Zargana’yı kim vurdu?

HAKKI ŞEN

Toprak soylu yurdum insanı; yavrularını ağzında taşıyan timsahları, yavrularına yuva yapmak için günlerce çalı çırpı toplayan, sürüsünü tehlikeden korumak için çığlık atarak veya yaralı taklidi yaparak düşmanın dikkatini üzerine çeken kuşları, kendilerini düşmanları ile yavruları arasına atarak ölümü göze alan zebraları, aylarca yumurtalarını ve yeni doğan yavrularını hiç kıpırdamadan, kar fırtınalarının altında, bir kez dahi yemek yemeden ayaklarının arasında taşıyan penguenleri bilir… Bir ağacın özsuyunun kökünden yaprağına yürüdüğünü de bilir. Yüzlerce kişilik omuz omuza bir kalabalık içinde olduğunuzu düşünün. Herkesin sürekli biçimde bir sağa bir sola olmak üzere rastgele hareket etmesi istense, üstelik karanlıkta. Hiç kimseye çarpmadan kalabalığa uymanız mümkün olabilir mi? Şüphesiz karada bunu yapmak mümkün değil. Ama binlerce deniz canlısı bu kutsal ayini birbirine çarpmadan yapabiliyor. Şairin dediği gibi; “maviyi anlarsın, denizi anlarsın, mavi denizi zor anlarsın”. İşte suyun öldüğü yer de, zargana’nın vurulduğu yer de burasıdır. 

 Önce suyu öldürdük, sonra zarganayı… Plansız kentleşme, sanayi atıkları derken ve denizlerimiz kirlilikten can çekişirken, bilinçsiz avlanma ve deniz kirliliği deniz canlılarının sonunu getirdi. Özellikle balık türleri Marmara Denizi’ni terk etti ve kalan balık türleri de hızla yok oldular. Kirli sularda yaşamlarını sürdüren yengeçler bile Marmara Denizi’nin aşırı kirliliğine dayanamayıp terk ettiler buraları. Kanalizasyon, fabrika atıkları ve denizde yapılan dolguların kirliliğe önemli etkisi var. Akdeniz ve Ege Denizi’nden Karadeniz’e seyr-ü seferlerinde Marmara Denizi’nin deniz canlılarının endam gösterme yeri olduğunu o dönemin tanıkları hep anlatırlar. Denize atılan olta daha misina boşluğu alınmadan balıkların oltaya vurduğu anlatılanlar arasındadır.

 Zargana; ince, uzun, iri gözlü yapısı ile denizlerin en ince yapılı, en yakışıklı balığıdır ve dipten değil yüzeye yakın yüzmeyi sever. Ege, Akdeniz, Karadeniz’i kendine yurt edinmiştir. Kofana, lüfer ve akya balıkları onu hiç sevmezler, onun da sardalya, hamsi, kefal yavrusuyla anlaşamadığını bütün deniz camiası bilir. Ama bu durum onun yok olmasının sebebi değildir. Yurdum insanı, karadaki katılığını, denizde de kusursuz bir şekilde göstermiştir. Tebdili mekanda ferahlık vardır diyip oltasını, zıpkınını kapan, deniz halkının kalbini kırmakta sakınca görmemiştir.

 Saraylı olmasada, soylu bir familyadan gelen yunuslar ise Marmara denizen en cilveli,en haylaz ve en kibar deniz halkındandır. Çoğu zaman şirket-i hayriye vapurlarına refakat ettiklerini sağır sultan bile bilir.  Deniz halkı içinde en zeki, üç kilometer ilerisini görebilen üç medeniyet marmara denizine  kayıtlı olduklarının bilir. Şimdiler de ise sıra kadem basmış yersiz, yurtsuz ve pasaportsuz o sulardan başka sulara dolaştıklarını ya da havuzlarda eziyet çektiklerine tanık oluyoruz. Sadece bu iki deniz halkımı telef olan? Elbette ki değil. Lüfer, Palamut,Hamsi, Çupra, Mezgit tüm balıklar bu dramatik sondan nasibini aldı.

Biz burada deniz halklarının nezdinde denizin en yakışıklı ve en asil soylu familyalarından söz ettik. Bu olumsuz koşullardan etkilenmeyen bir tek deniz canlısı kalmadı. Çünkü önce suyu öldürdük. Yani maviyi. Bunun faili biziz. Fabrika atıklarını denize boşaltan, lağım sularını denize akıtan yerel yönetimler, bilinçsiz yapılan kıyı tesisleri kadar, bunlara tepki göstermeyen bizler de bu cinayetin failiyiz.

Peki; denizlerin en yakışıklı balığını, yani zarganayı kim vurdu? İlk oltayı denize atan kim? Trolu denizlere acımasızca bırakan kim? Denizlerin en yaramaz ama en sevilen halklarından yunuslara sıkılan zıpkının tetiğini hangi el çekti? Kim olursa olsun aslında hepimiz bu gidişatın failiyiz. Zargana yok olma tehlikesi ile bu yaşlı gezegenin her hangi bir denizinde sürgün hayatı yaşayabilir. Yunusun yarası ne kadar derin olursa olsun, yarasını onarabilir. Ya bizim bu acımasızlığımız suyun kandırma ya da kaldırma kuvvetiyle açıklanabilir mi?

Birbirimize azalmış, birbirimizin acısını bile ötekinin acısı olarak algıladığımız bir toplumsal zeminde insan olmak zor değil mi? Bencil bir dalganın içinde “olur böyle şeyler” deme lüksümüz yok. Bu yaşlı gezegeni acımasızca tahrip ederek oluşan “biz” yanlış “biz” değil miyiz? Bu acımasız gidişata dur demezsek, gözümüz daha çook mavi sularda ve zargananın yollarında kalacak… Mavi düşler görmeniz dileğiyle…