Bambaşka biri Ayşenur Arslan... Gazetecilik mesleğine harcadığı mesaiyle, bilgisi ve tecrübesi ile okyanus olmuş isimlerden biri. Neredeyse 40 sene sonra bile ilk günün heyecanını hissedecek kadar da âşık işine. Yol melekleri var onun, hem yolculuklarında hem de iş hayatında… Bir de futbol tutkunu. Roma’da bir derbi izlemek, Sao Paulo maçını stadyumda seyretmek, hatta stadyum koleksiyonu yapmak isteyecek kadar. Denize gelince hırçın dalgaları ve o dalgaların sesini seviyor, Şile müdavimi Ayşenur Arslan. Dünyada en güzel gün batımının ise Van Gölü üzerinde seyahat ederken yaşandığını söylüyor...
Gazeteciliğe bakış açınızda nasıl bir değişim oldu?
Mesleğime başladığım ilk günden beri çok severek ve heyecanla yaptım. Son derece sıradan bir olayı izlerken bile o olay benim için günün olayı, dünyanın merkezi olurdu. Hala da öyle hissediyorum. Zaten heyecanınız kalmamışsa, bu meslek yapılmamalı. İşini severek yapma ayrıcalığı olan insanlar, o heyecanı kaybettikleri zaman başka bir yere yelken açmalı. 37 yıl önceki Ayşenur ile şimdiki arasında elbette ki fark var. Bir zamandan sonra kimin, nasıl reaksiyon vereceğini veya ne diyeceğini bilmenin yorgunluğunu hissediyorsunuz. Çünkü siz o filmi -siyaset sahnesinde, medyada veya başka kurumlarda- onlarca belki de yüzlerce kez görmüşsünüzdür. Dolayısıyla “Yine mi aynı film” diyebilirsiniz. Teknoloji ve kitle iletişim araçları süratle gelişiyor. Daha öğrenecek çok şeyin olduğunu görüyoruz.
Vakit yaratabiliyor musunuz peki?
Vakit hep vardır. Yorulduğum için kokteyl, gala gibi organizasyonların birkaçına giderim. Ama film seyretmeye, kitap okumaya, arkadaşlarımla birlikte olmaya ve mümkünse her hafta sonu Şile’ye gitmeye vakit ayırıyorum.
Ya uzun seyahat programları…
Program nedeniyle sınırlı ama seyahat etmeyi çok severim. Hayalim; kocaman bir minibüs ve birkaç arkadaşla yola çıkmak. Kendimizi birden İskandinav ülkelerinde bulmak, oradan da direksiyonu kırıp Katmandu’ya doğru yol almak…
Macera sizin için bir tutku diyebilir miyiz?
Maceradan daha farklı bir şey… Dikkatliyimdir, hem de çok. Mesela uçaktan korkuyorum ama uçağa binerken “Hadi yine şanslısınız. Benimle birlikte seyahat ediyorsunuz” diye içimden geçiririm. Çünkü benim yol meleklerim var ve beni koruyorlar. Evimde arkadaşlarımın hediye ettiği bir yığın melek biblosu var. Aslında Himalaya Dağları’na tırmanmak ya da kutuplara gitmek maceracılık değil. Macera; riskleri ölçmeden, hesap etmeden ve B, C ve D planlarınızı hazırlamadan, gözü kara gitmektir. Galiba korku eksikliği var bende.
İş hayatında melekleriniz oldu mu?
Var tabi. Rahmetli demek gelmiyor içimden, çünkü öldüğünü kabullenmek istemiyorum, Altan Aşar bunlardan bir tanesiydi. Hep beni korumuş, kollamış ve yardımcı olmuştur. Bir diğeri ise eski sekreterim İlker Pınarbaşı.
Peki, neden yalnızlığı tercih ediyorsunuz?
Muhtemelen bu iyi bir şey değil ama ben yalnızlığı seviyorum. Bu aralar keyifli bir tarih okuması yapıyorum. Aslında ben orada yalnız değilim. Beş kişinin oturup TV’ye bakması da birlikte vakit geçirmek değil. Zaten birlikte olmaktan bunu anlamıyorum. Benim kendimi besleyebilmek ve kalabalık olabilmek için yalnızlığa ihtiyacım var.
Meslekte hayatınız boyunca sizi en derinden etkileyen olay hangisiydi?
1970’lerin ortalarında TRT haber merkezinde nöbetteydim. Bodrum’a giden bir otobüsün büyük bir kaza yaptığı ve çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bilgisi geldi. Haberleşme zor olduğu için bilgiler parça parça geliyordu ve ben de bilgileri bir kâğıda not alıyordum. O sıra sivil kıyafetleriyle emekli iki subay içeri girdi. Harp okulunda öğrenci olan çocukları otobüsle Bodrum’a tatile gidiyormuş. Not aldığım kâğıtta iki harp okulu öğrencisinin notunu almıştım. Bilgi almak istediler. Bende henüz hiçbir şey belli değil dedim. Notlarım beylerden bir tanesinin dikkatini çekti ve çevirip okuyarak “Gitti evlatlarımız” dedi. Kitle iletişim araçlarında çalışan insanlar anlattıklarını aslında karanlığa anlatırlar. Çünkü o anda sizi kimin okuduğunu, kimin izlediğini bilemezsiniz. Hiç tanımadıkları insanlara bir şeyler anlatırlar. Söylediklerinizin insanlarda nasıl bir reaksiyon uyandıracağını ve nasıl algılanacağını bilmeyiz. Eğer ateş onun yakınına düşmüşse ne yapacağını bilmeyiz, bunu görmeyiz de. Ben orada yaptığım işin; insana, yüreğine, hayatına nasıl temas ettiğini ve ne yapabildiğini gördüm. O iki baba karşımda sanki birden öldü. İçleri boşalmış gibi çöktüler koltuğa. Kendime “Bunu unutma çünkü sen böyle bir iş yapıyorsun” dedim. O kadar çok etkilendim ki unutmamaya söz verdim. Bir eve alevli bir ok fırlatıyorsun ve böyle yakıyorsun.
