Su Ürünleri Tanımlamasından Yoksun Bir Ülke ve Akademik Kuruluşları Bölüm 2

Nezih Bilecik

Nezih BİLECİK

Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi

BÖLÜM - 2

Öncelik Mesleki Tutuculuk Değil Türkiye Olmalıydı

Ülkemiz balıkçılığının su ürünleri tanımlamasıyla geçirdiği yönetimsel ve akabinde akademik kapkaççılık örneğini Batı ülkelerinde görebilmek olanaksız bir durumdur. Temel olarak balıkçılık eğitimi genel şekliyle “Balıkçılık Biyolojisi”, “Balık Bilimi”, “Balık yumurta ve larvalarını inceleyen bilim-ihtiyoplanktonoloji”, “Deniz Bilimi”, “Göl Bilimi”, “Omurgasız Sucul Canlıları”, “Balıkçılık Tekniği” vb. eğitimi içerir. Bu eğitim fen fakültelerinin ilgili bölümlerinde veya bağımsız balıkçılık fakültelerinde anlamını bulur.

Hal böyle olmakla beraber deniz bilimi, göl bilimi ve sucul dünya canlıları ile uzaktan yakından ilgisi olmayan karasal ortamdaki bitkisel ve hayvansal üretim eğitimi vermesi gereken ziraat ekolü nasıl oluyor da hiç ilgisiz bir alanı kendi bünyesinde eğitim programına dâhil edebiliyor. Çünkü tarım eğitimi karasal kökenli bitki ve hayvanların insan yararına olacak şekilde üretimlerini, işletilmelerini, korunmalarını ve sürdürülebilirliklerini esas alır. Tarım ekolü ile balıkçılık ekolü biyolojinin yani yaşam biliminin birbirinden ayrı bağımsız ve taban tabana zıt uygulama alanlarıdır. Hal böyle olmakla beraber Tarım Bakanlığında ve ziraat ekolü akademisyenlerinde ziraat ekolünden mezun olanların çok geniş olan istihdam alanlarını daha da fakat haddini de aşan genişletme felsefesi egemendir. Bu aşırı egoizm ve bilimdışı uygulamaya yönelmeyi sağlayan sihirli sözcük ise eskilerin deyişi ile mahsul, günümüz kuşağı itibariyle ürün sözcüğüdür. Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde 1960’lı yılların ikinci yarısında su ürünleri sözcüğünü içeren bir şube müdürlüğünün kurulması ile ilk adım atılır ve sonrası da çorap söküğü gibi gelir.

Ürün sözcüğü ile resmi kuruluşlar ile parlamento bünyesinde bir algı operasyonunun gerçekleştirildiğini belirtmek abartı olmasa gerektir. En sade şekliyle doğru-yanlış “Toprak Mahsulleri” tanımlaması ziraat eğitimini çağrıştırır. Bu adı taşıyan Toprak Mahsulleri Ofisinin faaliyete geçirildiği zaman diliminin de 1938 yılı olduğunu hatırlatmakta yarar var. Daha sonraki dönemlerde mahsul sözcüğünün eşdeğeri olan ürün tanımlamasının daha yoğun kullanımının yaygınlaştığı görülür. “Su Mahsulleri” tanımlamasına eşdeğer “Su Ürünleri” sözcüklerinin ziraat ekolünü çağrıştırmasının hedeflendiğini varsaymak kehanet olmasa gerektir. Çünkü Ziraat Fakültesi bünyesinde doğrudan balıkçılık sözcüğünü içeren bir tanımlama ile asli eğitim ve yükümlülüklerinin dışında eğitim verme durumu, toplumda ziraatın balıkçılıkla ne ilgisi var sorusu akla gelen ilk gelişme olacaktı. Oysa balıkçılık tanımlaması yerine “su ürünleri” tanımlaması ile her şeyi gizlenmiş oluyordu. 

Nitekim 1981 yılında askeri Cunta Yönetiminin egemen olduğu süreçte gerçek dışı saptırmalı bir rapor ile “Gecekondu veya İhtilal kondu” tanımlaması olarak dile getirdiğim fakültelerin kurulmasının yolu açılır. Açılacak fakültelere Prof. Dr. İsmet Baran tarafından “Balıkçılık Fakültesi” olarak isimlendirmesinin ise önünü kesen ve isimlendirmenin “Su Ürünleri Fakültesi” olması için dayatan öğretim üyelerinin Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde “Su Ürünleri Bölümü” öğretim üyeleri olması dikkat çekicidir.

