1 Şubat 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı'nın ardından basın toplantısı düzenledi. Erdoğan açıklamasında, "Belki de şimdi Türkiye'nin tekrar anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir, önümüzdeki dönemde yeni anayasa için harekete geçebiliriz" dedi.
9 Şubat 2021 tarihinde ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan partisinin TBMM'deki grup toplantısında yaptığı konuşmada; tüm siyasi partilere, akademisyenlere, sivil toplum kuruluşlarına, üniversitelere ve medya mensuplarına 'yeni anayasa' için çağrıda bulunarak, "Gelin, hep birlikte yeni Anayasa konusundaki tekliflerimizi yıl içinde hazırlayalım ve tartışmaya başlayalım. Kimseyi dışarda bırakmadan bunları milletimizle paylaşalım" ifadelerini kullandı.
Ana muhalefet partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Bugün Türkiye’de demokrasiden yana olan herkes, ‘Türkiye’nin demokratik yeni bir Anayasaya ihtiyacı var’ diyor. Tabii mevcut Anayasanın ilk dört maddesinin aynı kalması kaydıyla… Yeni bir Anayasayla Türkiye, demokratik standartlarını daha ileriye taşımalıdır, buna ihtiyacımız var. İhtiyacımız, ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’dir" yanıtını verdi.
MHP haricindeki muhalefet partilerinde Erdoğan'ın bu çağrısı ile ilgili genel kanı "gündem değiştirme, sistemin iflası" olarak yorumlandı.
Yeni anayasanın hazırlanması ile ilgili girişimin bir sonuç vermeyeceği belirgindir. Bunun gerçekleşebilmesi muhalefet partilerinin desteği ile olasıdır ki bunun da olanaksızlığı ağır basmaktadır. İyimser bir ifade ile olası anayasa taslağı üzerinde görüşme aşamasında anayasada boşluğu hissedilen bazı konuların gündemde yer bulabilme olasılığı vardır. Bunlardan biri anayasamızda balıkçılığımız ile ilgili konunun göz ardı edilmiş olmasıdır. Günümüzden 10 yıl öncesinde bu konuda bir şans oluşabilirdi ama olmadı.
Hatırlanacağı üzere 2011 yılında Cemil Çiçek’in TBMM Başkanı olduğu dönemde yeni anayasa çalışmaları yapılmıştı. O dönemde yeni anayasa konusuna gerek üniversiteler gerekse toplum ilgi göstermemişti. Bu olumsuz gelişme 23 Aralık 2011 tarihinde Milliyet Gazetesi köşe yazarlarından Fikret Bila tarafından da dile getirilmişti. Makalesinde TBMM Başkanının bu konudaki yakınmasına değinen Fikret Bila, Meclis Başkanının vatandaşı yeni anayasa konusunda görüş bildirmeye teşvik edecek, akılda kolay kalacak bir cümlelik sosyal sorumluluk bağlamında spot istediğine değinerek, bazılarına da yer vermişti. Örneğin: “ - Vatandaş yeni anayasaya Fransız kalma!”. “ - Kendi anayasanı kendin yap!”. “ - Görüş bildirmekten korkma, geç kalmaktan kork!” gibi...
Makalenin devamında ise “TBMM Başkanı, siyasi partilerin kırmızı çizgilerinin basında sürekli ön planda tutulmasının doğru olmayacağını savunuyor. Önce uzlaşılacak konuların ele alınması ve işlenmesinden yana. 30 Nisan 2012 tarihine kadar görüşlerin bildirilmesini istiyor” bilgisini vermekteydi.
Anayasa değişikliği ile ilgili gündem aslında o tarihlerde balıkçılığa yer verebilme şansını doğuruyordu. Nitekim Deniz Kültürü ve Haber Yorum Dergisi olan Vira’nın Ocak 2012 sayısında “Anayasa ve Balıkçılık” başlıklı makale tarafımca yayımlanmıştı. Bilahare Anayasa ile ilgili gelişmeler rafa kaldırılınca makalem yayımlandığı kadarıyla kaldı ve kendine balıkçı sitelerinde anca yer bulabildi.
Gelecekte anayasa konusunda değişiklik olsun veya olmasın, anayasaya ek madde konulsun veya konulmasın tüm siyasi partilerin, siyasilerin, parlamenterlerin balıkçılığın niçin anayasada yer alması gerektiği hususundaki bu sade bilgiyi bir kenara not etmelerinde ve günü geldiğinde de dikkate almalarında yarar var.
