Yaman Bir Çelişki

Nezih Bilecik

Türkiye genelde denizcilik kültürüne ve özelde onun alt unsuru olan balıkçılık kültürüne sahip midir? Buna verilebilecek en yalın yanıt, hiç kuşkusuz ki hayırdır. En kestirme tarafından dile getirmek gerekirse siyasi arena temsilcilerinde denizcilik/balıkçılık kültürü yoksa o ülkede balıkçılık politikası da yok demektir. Balıkçılık politikasının oluşturulmadığı bir ortamda sucul canlıları evrensel ölçekli koruyarak sürdürülebilirlik ilkesini de hayata geçirebilmek düşten başka bir şey değildir.

Nitekim 26 Ekim 2022 tarihinde internet ortamında traji-komik bir haber yer aldı ve doğaseverler ile STK ortamında büyük bir tepki gördü. Söz konusu haber 26.10.2022 tarihli Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bünyesindeki Denizcilik Genel Müdürlüğü'nün bir balıkçılık kooperatifine verdiği “İstanbul Boğazı'nda Balık Avcılığı” konulu ve E- 19463099-1300.02.02.662093 sayılı yazısıydı. 

İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasının Karadeniz'e çıkış ortamında yer alan Poyrazköy'deki S.S. Poyrazköyü Örnek Su Ürünleri Kooperatifi'nin balık avcılığı konusunda art niyetli girişimini balıkçılıktan sorumlu merkezi otoriteye yapmayıp (yapamayacağı için) bir şark/doğulu kurnazlığı ile başvuruşunu Denizcilik Genel Müdürlüğüne yapmıştır. Kooperatif yönetimi var olan yasayı/tebliği göz ardı etmiş, ayrıca İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında ticari balık avcılığının sakıncalarını vurgulayan bilimsel bildirimleri de yok sayarak ve sorumlu balıkçılık ilkeleriyle bağdaşmayan talep yazısını 7 Eylül 2022 tarihinde Denizcilik Genel Müdürlüğüne vermiştir. 

Balıkçılığın ilgi alanına giren bu başvuruyu konunun muhatabı olunmadığı gerekçesiyle dikkate almaması gereken Denizcilik Genel Müdürlüğünün cevabi yazısı ise yetki ve sorumluluk alanının dışına taştığının yoz bir göstergesi olmuştur. Yazı aynen şu şekildedir.

“İlgi yazıda, İstanbul Boğazı'nda ekonomik değeri yüksek olan palamut, lüfer, çinekop, torik ve hamsi gibi balıkların Boğaz geçişlerinin Ekim-Kasım döneminde yoğun olarak yaşandığı ve balık avcılığının yasak olması nedeniyle su ürünleri avcılığı yapılmadığından bahisle balık geçişinin yaşandığı Ekim-Kasım döneminde belirli gün ve saatlerde Türk Boğazlarında balık avcılığının serbest bırakılması talep edilmektedir.
Konuyla ilgili olarak, İstanbul Boğazı'ndaki deniz trafiğine çapariz verilmemesi amacıyla, Bölge Liman Başkanlığı tarafından belirlenecek seyir emniyeti ve deniz güvenliğinin tesisine yönelik tedbirlerin eksiksiz yerine getirilmesi ve denizcilere duyurusunun yapılması, İstanbul Gemi Trafik Hizmetleri Merkezinin uyarı ve tavsiyelerine eksiksiz uyulması, bölgeyi kullanan yerel trafik kullanıcılarının konu hakkında bilgilendirilmeleri kaydıyla İstanbul Boğazı'nın tek sefere mahsus olmak üzere 06 Kasım 2022 tarihinde 00:01 ila 14:00 saatleri arasında ticari gemi geçiş trafiğine kapatılarak balık avcılığı için balık avlama tekne/gemilerine açılması talebi uygun görülmüştür.
Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” 

Böylelikle Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Denizcilik Genel Müdürlüğü, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün yetkisi dâhilindeki konuya hukuksuz bir işlem yapmıştır. Denizcilik Genel Müdürlüğü’nün Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün ilgi alanına müdahil olması yönetim ciddiyetsizliğinin yanı sıra akıl tutulmasından başka bir şey olmadığıdır.

