1. HABERLER

  2. DÜNYA

  3. Sıra Avrupa Baharı'nda mı?
Sıra Avrupa Baharı'nda mı?

Sıra Avrupa Baharı'nda mı?

Avrupa'da yaşanan son gelişmeler, Yunanistan'da sol hükümetin seçimleri kazanması ve yine İspanya'da sol partinin seçim araştırmalarında önde gözükmesi, yeni bir 'bahar' hareketinin habercisi şeklinde yorumlanıyor.

A+A-

Avrupa'da yaşanan son gelişmeler, Yunanistan'da sol hükümetin seçimleri kazanması ve yine İspanya'da sol partinin seçim araştırmalarında önde gözükmesi,  yeni bir 'bahar' hareketinin habercisi şeklinde yorumlanıyor. Jeopolitikçi ve Stratejist Dr. Nejat Tarakçı Avrupa'da yaşanan son gelişmeler ve gelecekte yaşanacak süpriz senaryolarla ilgili kaleme aldığı makalesini sizlerle paylaşıyoruz:

Sıra Avrupa Baharı'nda mı?

Toplumları mutlu etmeyen ekonomik sistemler bir gün mutlaka yıkılırlar. Bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrası iki sistemli siyasi ve askeri yapı ve ona bağlı iki farklı ekonomik sistem dünyaya egemen hale geldi. Rekabet eden ve gerektiğinde çatışan bu iki sistem Asya’dan, Afrika’ya, Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya dünyanın her yerinde etki ve nüfuz alanı mücadelesi içinde oldu. O dönemdeki savaşlarda büyük güçler doğrudan değil, dolaylı bir mücadele içinde çatışanlara destek veriyorlardı. Bir de Üçüncü Dünya Ülkeleri adı verilen her iki sisteme de bağlı olmayan ancak ideolojik destek veren ülkeler vardı. Buna rağmen toplumlar kendi sistemleri içinde göreceli olarak mutlu idiler. Kapitalist sistem, kontrol ve sömürü düzenini Endonezya, Türkiye, İran, Libya, Cezayir örneklerinde olduğu gibi ülkeler bazında münferit projeler ile sağlamaya çalışıyordu. Sovyetler Birliği de yardım, silahlandırma, eğitim, ekonomik işbirliği ve ortak yatırımlarla bu sistemi dengelemeye çalışıyordu.

AB’nin Doğuşu ve Misyonu

İnsani ve toplumsal anlamda AB, İkinci Dünya Savaşı sonunda harap olan bir kıtanın ve çok acı çeken halkların yeniden aynı şeylerin yaşanmaması için bir araya geldiği bir kuruluştur. Her iki savaşta Avrupa’yı kurtaran ABD, tarihsel anlamda ABD’yi kuran Avrupalı köklerine olan minnet borcunu ödemiş oldu. Soğuk Savaş döneminde ABD vesayeti ve NATO şemsiyesi altında güvenlik sorunlarını minimize eden AB, giderek ekonomik alanda güçlendi. Bu gelişim Soğuk Savaş sonrasında bambaşka bir siyasi tabloya dönüştü. Bir yandan Sovyetlerden kopan ülkelerin AB’ye üye yapılması bir yandan NATO yoluyla ABD’nin Rusya’nın doğal sınırlarına yaklaşması Avrupa’nın 60 yıllık siyasi coğrafyasını tamamen değiştirdi.Ama en büyük değişim, dünyaya hâkim olan ve tek ekonomik sistem içinde tüm ülkelerin birleştirilme projesi oldu. Bunun adı neoliberalizmdi.  Soğuk Savaş’ın sona ermesinden 2007 yılına kadar geçen sürede demokrasilerin sayısı 76’dan 123’e, liberal demokrasilerin sayısı 53’den 90’a yükseldi. Rusya’da dâhil, hiçbir ülkenin bundan kaçışı mümkün değildi. AB, zaten bu projesinin en büyük destekçisi ve ABD’nin ortağı idi. Ancak ortaklar takip eden 10 yıl içinde küresel paylaşım sorunları nedeniyle yeniden rakip konumuna girdiler.1999’da iki Almanya’nın birleşmesi Avrupa’ya yeni bir ivme kazandırdı. SSCB’nin dağılmasından sonra Avrupa’da ABD’ye ve NATO’ya muhtaç olmadan, Avrupa ve Avrupalı kimliğini öne çıkaracak ve daha bağımsız bir organizasyona gitmenin yolları aranmaya başlandı. Bu girişim ABD’yi oldukça rahatsız etti. Avrupa üzerinde Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana devam eden 70 yıllık Amerikan vesayetinin sona erdiği, onun yerine karşıt bir potansiyel gücün doğduğu değerlendirmeleri yapıldı.  İlk ABD-AB çatışması1991’deki Körfez Savaşı sırasında yaşandı. Almanya ve Fransa, Amerikan-İngiliz koalisyonunun dışında kaldılar. İkinci gerilim, 1999’da Amerikan dolarına karşı oluşturulan Avrupa ortak parası Avro ile yaşandı. 2001 İkiz Kuleler saldırısı sonrasında AB zorunlu olarak ABD’ye siyasi ve psikolojik olarak tam destek verirken, 2003’teki Irak’a müdahalede geri planda kaldı. Sadece Afganistan’a lojistik destek verdi.  ABD’nin muhalefetine rağmen 2006’da Kıbrıs’ın AB üyesi yapılması, AB-ABD çekişmesinin Doğu Akdeniz’deki başka bir yansıması oldu. Bu süreçte Almanya-Rusya’nın özellikle enerji alanındaki stratejik ilişkileri 1900’lerin jeopolitikçilerini haklı çıkaran tarihsel gelişmeler arasında yer aldı. 2007’de ortaya çıkan küresel ekonomik kriz ABD’ye AB’ye karşı yeni stratejiler üretme fırsatı sağladı. 2007-2014 arasındaki bu dönemde ABD, AB’ye aşağıdaki stratejik sonuçlarla patronun hala kendisi olduğunu bir kere daha hatırlattı.

