Üsküdar’ın nazlı ama bir o kadar da asil kızı o... Gündüzleri insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpıyor, yol gösteriyor; en çok da düşlere yol gösteriyor aslında… Bunca yıldır kimbilir kaç ressama, kaç şaire, kaç yazara ilham verdi? Aşıkların, aşkların buluşma noktası oldu, imkansız aşklar onda teselli buldu. Efsanevi hikayesi ile bugün bile hala büyülüyor insanları… Gündüzleri sade, geceleri süslü elbisesi ile dört bir yanından kucaklıyor İstanbul’u... Sanki İstanbul onsuz, o İstanbul’suz yaşayamazmış gibi. Hem çok yakın; uzanıp tutabilirsin, hem çok uzak; bir türlü kavuşulamayan sevgili misali… İstanbul onunla bir başka güzel, onun karşısından İstanbul bir başka güzel…
Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş. Tam da Karadeniz’in Marmara ile birleştiği yerde… Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. Hakkında pek çok rivayetler bulunan kuleyi Evliya Çelebi; “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 (seksen) arşındır. Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan yerde kapısı vardır” şeklinde tarif etmiş.
Bugün görülen kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır. Kulenin etrafındaki sahanlık geniş kaplanmış. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmut’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrasını görebilirsiniz. Kulenin Eminönü tarafı daha geniş ve burada bir de sarnıç bulunuyor. Kız Kulesi’ne ulaşım Salacak ve Ortaköy’den sandallarla yapılıyor.
İstanbul’un fethinden sonra adadaki mevcut kule yıktırılıp, yerine ahşap bir kule inşa edilir. 1719’da bu ahşap kule çıkan yangınla kül olur. 1725 yılında şehrin Başmimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kagir kaplı bir kubbe eklenir. Kulenin üst kısmı değiştirilerek üst tarafa camlı bir köşk ve onun üzerine de kurşunla kaplı bir kubbe eklenir. Ünlü hattat Rakim Efendi kule kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut’un tuğrasını taşıyan bir kitabe yerleştirir. 1857’de kuleye tekrar fener ilave edilir ve 1920’de fenerin lambası otomatik ışık sistemine kavuşur.
Geçmişin karanlık dehlizlerinden günümüze uzanan Kız Kulesi, bir zamanlar Boğaz’dan geçen ticari gemilerden vergi alınmak için kullanılmış. Kule ile Avrupa Yakası boyunca büyük bir zincir çekilmiş ve gemilerin Anadolu Yakası ile Kız Kulesi arasından geçişine izin verilmiş. O zamanlar gemi boyutları küçük olduğu için bu aralıktan rahatlıkla geçebiliyorlarmış. Bir süre sonra Kız Kulesi zinciri taşıyamamış ve Avrupa Yakası’na doğru yıkılmış. Bugün bile Kule’den suyun içine bakıldığında yıkıntılar görülebiliyor.
Kız Kulesi zaman içinde savunma, radyo istasyonu ve 1830’daki kolera salgınında karantina hastanesi olarak birçok farklı amaç için kullanılmış. Cumhuriyet’ten sonra bir süre deniz feneri olarak da kullanılan kule; 1964’de Savunma Bakanlığına’na, 1982’de ise Denizcilik İşletmeleri’ne devredilir. 2000 yılında özel bir şirket tarafından restore edildikten sonra restoran olarak kamuya açılan Kız Kulesi, bugün artık sadece çatal-bıçak seslerinin duyulduğu bir mekan…
virahaber.com