OKYANUS GEZEGENİ VE TÜRKİYE
Yeryüzünün % 70,8‘ini denizler, %29,2’sini karalar teşkil etmekte. Bu nedenle bilimcilerce dünyamıza “Okyanus Gezegeni” tanımlaması yapılmaktadır. Fiziki olarak Türkiye bir yarım ada konumunda. Birbirinden çok farklı ekolojik özellikleri olan denizlere sahip bir ülke. 8333 km uzunluğunda hatırı sayılır bir kıyı varlığına, ayrıca bu denizlerde ve iç sularda hüküm ve tasarrufu altında olan 77.176 km2’lik bir alana sahip olan Türkiye, bu özelliğini göz ardı edemez. Çünkü bu ortamda gerek bitkisel ve gerekse hayvansal kökenli on binlerce canlı türüne ve bunların azımsanmayacak bölümünü de ekonomik yönden değerlendirme şansına sahip. Üstelik bu konuda sucul ortam kaynaklarını ülke olarak dikkate almama gibi bir lükse de sahip değil.
Teknik ayrıntılara geçmeden önce anayasa kavramını özümseyelim.
ANAYASA
Anayasa devletin temel kanunudur. Bir devletin nasıl yönetileceğini belirleyen, kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen yasalar bütünüdür. Anayasa toplumun üzerinde anlaşmaya vardığı, tabi olmayı kabul ettiği temel ilkeleri ifade eden bir hukuki metindir. Anayasada genellikle devletin temel siyasi ve idari organizasyonu ile vatandaşın temel hak ve hürriyetleri, devlete karşı vazife ve mükellefiyetleri belirlenir. Netice olarak anayasa, devletin kişilerle ve kişilerin birbirleriyle olan münasebetlerindeki temel hak ve hürriyetleri belirten, tanınan bu hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasını engelleyecek yasama ve yargı sistemini kuran temel kanundur.
DOĞAL KAYNAKLARIN KONUMU
Genel oluşum böyle olmakla beraber insan ve toplum yaşamını doğrudan ilgilendiren ekonomik hükümler de anayasada belirgin bir ağırlığa sahiptir. Buna paralel olarak anayasamızda doğal kaynaklarımızın konumu, işletilmesi, korunmasına da yer verilmiştir. Nitekim “Tabiî servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi” 168. madde ile hükme bağlanmıştır. Yine benzer şekilde 169. madde ormanların korunması; 170. madde ise orman köylüsünün korunmasını öngören hükümleri içermektedir.
Bunların dışında 45. madde Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunmasını kapsamaktadır. Söz konusu madde aynen: “– Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.
Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır” hükmüne amirdir.
Burada üzerinde durulması gereken bir boşluğu ve uygulamada yaşanan bir çelişkiyi vurgulamakta yarar var. Anayasamızın 45. maddesi salt tarım ve hayvancılığı kapsamaktadır. Burada balıkçılığa herhangi bir atıfta bulunmamaktadır. Bu madde herhangi bir yanlışlığı veya noksanlığı içermemektedir. Bu konuyu devlet adına bünyesinde toplayan resmi otorite, Tarım ve Orman Bakanlığıdır. Oysa Bakanlık uygulamada bağımsız bir sektör olan balıkçılığa tarım sektörünün bir alt dalı olarak işlem yapmakta ve bu sektörden kaynaklanan ekonomik gücü de tarıma dâhil ederek değerlendirmekte, böylelikle balıkçılığın yüksek düzeydeki ekonomik gücünü gizlemektedir. Anayasanın 45. maddesinde balıkçılığa yer verilmemekte ise de uygulamada balıkçılığın tarım sektörünün içerisinde belirtilmesi yanlışlığın ta kendisi olmaktadır. Daha açık anlatımla Türkiye’nin genel konumu ve öncelikli hedefi AB’ye üye olmaktır ve kapısından içeri girmek için beklemektedir. Oysa üyesi olmak için can attığı AB bünyesinde tarım ve balıkçılık ayrı birer sektör olarak tanımlanmaktadır. Nitekim AB’nin 1957 Roma Antlaşmasının 33.’üncü maddesi ile oluşturduğu Ortak Tarım Politikasının (Common Agricultural Policy) yanı sıra salt balıkçılıkla ilgili olarak 1983 yılında yürürlüğe koyduğu Ortak Balıkçılık Politikası (Common Fisheries Policy) bulunmaktadır. Yani tarım ve balıkçılık birbirleriyle bağlantılı olmayan bağımsız faaliyet alanlarıdır. AB bünyesindeki bu oluşum, Tarım ve Orman Bakanlığı’ndaki yanlış uygulamayı sergileyen bir görüntüdür.