  • 1975’den bu yana altın karşılığı olmadan para basabilen ABD, dolar üzerinden yürüttüğü finansal mekanizmalar ile Avroyu zayıflatarak kırılma noktasına getirdi,
  • Ukrayna krizini yaratarak, AB- Rusya ilişkilerini çatışma sürecine soktu,
  • Libya’yı istikrarsızlaştırarak, kuzey Afrika üzerinden Avrupa’yı besleyecek enerji projelerini rafa kaldırdı,
  • Petrolün fiyatını düşürerek hem Rusya’yı zor duruma soktu hem de Avrupa enerji şirketlerini karlarını minimize etti,

Avrupa Baharı Başladı

Ekonomik sistemlerin siyasi ve beşeri sistemleri yönlendirdiği tarihsel ve bilimsel bir gerçektir. Sistemlerden biri 1989’da çöktü ve dağıldı. Batıcı sistem 60 yıl içinde diğer sistemi yenmiş bir görüntü verdi. Ancak bu yenilginin sadece siyasi ve askeri alanda olduğu, ekonomik alanda olmadığı 25 yıl içinde anlaşıldı. Artık dünyada sistem dışında kalan çok az ülke var. Karşı sistemin lider ülkesi Rusya, üçüncü dünya ülkeleri Çin ve Hindistan’da buna dâhil. 1990’da başlayan baskıcı, dayatmacı, yenidünya düzeni ya da küresel ekonomik sistem (neoliberalizm) sermayenin çıkarlarını, insani değerlerin önüne koyan bir düzen oldu. Üstelik bu yeni sistemin yönetimi siyasilerden ziyade, sistemin esasını oluşturan çok uluslu şirketlerin eline geçti. Bu şirketler, bugün de ABD ve AB içindeki önemli ülkelerin yönetimlerini etkileyebiliyorlar. Bunu eski ABD başkan yardımcı Al Gore 2013 de yayınlanan Gelecek-The Future adlı kitabında; şöyle vurguluyor. Dünyamızda devletlerin gücü de giderek iş, finans ve medya kuruluşlarının eline geçmektedir. Hükümetler kararlarını, politik partilerin ana finansman kaynağını oluşturan bu kuruluşların çıkarlarını gözetecek biçimde almaktadır.Küresel ekonomik sistem ilk kırılma sinyallerini 2001’de Arjantin üzerinden vermişti. Arjantin borçlarını ödeyemeyeceğini bildirdi. Arjantin krizi büyümeden ve yayılmadan süratle kapatıldı. Arjantin’in coğrafi konumu, siyasi ve ekonomik olarak bağlantısızlığı bu krizin fazla büyümesini önledi. 2007 yılına kadar her şey düzgün gider gibi gözüktü. Bu arada sisteme giren tüm ülkeler stratejik kuruluşları dâhil neleri varsa sattılar. Emeğin güvenceleri ve sosyal hakları kırpıldı. Avrupa’nın klasikleşmiş sosyal devlet anlayışı bile bir tarafa atıldı. Sermayeyi güvenceye alacak uluslararası yasaları çıkarttılar. Ancak,  başlangıçta tüm dünyaya cazip gelen bu sistem 2007’de başlayan ekonomik kriz ile iflas etti. Ve geçen 7 senede mevcut hali ile sürdürülmesinin artık mümkün olmadığı bir noktaya geldi. Tüm dünya 