzüm üzüme baka baka kararır” atasözü gelmekte. Kurucu Dekan fakülte adının hatalı yapıldığını itiraf ediyor, bu hatadan ders alınması gerekirken öğrencisi olan dekan da daha katmerli bir hataya göstere göstere imza atıyor. Bu gelişmeye nasıl yorum yapılabilir ki!
Devam edecek
Not: (Makale “Öncelik Mesleki Tutuculuk Değil Türkiye Olmalıydı” başlığı ile devam edecektir.)