Petrol Mühendisleri Odası tarafından düzenlenen ve İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Maçka Sosyal Tesisleri'nde gerçekleşen toplantıda Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Cumhuriyet Halk Partisi Enerji Komisyonu ve Petrol Mühendisleri Odası Enerji Politikaları Çalışma Grubu Başkanı Necdet Pamir ve Ankara Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren konuşma yaptı.
‘TERCİHİMİZİ KARASAL DEĞİL DENİZSEL DEVLET OLMAKTAN YANA KULLANMALIYIZ'
Toplantıda konuşma yapan Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, 21'nci yüzyılın denizlere bağımlı olduğuna işaret ederek "Tarihsel perspektiften bakarsak dünyada hegemonya değişimi sürekli denizde oldu. Osmanlı İmparatorluğu, kıtasal bir imparatorluktu ama asla deniz imparatorluğu olamadı. Çünkü bütün dünya okyanus ve denizlerin sadece yüzde 1'i olan Akdeniz'e takılıp kaldı, dışına çıkamadı. Hint Okyanusu'na çıkma girişimine bulunduysa da gemi ve teknoloji alanındaki geri kalması nedeniyle başarılı olamadı. Şimdi jeopolitik bir gerçek var, Türkiye'nin güvenlik refahı vazgeçilmez bir şekilde çevrelendiği denizlerle iç içedir. Yarımada coğrafyamızda Türkiye bir deniz ülkesidir. Ama deniz devleti olabildik mi? Hayır olamadık. İnşallah olacağız. Benim iddiam 21. yüzyılda Türk milleti denizci rotaya girecektir. O yüzden tercihimizi karasal değil denizsel devletten kullanmaz zorundayız" dedi.
‘21. YÜZYILDA DENİZLERİN DİPLERİ KARADAN DAHA ÖNEMLİ ÇÜNKÜ ENERJİ ORADA'
Denizsel devlet olmanın önemine rağmen konunun siyasi parti programlarında hak ettiği ölçüde yer almadığını savunan Gürdeniz "Bugün siyasi partilerinde programlarına bakın, çoğunda deniz konusu birkaç paragrafı geçmez. Şimdi 100'üncü yıla yaklaşırken jeopolitik önceliklerimiz ‘Mavi Vatan' dediğimiz Türkiye'nin yüzölçümün neredeyse yarısı kadar olan bir alan. Bunlar münhasır ekonomik bölge ya da kıta sahanlığın, Türkiye'de hemen hemen bunların hepsi çakışıyor. Karasal toprağımızın yarısı kadar denizin dipleri var. Sadece Türkiye için değil dünyanın her denizi için söylüyorum; Güney Çin Denizi'nden Arktik Denizi'ne, Doğu Çin Denizi'nden Karayipler'e kadar artık denizlerin dipleri 21. yüzyılda karalardan çok daha kıymetli. Çünkü enerji orada" dedi.
‘TÜRKİYE'YE AMERİKAN VE NATO HAYRANLIĞI SEBEBİYLE YALNIZCA KARADENİZ VERİLDİ'
Türk donanmasının NATO'ya girmesinin ardından yalnızca Karadeniz'le sınırlı tutulduğuna işaret eden Gürdeniz "Bu jeopolitik alanda temel bir aktör karşımıza çıkıyor; o da Türk Donanması. NATO'ya girdikten sonra donanmamız, sadece Karadeniz'e odaklanmaya itildi. Çünkü Yunanistan'a Ege ve Doğu Akdeniz sorumluluğu verilirken Türk Donanması'na ve Türkiye'ye Amerikan ve NATO hayranlığı nedeniyle sadece Karadeniz ve boğazlar verildi. Türk halkı ve hükümetleri Ege ve Doğu Akdeniz'den uzak tutuldu. Fakat 1963'teki Kanlı Noel olunca donanma Doğu Akdeniz'e inmek zorunda kaldı ve bir daha ne Ege'yi ne de Akdeniz'i terk etmedi. 90'lar sonrası açık deniz donanmasına dönüştü. Bugün gururla söyleyebilirim ki Türk Deniz kuvvetlerinin geliştirildiği Karadeniz'den Akdeniz'e bugün pek çok girişim sayesinde Türk deniz jeopolitiğine bir hasar henüz oluşmamıştır" diye anlattı.