Oysa “Bilimcinin en önemli özelliği entelektüelliktir. Entelektüel bilimci gizlenmek istenen gerçeği ortaya çıkaran bireydir. Gerçeğin saptırılmış şeklini kabullenmeyen kişidir. Eleştirilerinde yasaklara ve tabuya itibar göstermez. Entelektüel bilimci, bilimsel donanımının dışında, yönetimsel hatası olan siyasi iktidarla geçinemeyen, bu yönde zihinsel ve ahlaki bir eğilimi olan ve bu eğilime uygun davranabilme, tavır alabilme yeteneğine sahip kişidir. Entelektüel, egemen sınıfın gizli kalmasını istediği şeyleri açığa çıkarmaya çalışır. Gerçeğin saptırılmış şeklini kabullenmeye razı olmaz (Başkaya, F. 1996)(9).

Buna karşın akademik çatı altında belirtilen yanlışlıkların bilerek gerçekleştirilmesi ne kadar acı. Bilim tüm insanlık içindir. Bilimi bir meslek grubu için rotasından saptıranlar acaba bilime ters düştüklerini göremiyorlar mı? Çünkü bilimde saptırma ve gerçek dışılığa yer yoktur. Ne yazık ki Türkiye bu olumsuzluğu yaşamıştır ve yaşamağa da devam etmektedir. Üniversite çatısı altında sergilenen tüm bu gelişmeler konu ilgilisi ülkemiz insan kaynaklarının ulusal düzeyde önünü kesmenin, haksız rekabet unsurlarının yanı sıra bilimsel etik kavramının da nasıl ayaklar altına alındığının somut göstergeleridir.

Belgeli Bir Başka Gerçek

12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbe sonrasında Prof. Dr. İsmet Baran’ın Cunta Yönetimi nezdinde ülkemizde balıkçılık fakültesi kurulması girişiminde bulunduğu süreçte Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi bünyesinde bazı radikal kararlar çerçevesinde Su Ürünleri Bölümünün de kapatılma kararının alındığını Prof. Dr. Salih Çelikkale’nin anılarından bilgi sahibi oluyoruz. Nasıl mı, okuyalım.

Rize Üniversitesinde 1-4 Temmuz 2009 tarihinde düzenlenen Su Ürünleri Sempozyumunda Prof. Dr. Salih Çelikkale tarafından “Türkiye’de Su Ürünleri Sektörü, Eğitim ve Öğretimi” başlığını içeren bir sunumu olur(10). Söz konusu sunum çok yönlü olarak analiz edildiğinde ülkemiz bazı akademisyenlerinin zafiyetlerinin de ortaya çıktığıdır. Özellikle kimi akademisyence özgür olmayan üniversitenin, evrensel kapsamlı görev ve amaçlarını yerine getiremeyeceğinin es geçilmesidir. Önemle 1988 yılında Avrupa üniversiteleri rektörlerinin İtalya’nın Bologna kentinde imzaladıkları “Magna Charta Universitatum” da vurgulanan temel öğe “Üniversitede sunulan öğretim ve gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar, etik ve entelektüel açılardan her türlü siyasal ve ekonomik güç odağından bağımsız olmalarıdır.”

Burada vurgulanmak istenen husus üniversite özgürlüğüne kesinlikle siyasal güçlerin müdahale etmemeleri gerekliliğidir. Haliyle üniversiteler kendi bünyelerinde reformlarını ve şayet aksayan yönleri varsa bunu yine kendileri giderme konumundadırlar. Oysa ülkemizde balıkçılığının ilgi alanına giren araştırma ve eğitiminde konunun temel eğitimini görmeyen bazı akademisyenlerin kendi ihtisas sahibi oldukları alanın dışına çıkıp etik dışı bir uygulama ile kendilerine bir alan yaratma çabasında olduğu görülür. Bu çabaları da gelişmiş ülkelerde akla hayale bile getirilemeyecekken durumun tersine verimli olur. Bunu sağlayan husus da kendi önlerini açacak yolu üniversite bünyesinin dışına taşırıp sırtlarını siyasi güce daha açık ifade ile 1980 askeri darbesini gerçekleştiren Cunta Yönetimine dayamalarıdır. Yaşananlar özgür olması gereken üniversitelerin yularını siyasi güce bazı akademisyenler aracılığı ile teslim edilmesidir. Bunun somut örneği Prof. Dr. Salih Çelikkale’nin sunumunun satır aralarında kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 

Bakınız Çelikkale ne demekte; “1982'de, bir sabah Ankara Üniversitesi Su ürünleri Bölümünde mesaiye geldiğimizde bir haber geldi. Fakültede mevcut 12 bölümden bazıları kapatılmıştı. Bunlardan biri de Su Ürünleri Bölümüydü. Nereye başvurabileceğimizi bilemiyorduk. Aklımıza zamanın konsey üyesi Oramiral Nejat Tümer Paşa geldi. Denizciliği iyi biliyordu ve yetkileri üst düzeyde idi. Fakültemizde öğretim görevlisi bir bayan vardı ve bu bayanın eşi Sayın Oramiralin yaveri olan Deniz Kurmay Albayı idi. Bize Oramiral ile randevu alması gerekiyordu. Bayan öğretim görevlisinin çabası sonuç vermişti ve o gün saat 18:00'e randevu verilmişti.