Ünlü isimlerle çalıştınız. Çalışması en zor olan kimdi?
Mehmet Ali Birand. Anlatmak çok zor, anlattığım zaman onun özeline de girmiş olmam gerekiyor. Bu sebeple anlatmayayım ama çalıştığım en zor insanlardan biriydi. İyidir, keyiflidir, şen şakraktır ama bir yanıyla da çok zordur. Ali Kırca ile çalışmak çok zor değildi, hatta hiç zor değildi. Ali Kırca ile arkadaş olmak zormuş.
Yaptığınız işler arasında sizi en çok mutlu eden hangisi oldu?
Biz reklam ajansı kurduk ama iş alamadık. Esas anlamda haberci olarak yayıncılık, programcılık ve televizyonculuk yaptım. Şimdi ekranın karşısındayım. Kameranın karşısında olmak çok keyifli çünkü siz hazırlıyorsunuz ve sunuyorsunuz. Duruma hâkimsiniz. Diğerlerinde başkası için hazırlıyorsunuz ve o servis yapıyor. Eğer yemeği yapan ile servisi yapan kişi bir arada değilse, yanlış servis de ediliyor. İşte o zaman geriliyor ve üzülebiliyorsunuz. Ben kamerayla hiç kavga etmedim. Ekranda olmanın bir kötü yanı var, o da sizi tanımaları. Şöhret olmaktan söz etmiyorum, öyle bir program yapıyorum ki sokakta görenler “Aaa Ayşenur Arslan” diye çığlık atmıyorlar, Allah’tan da öyle. Ama yinede tanınmak, tanınıyor olduğunu fark etmek, çok yabancısı olduğum bir şey. Ayrıca her sabah benim yaşımdaki bir kadının ekrana hazırlanması da zor.
Emeklilik planları yapıyor mu Ayşenur Arslan…
Sağlığım elverirse bir dernekte faal olarak çalışırım ve gezerim diye düşünüyorum. Ama şimdi dünyanın haline bakıyorum da zor. Mesela 5-10 sene öncesine kadar şöyle düşüncelerim vardı, tabi ki sağlık ön koşuluyla; yoksul bir ülkeye gidip orada çocuklar, kadınlar için Birleşmiş Milletler adına çalışabilirim. Ya da becerebilirsem Türkiye’de yapabilirim. Bunlar haricinde görmeyi çok istediğim yerler var…
Nereler mesela?
Dünyanın birçok yerini gezdim ve gördüm fakat Rusya’da birçok yeri gezmek, dolaşmak istiyorum. Avrupa’nın belli başlı kentlerindeki stadyumlarda maç seyretmek istiyorum.
Karşımızda futbolu tutkunu bir kadın var…
Statta maç izlemeye bayılırım. İngiltere’ye gitmeden önce arkadaşımdan rica ettim ve Arsenal’in stadyumunda maç izledim. Gerçi Manchester’ın stadyumunda izlemek isterdim ama olmadı. Roma’da bir derbi izlemek, taraftarı anarşistlerden oluşan Sao Paulo’nun maçını stadyumda seyretmek istiyorum. Açıkçası kendime stadyum koleksiyonu yapmak istiyorum.
Şile’deki eviniz deniz kenarında mı?
Çatıya çıkıp, ayakta durup sağa-sola baktığın zaman bile deniz görünen bir yer değil. Ama hiç fark etmez ki arabayla iki dakika sonra Şile’nin tüm denizi benim. Ben denizi, kışın çok severim. Deniz kenarında oturacağım, yürüyeceğim, hatta su damlacıkları yüzümü yakacak benim. Denizin başlı başına bir terapi olduğunu düşünüyorum.
Deniz ürünlerini sever misiniz?
Böcek tabirine girenler dâhil deniz ürünlerine bayılırım. Mesela İspanyol yemeği Paëlla’ya en sevdiğim yemeklerden bir tanesidir. Çok isterdim yapmayı ama daha basit şeyler yapabiliyorum.
Gelelim mavisini en çok sevdiğiniz yere…
Kıyılarımız Avrupa kıyılarıyla mukayese edilemez. Orada kültür bizde malzeme var. Datça, en sevdiğim yerlerdendir. Ben Marmaris’i ve Bodrum’u 42 yıl önce görmüş olmanın ayrıcalığını yaşıyorum. Okul gezisi için gitmiştik. Gecenin bir vakti Marmaris’e indik. O anı, o fotoğrafı, o gül kokusunu, havanın safir serinliğini her şeyi bugün gibi hissediyorum. Şile’yi de kışın çok seviyorum. Dalgalara bakarak, kahvaltı etmek ya da akşam balık yemek çok keyifli. Başka bir meslek yapıyor olsaydım teknede yaşamayı isterdim. Yıllar önce TRT’deyken geçici görevle Trabzon’a gitmiştim. Bir misafirhanede kalıyordum ve dalgaları hissediyordum. Hava soğuktu, buna rağmen dalga sesini duyayım diye pencereyi açmıştım. Deniz dendiğinde aklıma ilk gelen Trabzon geceleri ve o dalgalardır. Bir de “Van Gölü Denizi” var. Van’da üç yıl yaşamış biri olarak, çok şaşırtır insanı ama hakikatten deniz gibidir. Dünyanın en güzel gün batımı Van Gölü üzerinde seyahat ederken yaşanır. Olağanüstü bir gün batımıdır. Sanki göl güneşi yutar.
Vira Dergisi