Delfi Tapınağı’ndaki kâhinin öğüdüne uyarak buraya gelen Megaralıların kurduğu ‘Byzantion’ nice istilalar geçirdi. Romalıların yardım eli ve ardından gelen hâkimiyetleri; bundan sonraki istilaları da durdurmadı. Şehir sayısız kez yağmalandı, yıkıldı, yerle bir edildi. Her defasında ayağa kalkmayı bildi.
Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu dönemde I. Constantin; adeta bir imar hamlesi başlatmıştı. Limanlar ve su tesisleri yeniden düzenlendi. Kentin içine, su dağıtım sistemlerinin temelleri atıldı. Başkent, ikinci kez hayata gözlerini açtı. Çünkü hayat suyla başladı. Ve I. Constantin, ona kendi adını verdi. Bundan böyle, Constantinopolis surlarla çevrili tarihi yarımadasının içinde güvenle yaşayacaktı. Ta ki, 1204 yılında Latinlerin istilasına kadar.
İstanbul’da deprem şehri yerle bir etti
II. Mehmet’in 1453’te fethettiği İstanbul; geçirmiş olduğu istilaların izini taşıyordu. Bu da yeni imar faaliyetlerini gerekli kıldı. Bizans yapısı binalar ve surlar onarıldı. Su sarnıçları korundu. Fetihten 50 yıl sonra İstanbul, Avrupa’nın en büyük şehri haline geldi ama onu yıkacak güç sinsice beklemekteydi. 14 Eylül 1509’da İstanbul adeta kıyamet gününü yaşadı. Deprem, şehri yerle bir etmişti. Bu dönemde Osmanlılar kendilerinden önce yapılmış su kanalları ve sarnıçları “gavur işi” deyip yıkmak yerine, yeri geldiğinde gayrimüslim ustalardan destek alıp pişmiş toprak künklerle temiz ve kirli su ayrımını yapmış ve bazı bölgelerde suyu akar hale getirmek için meyil vermişti. Amaç Roma mühendisliği harikaları olan bu yapıtlara İslam’ın gerekliliği olan akarsuyu eklemekti.
II. Beyazıt’la başlayan yeniden yapılanma, Kanuni Sultan Süleyman döneminde planlı bir hale dönüştü. Padişah, İstanbul’un 150 bini geçen nüfusunun su ihtiyacına cevap vermek için, Mimar Sinan’a suyollarının yapılmasını emretti. Mimar Sinan, padişahın emrini yerine getirecek ve bu güzel şehre, ihtiyaç duyduğu suyu getirecekti.
Romalılar döneminde su, kanallarla şehre ulaştırılmıştı. Açıktaki suyollarını saldırı tehdidinden korumak için sarnıçlar inşa edilmeye başlandı. Bu, Osmanlı döneminde de kullanılacak bir yoldu. Bugün İstanbul’daki sarnıçların sayısı kesin olarak bilinmiyor. Bu konuda yapılan araştırmalar, bu sayının 50’den fazla olduğunu gösteriyor. Bugün İstanbul, su sorununa ileri teknolojinin yardımı sayesinde çözümler üretiyor. Yüzyıllar önce bu soruna getirilen çözümler, bu büyük şehrin tarihsel gelişimini de gözler önüne seriyor.
Melen Suyu Projesi
Bu muhteşem çalışmalardan asırlar sonra, Melen Suyu projesiyle iki kıta yer altından birleştiriliyor. Tıpkı geçmişte olduğu gibi amaç suyu taşımak. İstanbul’un suyla olan mücadelesi teknolojiyle birlikte gelişiyor. 1997 yılında hazırlanmış olan Büyük Melen Projesi’nin inşaatına 2001 yılında başlandı. Günde 750 bin metreküp su sağlanacak olan bu projeyle, dört etap tamamlandığında, İstanbul’a ulaşacak yıllık su miktarı 1,1 milyar metreküp olacak. Çalışmaların devam ettiği bu projeler silsilesi, iki kıtayı birleştiren tünelden geçmiş biri olarak, beni çok heyecanlandırıyor.
Yaşamın kaynağı su, temel bir ihtiyaç olmanın dışında toplumların inanışlarının, kültürel yapıtlarının, geleneklerinin bir köşesinde hep var oldu. Kültürümüzde önemli yeri olan dilek havuzları, yolcunun arkasından su dökme, rüyaları suya atma gibi gelenek ve inanışların ortaya çıkışı, suyun hayatımızı nasıl etkilediğinin göstergesi. İstanbul’daki çeşmelerin, sarnıçların, kemerlerin ve havuzların birbirinden güzel ve önemli sanat eserleri arasında sayılmaları da bu kutsiyeti ispatlar nitelikte.
Binbirdirek Sarnıcı
Binbirdirek, bir diğer adıyla Filoksenus, İstanbul’un bilinen en eski sarnıcı. MS 330 yılında Bizans imparatoru Konstantin döneminde Lavsus Sarayı’nın su deposu olarak inşa edilmiş. İçinde 16 sıra halinde uzanan 14 sütun bulunuyor. Toplam sütun sayısı 224. Sütun gövdelerinde Grekçe harfler bulunuyor. Bunlar sarnıcın yapımında çalışan ve sütunları işleyen taşçıların işaretleri. Binbirdirek, 7 Ağustos 2002 tarihinde turizme açılmış.
Yerebatan Sarnıcı
Bizans imparatoru Justinianus’un yaptırdığı Yerebatan Sarnıcı, İstanbul’daki en büyük sarnıç. Bir diğer adı da “Basilica Sarnıcı”. Yerebatan Sarnıcı’nın tam ölçüleri ancak I. Dünya Savaşı’nda tespit edilebilmiş. Bir Alman denizaltısına ait botla yapılan bu ölçümle, sarnıcın 140 metre genişliğinde 70 m eninde olduğu ortaya çıkmış. Yapının içindeki 336 sütun, Binbirdirek Sarnıcı’nda olduğu gibi yeknesak değil. Bunlar arasında en ilgi çekenleri ise, kaideleri Medusa başı olanlar. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki bu iki sütun altı, Roma Dönemi’ne ait eserler.
Bugün İstanbul’u ziyaret eden milyonlarca turistin görmek için geldiği Yerebatan Sarnıcı, tarihi yarımadanın yeraltı dünyasına ait en bilindik yapı. Oysa üç medeniyete başkentlik etmiş bu şehirde, bilinmeyen ve yok olmaya terk edilen daha çok sarnıç var.