Denizcilik Genel Müdürlüğünce yapılan işlem, yetki alanına dâhil olunmayan bir konuda yetkili algısını yaratarak yetkisini kötüye kullanmıştır. Kısacası Denizcilik Genel Müdürlüğü sahip olduğu yetki alanını aşarak, başka bir kuruluşun yetki alanına giren konuda işlemde bulunarak yetki gaspını gerçekleştirmiştir.

Yorum

Sucul canlı kaynaklarımızın yönetimi ve onunla ilgili kararların alınmasında 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu çerçevesinde tüm yetkiler Tarım ve Orman Bakanlığı’na aittir. Haliyle Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü sucul canlı kaynakları koruma ve işletmeciliğinde karar, uygulama ve kontrol merciidir. Kaynak yönetiminde ise olması gereke temel öğe ise bilimin rehber olarak benimsenmesi ve en azından öyle olması gerektiğidir.

Balıkçılıktan sorumlu olmayan Denizcilik Genel Müdürlüğü'nün Poyrazköyü Örnek Su Ürünleri Kooperatifi'nin başvuruşunu işleme koyarak yanıt vermesi hukuksuz ve geçerliliği olmayan bir yanıttır. Oysa resmi kuruluşların kendi yetki alanlarında olmayan konulara müdahil olması karışıklık oluşturmaktan başka bir şey değildir. Ayrıca resmi kuruluşlar muhataplarına taviz verme, diğer bir ifade ile mavi boncuk dağıtma yeri de değildir. Resmi kurumlar yetki alanına giren konularda tüm işlemlerini ve uygulamalarını yükümlü olduğu yasa çerçevesinde yerine getiren kurumlardır. Konumuz çerçevesinde resmi makamların temsilcisi olan bürokratların görevi ise devletin hüküm ve tasarrufu altındaki tüm canlı-cansız kaynakları korumak, sürdürülebilirliğini oluşturmak ve onların en iyi düzeyde verimli seviyede kalmasına memur edilen kişilerdir ve öyle de olmaları gerekmiyor mu?

Gerekmiyormuş ki sucul canlı kaynak korumada yetkisiz bir merci, kaynak korumada yükümlü bir merciin önünü keserek sucul bir canlı kaynağın adeta yağma edilmesine ferman verebiliyor. Bu çizmeden yukarı çıkma uygulaması değil midir? Sonucu ise resmi platform ile sahada uygulama ortamında yaratılan bir keşmekeşliktir. Oysa yönetimlerin görevi bir eşgüdüm oluşturmak ve kurumlar arası bir çatışmaya mahal vermemektir. 

Genel kural olarak ülkemizde ticari amaçlı su ürünleri avcılığı, Tarım ve Orman Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nce her dört yılda bir yayınlanan tebliğe göre yapılmaktadır. En son yayınlanan 5/1 numaralı Ticari Amaçlı Su Ürünleri Tebliğinin (2020/20 No'lu Tebliğ) 6. Maddesinin (ö) bendi “İstanbul ve Çanakkale boğazlarında trafik ayrım şeridinde su ürünleri avcılığı yasaktır” hükmüne amirdir.