‘KARADENİZ'DE SAHİLDAŞLAR HARİÇ HİÇ BİR ÜLKENİN DONANMASINA İZİN VERİLMEMELİ'
Türkiye'nin, Osmanlı'nın yaptığı hatayı yaparak "yüzde 1'lik bir okyanus alanına sıkışmaması" gerektiğini söyleyen Gürdeniz "Türkiye büyüdükçe, Türk deniz ticareti geliştikçe Türk iş adamları uzak iş alanlarına gittikçe çıkarlarımızı koruması gerekir. Türk bayrağının Türk ticaret gemilerinin dolaştığı her yerde çıkarlarımızın korunması gerekir. Bunun ilk örneğinin Hint Okyanusu ile verdik. Türkiye 2009'dan itibaren varlığını sürdürüyor. Bizim endüstri 4.0'ı takip edebilen dünyanın
bütün okyanus ve denizlerinde harekat yapma yeteneğinde gücünün temelini ulusal savunma sanayinden alan bir donanmaya sahip olmamız gerekir. Bu bir seçenek değil, jeopolitik bir sorumluluktur. O nedenle Türkiye devlet gücüyle birlikte deniz gücüyle müştereken Karadeniz'de sahildarla dışında başka güçlerin sürekli donanma varlığı bulundurmasına izin vermemeli. Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni her koşulda devam ettirmeli, Türk dış ticaretinin yüzde 86'sını taşıyan deniz ulaştırması tehdit veya risk altına girdiği her yerde her koşulda ve zamanda korunabilmeli. Bu bölgeler bugün için Hint Okyanusu'nda olduğu gibi gelecekte diğer okyanus alanlarını da kapsayabilmelidir" diye konuştu.
‘YUNANİSTAN'IN KARASULARINI GENİŞLETMESİ TÜRKİYE'NİN BOĞAZINI SIKMAKLA EŞDEĞER'
Yunanistan'ın Ege Denizi'nde karasularını 6 ila 12 mil genişletmesinin "Türkiye'nin boğazını sıkmak" ile aynı manaya geleceğini söyleyen Gürdeniz "Mavi Vatan' odağımızın temelinde olmalıdır. 460 bin kilometrekarelik bir alandan bahsediyoruz. Bu Karadeniz için şu an ilan edilmiştir ve çok ilginçtir Varşova Paktı gibi o zamanlar ‘düşman' olduğumuz Sovyetler Birliği ve diğer sahildarlar arasında imzalanarak barış içinde halledilmiştir. Fakat NATO'da müttefikimiz olan Ege'yle de 9 Haziran 1995 kararlarıyla hala devam ediyor problemlerimiz. Geçen haftalarda da gündeme gelen, karasularının 6 binin üstüne çıkarılması, Türk savaş ve ticaret gemilerinin Yunanistan'ın izni olmadan Akdeniz'e geçememesi demektir. Bu bizim karasal bütünlüğümüzü bile etkiler. O kadar çıkan bir gemi deniz alanlarını kullanarak en kısa yoldan İskenderun'a bile gidemez. Günlerce sürecek kendi kıyılarımızı takip ederek gitmesi gerekir ki bu da acil durumlarda kabul edilemez. Yani böyle bir hamle sizin boğazını sıkmak ile eşdeğerdir" dedi.
Doğu Akdeniz'de çözümün ateş gücüyle değil hukukla gelmesinin önemini savunan Gürdeniz "Doğu Akdeniz şu anda donanmanın bir numaralı odağıdır. Doğu Akdeniz'de bize de-facto (fiilen) dayatılacak gelecekte hidrokarbon kaynaklarının bulunduğu bu kadar zengin bir alanda bizim deniz yetki alanlarımızdan herhangi bir payın kendi aleyhimize çalınmasına izin veremeyiz. O yüzden de burada donanma hem çıkarlarımızı koruyacak bir yandan da çıkarlarımızı geliştirecektir. Jeopolitikte esas olan sadece çıkarı korumak değil, yeni fikirlerle alanınızı geliştirmek ve her zaman karşınıza çıkacak olan fırsatı veya krizi kendi lehimize kullanabilmektir" dedi.
‘DOĞU AKDENİZ'DEKİ TÜRKİYE KARŞITLIĞININ 5 AŞAMASI VAR: ÇEKİÇ GÜN, ANNAN PLANI, ABD'Lİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI….'