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Doğan Atay ile birlikte Sayın Oramiral Nejat Tümer'i ziyaret ettik. Kendilerine 2 saate yakın bir süre su ürünlerinin önemini anlatmaya çalıştık. 0 dönemde Tümer Paşa'nın bize 2 (iki) saat zaman ayırması çok önemli idi ve konuya duyduğu ilginin de bir ifadesi idi. Bize inandığı tavırlarından belli oluyordu. Bize "Arkadaşlar, ben YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. İhsan Doğramacı ile görüşeceğim” dedi ve ayrıldık. İkinci günün sabahı fakülteye geldiğimizde, bizim için sürpriz olan bir faks aldık. Bu faks; Deniz Kuvvetleri Komutanlığına Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'ndan çekilmişti. Faksta aynen şu ifade vardı:

"Sayın Paşam Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölümünün kapatılması şöyle dursun, biz altı (6) adet Su Ürünleri Yüksekokulu ile bir (1) adet Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu daha açtık. Saygılarımla"(10)

Bu anlatımdan çıkarılacak yorumdan biri Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığınca “Su Ürünleri Bölümü” nün kapatıldığıdır. Kapatılma sözcüğü hoş olmayan bir tanımlamadır. İşin doğrusu başlangıçta ziraat ekolünün temel eğitimiyle hiç ilgisi olmayan uygulamalı biyolojinin bağımsız bir alanı olan balıkçılık ile ilgili eğitim programının ziraat fakültesi bünyesinde yerinin olmamasıydı. Ziraat Fakültesi Dekanlığınca o hatanın telafi edilmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Sonrasında oluşan gelişme ise akademi bünyesinde olması gereken bir gelişme olmayıp akademisyenlerin kendilerini kurtarma ve yer edinme kaygısıyla ilişkili olduğudur. Bu da sağlıklı olmayan bencilliğe yönelik bir gelişmedir.

Diğer vahim gelişme ise akademisyenlerin akademik ortamda çözmeleri gereken konuyu Cunta Yönetimine transfer etmeleri ve siyasi iktidara üniversiteye doğrudan müdahale etme zemini yaratmalarıdır ki bu evrensel üniversite kavramına tamamen ters bir durumdur. Yadırganan taraf o yıllarda Ankara Üniversitesi bünyesindeki veteriner ve ziraat ekolü temsilcisi olan bazı akademisyenlerin üniversitenin her türlü siyasal güç odağından bağımsız olmaları ilkesini çiğnemeleridir.

Yapılması Gereken Yeni Düzenlemeler

Dünyada tüm uluslararası kuruluşlarda, yayınlarda, ilişkilerde kullanılan tanımlama balıkçılıktır (fisheries). “North East Atlantic Fisheries Commission – Kuzeydoğu Atlantik Balıkçılık Komisyonu” ve “European Inland Fisheries Advisory Commission – Avrupa İç Su Balıkçılığı Danışma Komisyonu” gibi. Ülkemiz haricinde balıkçılığa eşdeğer bir “Su Ürünleri” (water product) diye bir tanımlamanın bulunmadığıdır. Haliyle Türkiye küresel terminolojiye aykırılıktan kendini arındırılmalıdır. Su ürünleri tanımlamasının yer aldığı kanun, tüzük, okul ve fakülte vb. isimlendirmelerin “Balıkçılık Kanunu”, “Balıkçılık Tüzüğü”, “Balıkçılık Yönetmeliği”, “Balıkçılık Fakültesi”, “Balıkçılık Kooperatifi” ve “Balık Hali” olarak doğru isimlendirmelerle dünya ülkeleri ile uyumluluğu sağlanmalıdır(11).

