Yaşar Özer / twitter: @yasarozer8
"İbrahim kaptan denizin adını ‘deli kısrak’ koymuş. Bütün Akdeniz’i, Akdeniz’in dibini taş taş, karış karış bilirmiş. Daha Türkiye’de, Bodrum’da, Marmaris’te, Bozcaburun’da sünger bilinmezken, o adaların en namlı dalgıcı, en namlı kaptanıymış. Adalılar yirmi beş kulaçtan aşağı inemezken, o elli kulaca bana mısın demezmiş."
Büyük usta Yaşar Kemal bu sözlerle anlatıyordu İbrahim kaptanın hikayesini. İbrahim kaptan deniz, deniz İbrahim kaptan demekti. Ama kaptan küsmüştü o çok sevdiği denize ve bu yüzden kendisiyle konuşmaya gelen Yaşar Kemal’e “etme lafını onun” diyordu; bir zamanlar çok sevilen ve benliğinde derin yaralar açan bir sevgiliden bahseder gibi. Nasıl etmezdi ki, 17 yaşındaki oğlu yitip gitmişti denizde. O günden sonra İbrahim kaptan, yıllarca karısıyla el ele tutuşup kıyıdan denize baktı, her gelen motora oğlunu sordu ama nafile. Yaşar Kemal’in konuştuğu köylüler şöyle anlatıyordu sonrasını: “Bir şafak vakti, iki ihtiyar el ele tutuşmuşlar, önlerinde bir çobanla köye girdiler. Kaptana ne sorduksa hiç cevap vermedi. Yalnız bir ‘ah’ çekip; oğlumu deniz yedi diyordu.”
Bir köylü, "Deniz adamları yarı delidir. Onların emekleri kan emek. Onların hayatları ölümdür. Yüz metre denizin dibine giriyorlar. Akıl mı bu? Ama geçim… Toprakları yok onların. Onların toprakları da denizdir” diyordu. Sonrasında ise İbrahim kaptanı kast ederek şunları söylüyordu: “Gördün mü akıllı adamı… Ömrünü deniz dibinde, sünger peşinde geçirmiş, şimdi lafını bile ettirmiyor denizin. On yıldır bu köyde, yönünü deniz tarafına bile dönmedi. Denizi görmemek için kasabaya bile gitmedi."
Bir gün yine süngercilerle röportaj yapmak için Aydın-Milas arası otobüs yolculuğu yapan Yaşar Kemal’e bir köylü şöyle anlatıyordu denize duyulan o büyük sevdayı: "Süngercilerin cümlesi denize sevda bağlamıştır. Atadan, dededen kalma bir laf vardır; "Denize değen iflah olmaz bir daha” derler. Ölünceye kadar gider bu aşk… Akıl sır ermez."
Hem öyleydi, bir bakıma aşktı; hem de değildi aslında. 1950’li yıllarda örneğin Bodrum bugün bildiğimiz Bodrum’dan çok daha farklıydı. Süngercilik bir tutku olmasının yanı sıra bir zorunluluktu birçoğu için. Tıpkı “ekmeğini taştan çıkarmak” değiminde olduğu gibi, ekmeğini denizden çıkaranlardı onlar ve yaşamak için ölümü göze alanlar.
1986 yılında süngere bir hastalık geldi. Bu hastalık yüzünden sünger denizin dibinde eriyip gidiyordu. Haliyle sünger azaldı ve süngercilik yapanların geçimlerini sağlayamaz oldu. Süngerciler bu sebeple vazgeçmek durumundaydılar mesleklerinden. Zamanla turizm gelişti, başka iş alanları da ortaya çıktı ve süngercilik eski bir meslek olarak kaldı hatırlarda. Tehlikeli bir meslekti süngercilik. Pek çok süngerci vurgun yemiş, birçoğu sakatlanmış ve ölmüştü denizin dibinden sünger çıkarmak uğruna. Bölgede yaşayanların anlattığına göre; Ege ve Akdeniz kıyılarında bilinmeyen yerlerde mezarlar vardı süngercilik yaparken ölenlerin yattığı. Bugün Bodrum’da denizcilik ve tekne yapımcılığı ilerlemişse tüm bunların temelinde süngercilerin de payı büyüktü.
Yaşayan efsane; Aksona Mehmet
Süngercilik artık anılarda yaşayan bir meslek, o anıları canlı tutmak için çabalayan isimlerden biri ise “Aksona” lakaplı Mehmet Baş.
10 Ocak 1950’de Bodrum’un Çitlik köyünde doğan Aksona Mehmet, beş kuşak önce Çiftlik’e yerleşmiş olan çiftçi bir ailenin çocuğu. Ailesinde başka denizci bulunmayan Aksona, Çiftlik İlkokulu’nu bitirdikten sonra, Milas Ortaokulu’na devam etmiş ve imkansızlıklar nedeniyle ortaokuldan ayrılmış. On üç yaşındayken kıyıda balık avlayan birinin maskesini takıp denizin dibine baktığı gün denize tutkun olmuş. O bakış onu denizin gizemini keşfetmeye götüren ilk adımmış. Bir müddet kıyılarda dalış yapan Aksona’ya zamanla kıyılar yetmez olmuş ve 1965 yılının Mayıs ayında, Muzaffer Cengiz’e ait Engin Kardeşler isimli sünger teknesinde dalgıç olarak çalışmaya başlamış. Artık denizin dibinden bir daha kopamayan Mehmet Baş, o yıllarda Mayıs ayından Eylül sonlarına kadar sünger teknelerinde sürdürmüş yaşamını. Aksona Mehmet, kendisini ve sünger avcılarını anlatan “Son Süngerci” adlı belgeselde, "Bir de şu denizkızları gerçek olsaydı, karaya hayatta ayak basmazdım” sözüyle anlatıyor denize olan büyük tutkusunu. Aksona’nın "Son Süngerci" adıyla yayımlanan bir kitabı da var. Kendisi sadece Türkiye’de değil, Avrupa ve Kuzey Afrika’da da bu mesleğin tanınan son temsilcilerinden. Aksona, aynı zamanda iyi bir denizci, araştırmacı, turizmci ve büyük bir gönül adamı. Son Süngerci adlı kitabında yılların birikimini, yazdığı anılarla ve sakladığı fotoğraflarla gözler önüne seren Aksona’nın bu çalışması, süngercilikle ilgili belgesel niteliği taşıyor.