Hal böyle olmasına karşın Denizcilik Genel Müdürlüğü kendi ilgi alanına girmeyen konuda yetkili kurum görüntüsüyle bir yetki gaspı yapmıştır. Denizcilik Genel Müdürlüğü yetki alanının dışına çıkarak, başka bir kuruluşun yetki alanına giren ve resmi gazetede yayınlanan tebliğe karşın işlemde bulunarak yetki gaspını gerçekleştirmiştir. Bu gelişme hukuki açıdan bir suçtur. Bu nedenle tüm balıkçılık kooperatiflerini temsilen SÜRKOOP ile STK'nın Denizcilik Genel Müdürlüğü'ne suç duyurusunda bulunmaları bir gerekliliktir. Benzer şekilde Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün de kargaşa yaratan ve yasayı/tebliği delen Denizcilik Genel Müdürlüğü'nün yazısını geçersiz kılmasını talep etmesi yerinde olacaktır. Kurumlar arası bir sürtüşme ortamının oluşturulması devletin yönetim ve disiplin akıcılığını erozyona uğratacak bir gelişme olacağı için konunun telaffuzu dahi söz konusu olamaz. Bundan çıkarılacak ders ise bürokratların bu konuda yasalara tam uyumluluk göstermeleridir.

Sonuç

İstanbul ve Çanakkale Boğazları özel konumlarından yani biyolojik koridor olma durumlarından dolayı kesinlikle her türlü ticari balıkçılığa kapalı tutulması gereken ortamlardır. Özellikle balıkçılıktan sorumlu merkezi otoritenin temel görevi onları koruyarak sürdürülebilir ve gelecek nesillere de verimli düzeyde intikalini sağlamaktır. Aksine bir gelişme canlı kaynaklarının geleceğine ipotek koymaktır. Böyle bir oluşuma zemin yaratmak onarılmaz ve affedilmez bir insanlık suçudur. Bu nedenle balıkçılık kooperatifi kimliği altında yapılan bahis konusu başvuru aslında utanç duyulması gereken bir aç gözlülük, arsızlık ve en olumsuz yanı bilinçli yapılan bir sorumsuzluktur. Diğer taraftan Denizcilik Genel Müdürlüğü’ne ise söylenecek bir sözün olmadığıdır!

Bu arada bir hususu yeniden hatırlatmakta ve Osmanlıların son döneminde gerçekleştirilen bir gelişmeyi vurgulamakta yarar var. Atlantik orijinli gezer-göçer balıkların beslenme, üreme için gerçekleştirdikleri anavaşya (yukarıya göç) ve katavasya (aşağıya göç) göçlerinin asli ortamı Doğu Karadeniz'dir. Atlantik-Akdeniz orijinli balıklardan özellikle ton/orkinos ve kılıç balıkları Antik Çağ’da olduğu gibi Doğu Karadeniz’e üreme göçünü sorunsuz gerçekleştiriyorlardı. Hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Boğazlar ile ilgili yaptığı yasal düzenlemelerden biri çok ilginçtir. O da 1893 yılında “Boğaziçi’nde kılıç balığı mevsiminde trafiğin tanzimi” başlığı altında yürürlüğe koyduğu nizamnamedir (Kaynak: İneceli, E.M. 1968. İstanbul Boğazı’nda Deniz Trafiği ve Çevrenin Can Mal Güvenliği. Yüksek Denizcilik Okulu Mezunları Cemiyeti Yayınları, No 3. İstanbul). Bu gelişim o dönemde kılıç balığının dikkat çekici boyutta yoğun olduğunu ortaya koymasının yanı sıra balığın içgüdüsel olarak yaptığı göçü engellemeyerek ona öncelikli geçiş hakkını vermesi bu alanda görülmesi pek olası olmayan, bilimselliğin ötesinde son derece insancıl bir yaklaşım örneğiydi.

Emsali olmayan bu insancıl düzenlemeye karşın günümüzde yine Atlantik-Akdeniz orijinli olup Akdeniz'e geçme durumunda olan balıklara günümüz Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bünyesindeki Denizcilik Genel Müdürlüğü ise tam tersine özel bir izinle geçişlerinin/sürdürülebilirliklerinin önünü kesen hukuk dışı bir gelişmeye imza atabilmiştir. Bu ne yaman çelişkidir.