Robert Surcouf, Rene Duguay-Trouin, Jacques Gouin de Beauchene, Jacques Cartier gibi isimlerin memleketi olan şehir, Atlas Okyanusu kıyısında kayalık bir yarımada üzerine inşa edilmiş, gri granit surlarla çevrili. Rance nehrinin ağzında bir adada kurulmuş olan kent, 16. ve 17. yüzyılda Kral'dan yabancı gemileri yağmalama izni alarak devlet destekli korsanlığın ilk ve tek örneğini oluşturuyor.
St. Malo’da korsanlar bazen işi öyle ileri götürmüşler ki ganimeti merkezi otorite ile paylaşmamak için ‘’Ne Fransızım, ne Bröton. Ben korsanım.” diyerek 1590 yılında bağımsızlıklarını ilan etmiş. Kentin dört köşesinde de bu denizci-korsanların heykelleri var. 12. yüzyılda yapılan, 2. Dünya Savaşı sonrası yenilenen surların üzerinden şehri çepeçevre gezme imkânı bulunuyor.
Şehrin ana giriş kapısı Porte St. Vincent'den içeri girince dükkânla, lokantalar, kafe ve barlar ziyaretçilerini karşılıyor. St. Malo'nun krepleri ve bisküvileri ünlü. Şehrin gotik St. Vincent Katedrali 13. yüzyıla tarihleniyor. St. Malo Şatosu, bugün belediye binası ve müze olarak kullanılıyor. Keltler'in Armorica (Denizin Toprakları) dediği bölgenin en çok bilinen özelliği ise gel gitler. Gel gitler ile pek çok adacık anakaraya bir bağlanıyor, bir kopuyor.
Vira Haber