Ülkemizde yapılan sağlıklı olmayan uygulamalardan biri balıkçılığın Tarım Sektörünün bir alt sektörü olarak görülmesidir. Oysa bu da yanlış bir uygulamadır. Konuya şu şekilde açıklık getirmekte yarar vardır. Türkiye'nin büyük ölçekli hedeflerinden biri Avrupa Birliği'ne üye olabilmektir. Bunun gerçekleşebilmesi de her yönüyle AB'nin benimsediği ve uyguladığı ölçütlerle eşdeğer duruma gelmekten geçmektedir. Oysa bazı uygulamalarımız AB'nin uygulamaları ile hiç örtüşmemektedir. Bu konulardan biri de balıkçılıktır. AB’nin 1957 Roma Antlaşmasının 33.’üncü maddesi ile oluşturduğu Ortak Tarım Politikasının (Common Agricultural Policy) yanı sıra salt balıkçılıkla ilgili olarak 1983 yılında yürürlüğe koyduğu Ortak Balıkçılık Politikası (Common Fisheries Policy) bulunmaktadır. Yani tarım ve balıkçılık birbirleriyle bağlantılı olmayan bağımsız faaliyet alanlarıdır. AB bünyesindeki bu oluşum, Tarım ve Orman Bakanlığındaki yanlış uygulamayı sergileyen somut bir görüntüsüdür. Haliyle Türkiye günümüzde geç kalınmış olmakla birlikte artık tarım ve balıkçılık sektörünü ayrı sektörler olarak tanımlamalıdır(12). Bu arada şu hususu da vurgulamakta yarar var. AB’nin tarımı 67 yıldır ve balıkçılığı da 41 yıldır birbirinden bağımsız 2 ayrı sektör olarak tanımladığı dünyamızda, tam tersine günümüz Türkiye’sinde ziraat fakültelerinin bu küresel gerçeği görmezden gelerek tarım ve balıkçılığı birbirine bağımlı kılan eğitim sürdürüşlerinin izahı ne ola ki!

Yanlışlığın Noktalanması

İçi boş kavram olan “su ürünleri” tanımlamasının ülkesel düzeyde gündemden düşmesini pekiştirmek ve terminolojik açıdan doğru tanımlama olan “balıkçılık” sözcüğüne itibarını iade etme zamanıdır. Yapılması gereken ilk girişim TBMM çatısı altında verilecek bir önerge ile 1380 ve buna tadil getiren 3288 sayılı Su Ürünleri Kanununun isim değişikliği ile Balıkçılık Kanunu olarak düzenlenmesidir. Bu düzenleme gerçekleştirildiği takdirde tüm “su ürünleri” tanımlı resmi, özel, akademik kurum ve kuruluşlar doğal olarak “balıkçılık” tanımlaması konumuna geçmiş olacaktır. Ters düşmek şöyle dursun uymak ve bütünleşmek zorunda bulunduğumuz evrensel bilim ve iş dünyası “su ürünleri” değil “balıkçılık” terimini benimsememizi kullanmamızı gerektirmiyor mu?

YAZINSAL KAYNAKLAR

  1. Arpa, H. 2015.Balıkçılık Tarihimizden Notlar. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını. 316 s. ISBN-978-605-01-0746-3.
  2. Bingel, F. 2016. Deniz Biyolojisi ve Balıkçılık. Terimler ve Tanımlar.       www.ims.metu.edu.tr/DenizSözlük.html
  3. Türkiye Çevre Sorunları Vakfı. 1990. Türkiye’nin Biyolojik Zenginlikleri. İkinci Baskı. Türkiye Çevre Sorunları Vakfı.318 s. Ankara.
  4. www.tr.wikipedia.org/wiki/Canlı
  5. https://www.google.com/search?q=6+canl%C4%B1+alem+bulunur&oq=6+canl%C4%B1+alem+bulunur&aqs=chrome..69i57j33i160l2.10696335j0j15&sourceid=chrome&ie=UTF-8_
  6. https://tr.wikipedia.org/wiki/Sekoya
  7. Tolunay, M.A. . Özel Zooloji. Cilt II. Chordata ve Omurgalılar.  840 S. AÜFF Yayınları. Um. 64. Zooloji.
  8. Bilecik, N. 2017. İki yanlış bir doğru etmez. Vira Dergisi. Yıl 13, Sayı 130, S. 56-61.
  9. Başkaya, F. 1996. Paradigmanın iflası resmî ideolojinin eleştirisine giriş; Batılaşma, çağdaşlaşma, kalkınma. Doz yayınları. 13-14. Ankara.
  10. Çelikkale, S. 2009. Türkiye’de Su Ürünleri Sektörü, Eğitim ve Öğretimi. Rize Üniversitesi Su Ürünleri Sempozyumu (1-4 Temmuz 2009). Sunum 35 s.
  11. Bilecik, N. 2011. Güldürtmeyin Dünyayı. Vira Dergisi. Yıl 7. Sayı 53, s. 76-78.
  12. Bilecik, N. 2012. Anayasa ve Balıkçılık. Vira Dergisi. Yıl 8. Sayı 63, s. 50-54.