Birçok okur, Vira’nın kapağındaki sadeliği neye borçlu olduğumuzu sık sık sormuştur. Yanıtım hep şöyle olmuştur: Nasıl ki insanın içindeki iyilik ya da kötülük onun yüzüne yansırsa, Vira’nın içeriği de onun kapağına öyle yansıdı. Kapaktaki sadelik, içerikteki “derinliğin” yansımasıdır.
Şimdi gelelim denizcilik sektörü dışındaki sektörlere hitap eden yayınlara... Sorumuz şu: Bu yayınlar da, tıpkı Vira gibi kendi alanlarına özgü bir omurgaya ve ruha sahip olamazlar mı?
Olabilirler elbette... Bunun ön koşulu şudur: Bu tür yayınları çıkaracak olan insanlarda böyle bir omurga ve ruh olmalıdır öncelikle. Yapılan, edilen işler insanın ürünüdür. O insan nasılsa, onun “işi” de öyledir. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe -i aslı eserinde” sözünü hepimiz biliriz. Bu sözün anlamı, “iş nasılsa kişi de öyledir” olabileceği gibi, “insan nasılsa, işi de öyle olur” diye de yorumlanabilir. Bir paranın “yazı ve turası” gibidir bu iki yorum. Ama ben ikinci yorumu her zaman esas almışımdır.
Önce “insana” bakmak iyidir her zaman. Çünkü eğer işi yapacak insan hakkında hiç bir fikrimiz yoksa, onun yaptığı “işe” baktığımız zaman, “iş işten geçmiş” olabilir... O nedenle değişik sektörlerde yayın yapacak olanlar, yayıncılarını en başından iyi seçmeyi bilmelidirler. Burada en önemli ölçümüz, yayıncının bu mesleği gerçekten sevip sevmediğidir. Bu meslekten mutluluk duyup duymadığıdır. İşini seven ve mesleğinden mutlu olmak isteyen yayıncı, hangi sektöre ait yayın çıkarırsa çıkarsın, o yayına sağlam bir “omurga” ve temiz bir “ruh” kazandıracaktır.
Vira’daki deneyimimden sonra, mesela eğer günün birinde sağlık sektörüne hitap eden bir yayın çıkarmam gerekirse, ben bu olağanüstü tarih serüvenine özel bir ilgi gösterirdim. Elbette bir hekimin bildiklerini bilmeye kalkışmazdım. Ama hekimlerle hastalar arasındaki karmaşık ilişkiler dünyasının bütün tezahürlerini öğrenmeye çalışırdım. Hatta, size belki itici gelecektir, ama böyle bir yayın organı çıkartmam gerekseydi; mikro-biyolojik evrende, yani mikro-kosmos’un derinliklerinde yaşayan, devinen, makro-kozmosun en akıllı yaratığı insan cinsinin doğasında fırtınalar yaratan, onu yerden yere vuran, ağlatan, acı çektiren ve bütün bu mihnetler sonucunda onu inancın, edebi yaratıcılığın, şiirin, müziğin dünyasına doğru sürükleyen, o gözle görülmez mahlukatın her birini çıkardığım yayında yeniden canlandırır, onları dile getirir, konuşturur, rüyalarımıza giren bu mikronluk varlıkları insanileştirirdim… Bir virüsle konuştuğunuzu hayal edebiliyor musunuz? İşte bunu hayal ederdim…
Kendi kendime derdim ki, insanlık binlerce ve binlerce yıl önce, çağlar boyunca korktuğu nice fenomeni zamanla kendisine dost etmedi mi? Hemen itiraz etmeyiniz. Mikroplardan bir “dost meclisi” size çok uzak ve çılgınca bir hayal gibi gelebilir, ama bu mikro-biyoloji evrenine yapılan büyük bir haksızlık olur. Çocukluğunuzu bir hatırlayın. Beyaz giysili doktorların, hemşirelerin kollarınızı sıvadığını, bir şırıngayla vücudunuza “aşı” adını verdiğimiz bir sıvıyı enjekte ettiklerini unuttunuz mu? O sıvı içinde, örneğin “verem aşısı” keşfedilmeden önce sizin o küçücük çocuk bedeninizin düşmanları kıpır kıpır kaynaşmıyor mu? Bir bilim insanının elinde o öldürücü mikroplar, sizin düşmanlarınız, bir çırpıda sizin dostlarınız haline gelmedi mi? Dün insanı öldüren minik canavarlar, bugün bizi kendi zararlarına karşı koruyan minik dostlarımız oldu. İşte böyle ya da buna yakın fantezilerle yayıncılık mesleğimi sağlık alanına uygulardım. Sağlık sektörüne hitap eden bir yayın çıkartsaydım bu yayının misyonunu; “mikro kozmosdan duyulan korkularımızı yenmek” olarak tanımlardım. Doğum da, yaşam da, ölüm de biz insanlara özgüdür diye sürekli yazardım. Hastalıklar karşısında duyulan büyük ürküntüyü hastalıklarımızla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz diyerek aşmaya çalışmalıyız diye not ederdim. Daha bir çok şey yapardım.
Ve diyorum ki; eğer insan yayıncılığı, kötü hırsların, hasetlerin, rekabetlerin cirit attığı basit bir “geçim kapısı” olarak değil de, yayıncılık mesleğine aşık bir insanın yaklaşımıyla ele alırsa, o mesleği yaşama geçirmekten her zaman mutlu olmanın yaratıcı yolunu bulabilir. Ondandır ki, büyük ozanlarımızdan Metin Eloğlu’nun şu dizeleri genç yayıncılarımıza her zaman yol gösterici bir slogan olsun; Taş kırmak da önemli… Şairlik de önemli…
Sevgiyle kalın…