8 yıldan beri işsizlikten kırılıyor. Çalışanların çoğunluğu yetersiz ücretlere razı oluyorlar. Sistem 2008’den bu yana kendini sorguluyor ve bir çıkış noktası bulmaya çalışıyor. Ancak bulunamadı. Çünkü sistemin yöneticileri, kazançlarından ve uzun vadeli çıkarlarından vazgeçmiyorlar. Oysa Marksizm’i yeniden irdeleyen ve ses getiren kitabında Fransız ekonomist Thomas Piketty de şeffaflık ve kazancın eşitlikçi dağıtımını tavsiye ediyor. Bu çıkarların sadece ekonomik olmadığı, aynı zamanda hegemonyan bir stratejinin de en önemli bir ayağı olduğu biliniyor. Bugün eski sistemden kopan birçok ülke halkı Sovyet dönemini aradıklarını açıkça dile getiriyorlar. Kapitalist dünyada da durum farklı değil. Almanlar Mark, İtalyanlar Liret, Fransızlar Frank dönemini özlüyorlar. Şimdi ikinci kırılma noktası Yunanistan üzerinden yaşanıyor. Yunanistan Arjantin’e benzemiyor. Çünkü NATO ve AB üyesi, Kıbrıs’la birlikte çok önemli bir stratejik konuma sahip; bölgede jeostratejik ve jeopolitik dengeleri değiştirebilir. Daha da önemlisi küresel ekonomik sistemin çöküşü için bir başlangıç noktası olabilir. Şimdi Yunanistan’ın yeni başbakanını, ekonomik mücadeleden daha çok uluslararası siyasi mücadele bekliyor. Küresel ekonomik sistemin kıstasları ile Çipras’ın halkına verdiği sözleri içeren manifestosu temelde çatışıyor. Çipras, Yunanlıların son üç seneden beri AB tarafından aşağılandığını düşünüyor. Eğer, küresel ekonomik sistem karşısında dik durmayı başarabildiği takdirde, Yunan halkının demokratik seçimi, Fransız Devriminden daha önemli sonuçlar doğurarak Avrupa Baharını başlatabilir.Batı tarafından lanse edilen Arap Baharı, diktatörlüklerin yıkılması ve demokrasi ümitlerini içeriyordu. Aslında bu bir aldatmacadan ibaretti. Asıl amaç küresel ekonomik sistemi engelleyen ülkelerde iktidarların el değiştirmesi idi.  Sistem içindeki S. Arabistan, Bahreyn, Katar, BAE’de bir bahar yaşanmadı. Tunus’ta ve Mısır’da ise gelenler gideni arattılar. Libya’da istikrar bir türlü sağlanamıyor. Ancak Avrupa’daki baharın amacı çok farklı olacak. Gelinen noktada, Avrupalıların gelir dağılımının düzeltilmesi ve insan odaklı yeni bir toplumsal düzenin kurulması yetmeyebilir. Avrupa Baharı, dünyamız ve bölgemiz için yeni bir ekonomik ve siyasal dönüşümün başlamasına yol açabilir. Çünkü sistem tıkanmış gözüküyor. İlk kıvılcım demokrasinin beşiği Atina’dan yükseldi. İspanya’dan yayılıyor.

 
 
 
 
 
 
 
 
virahaber.com

Bu haber toplam 1475 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.