İstanbul… Yüzyıllarca değişik medeniyetlere ev sahipliği yapmış, dünyanın en büyük metropollerinden biri. Ortasından deniz geçen, şiir gibi bir kent aslında İstanbul… Şiirlere, romanlara konu olan bir dünya başkenti. Ne kadar mahvetmeye çalışsak da, her zaman güzelliğini koruyan bu kentin trafik keşmekeşi hiç bitmiyor. Son zamanlarda bitirilen metrolar, metrobüs uygulaması ve Marmaray, İstanbul trafiğine yeni bir soluk getirmekle birlikte, yine de neredeyse günün her dakikasında trafikte zaman öldürüyor insanımız. Hatta trafik keşmekeşinde kitap okuyan, cep telefonuyla oyun oynayan insanlar görüyorum. Yasak olmasına rağmen bütün insanlarımız trafikte telefonla konuşuyor, (sanki iki işi bir arada yapabilirlermiş gibi) dağılan dikkat yüzlerce kazaya sebep oluyor, bu da trafiği iyice içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.
Düşünün ki; iyi ihtimalle günün toplamda en az 4 saatini, hatta daha kötü ihtimalle günün 6 saatini trafikte harcayan insanlar var İstanbul’da. 2 saat sabah, 2 saat akşam olmak üzere köprüyü geçmek için trafikle boğuşan insanlardan bahsediyorum. Sinir, stres ise cabası. İnsan işe yorgun başlayıp, eve bitkin varıyor doğal olarak. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre; 2014 itibarıyla Türkiye genelinde trafiğe kayıtlı araç sayısı 18 milyon 828 bin 721. Yine TÜİK verilerine göre, İstanbul’da tam 3 milyon 230 bin araç var. Yani Türkiye'nin en büyük kenti İstanbul, ülkedeki araçların yüzde 18, otomobillerin ise yüzde 23'ünü bünyesinde barındırıyor.
Peki, içinden deniz geçen, etrafı denizlerle çevrili bu kentte böyle bir eziyete gerek var mı? İnsanımız bu eziyeti çekmek zorunda mı? Alternatif çözüm yolları yok mu? Var tabii… Denizden daha iyi çözüm yolu olabilir mi? Şimdi bu noktada şehir içi deniz ulaşımında önemli bir noktaya geldik sayılır aslında. Özel şirketlerimiz kaliteli hizmetler veriyor. İDO ve Şehir Hatları da çalışıyorlar. Gerçi İDO özelleştikten sonra hizmet kalitesinde sıkıntılar var, ama o da başka bir yazı konusu. Burada 2 önemli sorun var. Birincisi; değişik hatlarda hizmet veren özel şirketlerimiz, farklı hatlarda da çalışabilmeli, yani alternatif alanlar da açılmalı ki, insanlar bu trafik kaosundan kurtulsunlar. Kıyıya paralel taşımacılık, ama öyle ama böyle daha fazla olmak zorunda. Birçok hat geçmişte konulduğu gibi kaldırıldı. Neden? Rantabl değil dendi. Bu bir kamu hizmeti ise ki öyle, o zaman gerekirse devlet bunun bir kısmını sübvanse edecek. Etmeli… Etmek durumunda… Değişik hatlar hayata geçirilerek bu trafiği ciddi olarak hafifletmek devletin elinde. Başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, bütün belediyeler bu konuda elini ciddi anlamda taşın altına koymak durumunda. Devlet, özel sektöre rakip olmaz, olmamalıdır. Hayatımızı kolaylaştırmak ve trafikte cinnet getirenleri önlemek sizlerin elinde. Yoksa bir gün gerçekten trafik tamamen duracak ve herkes evine kilometrelerce yürüyerek gidecek… Denizi daha fazla kullanmanın, alternatif hatlar geliştirmenin yolu ortak akıldan geçecektir.
Gelelim 2. soruna… İnsanımız, bizim insanımız ne yazık ki denizden tamamen uzak, işte bu nedenle aslında mecbur olmadıkça denizyolunu kullanmak da akıllarına bile gelmiyor. Birçok arkadaşımın arabayla 2,5 saatte gittiği yere mesela Şişli’ye 45 dakikada gidiyorum. Her zaman odak noktam denizyolu oluyor, nereye gidersem gideyim. Kaldı ki, gerçekten son dönemde toplu taşıma anlamında çok önemli yatırımlar yapıldı. Eğer arabaya binip kontağı çevirmeden önce alternatif bir güzergah belirlersek, emin olun hem daha kısa sürede işinize, evinize gitmek mümkün, hem de yorulmadan, bir şeyler okuyarak, gazetelere göz atarak keyif yapabilirsiniz. Bütün yapacağınız metro, metrobüs ve Marmaray’ı denizyoluna entegre etmek. Arabanızı dilerseniz bir yere park ederek bu taşıtları kullanabilir, aynı şekilde evinize arabanızı alıp dönebilirsiniz. Hem zamandan, hem paradan kazanırsınız, hem de sinirsel olarak daha az yıpranırsınız… Çevreye de büyük katkı sağlarsınız.
Şimdi gelelim denizcilik sektöründeki sivil toplum kuruluşlarına… Ehh bizler de oturmayacağız tabii, bu konuda algı oluşturmak için çalışmalar yapacağız; insanımıza denizi ve denize dair her şeyi sevdirmek için ki buna deniz taşımacılığı da dahil sosyal sorumluluk projeleri yapacağız. Her şey çocukken başlar deyip, önce eğitim sloganıyla eğitim çalışmaları yapacağız. Eğer devlet, STK’lar ve belediyeler gerçekten bu sorunu çözmek için odaklanırsa, eminim güzel günler göreceğiz. Bu arada trafikte yaşanan hava kirliliği, harcadığımız para, sağlık vs. gibi konulara hiç girmiyorum. Trafikte kaybettiğimiz canlar ise yine ayrı bir yazı konusu olur…
Özetle teker ne kadar çok dönerse, çevre o kadar kirleniyor. Küresel İklim Zirvesi’nde verdiğimiz sözleri unutmayalım…