Doğu Akdeniz'de Türkiye'ye karşı harekatın şimdiye kadar 5 safhada toplanabileceğine değinen Gürdeniz "Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin karşısında beşinci safha başladı. Birinci safha, 1991'deki Çekiç Güç Harekâtı başlamıştı. Zira Doğu Akdeniz'e kıyısı olan sözde Kürdistan bağımsız devletinin kurulması zaten Doğu Akdeniz'deki enerji savaşlarının çok önceden görülüp bir pozisyon alınmasıyla eşdeğerdir. İkinci safha 1 Mart tezkeresinin reddiyle başladı. Ardından kısa bir süre sonra Annan planı geldi. Annan planı döneminde Fransa'yla Güney Kıbrıs üs anlaşması imzaladı. Bu dönemde Doğu Akdeniz'de sismik araştırmaların arttığını görüyoruz. Türkiye'nin bu firmalarla didişmesini görüyoruz. Sonra kumpas davaları ile donanma hedef alındı. Dördüncü safha 15 Temmuz darbe girişimiyle başladı. Darbe başarılı olsaydı zaten biz burada bu konuşmaları şu an yapmıyor olurduk. Gerek de kalmazdı, Kıbrıs'tan asker çekilmiş olurdu, Doğu Akdeniz'deki 100 bin kilometre kareden vazgeçmiş olurduk, her şey bitmiş olurdu. Ama aksine döndüğümüz safhadan sonra iş çok daha büyüdü. Dörtlü tatbikatlar başladı, ittifak sistemlerine geçildi. Noble Dina, Nemesis, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kara tatbikatına izin verdi. Hâlbuki kurucu antlaşmalarına bakın, bırakın başka ülkeyle tatbikat yapmasını iç güvenlik dışında kuvvet kuramıyor. Beşinci safha Şubat 2018'de başladı. Bu safhada Amerikan düşünce kuruluşlarının arka arkaya yayınladıkları çok ciddi Türkiye aleyhindeki belgeleri görüyoruz. Orada resmen reçeteler sunuluyor. Hatta bir tanesinde şöyle diyor; ‘Türkiye'yi ne düşman görün ne de dost. Ama GKRY, İsrail ve ABD mutlaka bir blok oluşturmalı ve güçlenmeli.
Bu blok Fransa, İngiltere ve Mısır tarafından desteklenmeli' diyor. Son aylardaki olaylara baktığımızda bu sistemin tıkır tıkır işlendiğini görüyoruz. Noble Dina ve Nemesis serisi tatbikatlar devam ediyor. Mısır'ın davranışı çok daha ilginç. Neredeyse 10 bin kilometre karelik bir alanın kaybına rağmen hala bu 2 binin peşinden gidiyor. Hatta geçenlerde Yunanistan ile sınır anlaşması imzalamaya hazır olduğunu söylüyor. Hatta büyükelçi Washington'da yapılan bir toplantıda hızını alamadı, ‘Gerekirse Türkiye'ye ateş gücü kullanalım' dedi" diye anlattı.
‘KKTC KAYBEDİLİRSE TÜRKİYE BÖLÜCÜ HAREKETLERE SAHNE OLUR'
Türk kamuoyunda deniz jeopolitiğine karşı bir merak ve uyanış olduğuna işaret eden Gürdeniz "Kıbrıs'ın kuzeyindeki bağımsız Türk varlığı Ege'deki deniz jeopolitiğinin dengesizliğini önleyen en önemli kazanımdır. Çünkü biz Ege Denizi'nde donanmasızlık nedeniyle o dönemde Lozan sonrasında adaları kaybettik. (…) Eğer Lenin, Atatürk dostu olmasaydı, Karadeniz boş tutulmasa biz 500 bin ton savaş cephanesini Dumlupınar'a, Sakarya'ya yığabilir miydik? Yığamazdık. Bizim bu yüzden kuzeyi sürekli boş tutmamız lazım. Batı'daki kuşatılmışlık bugün hala devam ediyor. Bunu yüzde 49 açıklık alanıyla korumamız lazım. Güneyde de tarih size 1974'de muazzam bir fırsat sunmuş. O zaman sizin Kıbrıs'taki askeri varlığınızı sonsuza kadar tutmanız gerekir. Bugün Yunanistan Ege'de oldubitti yapamıyorsa sebebi oradaki 30 bin askerimizdir. KKTC aynı zamanda Doğu Akdeniz'deki deniz ulaştırma rotalarımızda her eksende kontrol edebilen bir coğrafya. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki deniz etki alanlarında güney eksendeki koruyucusu" dedi ve ekledi:
"Eğer KKTC'yi kaybedersek Güneydoğu Anadolu'da bölücü ve ayrılıkçı hareketlere doping etkisi yaratır. İskenderun Körfezi riskli sulara dönüşür. Dünyanın en büyükleri arasında yer alan Güney Kıbrıs ticaret filosu Türkiye tarafından uygulanan ambargonun kalkmasıyla limanlarımızda boy göstermeye başlar. Bu durum Mersin ve İskenderun limanlarının gelişimine set çeker. KKTC'nin geleceği hepimizin geleceğidir. Bir avuç kısa dönemli düşünen çıkar gruplarının iradesine bırakılamayacak kadar da değerlidir. Deriz ya yavru vatan, ben şöyle diyorum, KKTC yavru vatan değil bizzat vatandır. Bu kaderi şekillendirmek devletin görevidir. Çünkü coğrafya kaderdir. Devletin jeopolitik çıkarları kısa dönem ya da orta dönemlere yönelik değil, yüzyılları kapsar. Anadolu jeopolitiği, Ege adaları ve Kıbrıs ile kuşatılmışlığı reddeder. Kıbrıs'la tarihin tekrarlatılmaması gerektiğini düşünmek zorundayız. Bu siyasetin değil coğrafyanın gereğidir."
Vira Haber