YENİ ANAYASADA BALIKÇILIĞA YER AÇALIM
Burada dikkat edilmesi gereken ve değinmek durumunda kalınan husus şudur. Denizler ve göller karasal ortamdan çok farklı yapı ve özelliktedir. Bu ortamların bünyesinde barındırdığı tek hücrelisinden en gelişmiş canlısına kadar tüm türlerinin korunması, muhafazası ve devamlılıklarının sağlanması ve bu kaynağın ekonomik olarak insanlığın yararına kullanılmasını sağlayacak uygulamalara da zemin oluşturabilmek açısından balıkçılık kaynaklarının, madencilik, hayvancılık, tarım ve ormancılık konularında olduğu gibi anayasa ile güvence altına alınması bir gerekliliktir. Çünkü sucul canlı kaynaklar toplumların besin güvenliği açısından önemlidir. Bu kaynakların en önemli özelliği disiplin altına alınmış şekliyle kaynak yönetimi şayet sürdürülebilirlik modeli üzerine yapılandırıldığında kaynağın verimliliği sınırsızdır. Anayasamızda fosil kaynaklar diğer bir deyimle maden kaynakları devlet tarafından öncelikli bir konu olarak ele alınmış ve bununla ilgili hususlar güvence altına alınmıştır. Oysa bu kaynaklar zamanla tükenecek kaynaklardır, buna karşın balıkçılık kaynakları doğa kurallarına uygun olarak işletildiğinde getirisi sınırsız olan kaynaklardır. Bu nedenle söz konusu kaynakların korunması ve devamlılıklarının sağlanması özellikle güvence altına alınması bir gerekliliktir. Hazırlanacak olası yeni anayasa kapsamında veya anayasaya ek madde olanağı oluştuğunda bu boşluk giderilmelidir. Özellikle sucul ortamdaki canlı doğal kaynakların korunması yeni anayasada kayıt altına alınmalı ve bu husus bir devlet politikası olarak benimsenmelidir.
Anayasamız insanımızı, toplumumuzu ve karasal kökenli doğal kaynaklarımızı her yönüyle nasıl güvence altına alıyorsa; sahip olduğu sucul ortamdaki tüm canlıların normal kurallar çerçevesinde geleceğini de güvence altına almalıdır. Ayrıca bu kaynakların korunarak sürdürülebilir kalkınma modeli çerçevesinde işletilmesi de prensip olarak benimsenmeli, bunun için gerekli olan tüm bilimsel ölçütlere öncelik verilmeli, sektörün öngörülen hususlara riayet etmesine de ön ayak olunmalıdır.
Belirtilen bu hususlardan sonra anayasaya balıkçılıkla ilgili nasıl bir hüküm eklenebilir. İşte özümsenmiş bir taslak metin örneği.
Taslak metin
“Balıkçılık ve bu üretim alanında çalışanların korunması” alt başlığı altında şu şekildeki bir öneri olasıdır.
Madde: Balıkçılık sucul ortamdaki canlı kaynakların sürdürülebilir kullanımını gerçekleştiren bağımsız bir uygulama alanıdır. Bu amaca doğrudan veya dolaylı katkıyı sağlayan tüm unsurlar da Balıkçılık Sektörünü temsil eder.
- Devlet, sucul ortamların ve canlı kaynaklarının korunması ile devamlılığının sağlanması konusunda gerekli önlemleri alır. Bunu özerk balıkçılık kuruluşu ve bünyesindeki balıkçılık araştırma enstitüleri oluşturarak gerçekleştirir.
- Devlet, balıkçılık sektörünün (balıkçı, balıkçılık kooperatifi, balık yetiştiriciliği) alt yapısını teşkil eden araç, gereç ve diğer donanımları ile ilgili girdilerin sağlanmasını kolaylaştırıcı önlemleri alır.
- Balıkçıların ve balıkçılıkla ilgili örgütlerin kalkınması için gerekli tedbirleri alır.
- Devlet, endüstriyel balıkçılığı ve canlı kaynakların sürdürülebilirliğine paralel olacak şekilde balıkçı filosunu organize eder ve bununla ilgili gerekli düzenlemeleri yapar.
- Devlet ilgili yasanın (1380 sayılı Kanun) öngördüğü kısıtlayıcı hususlara uyulması koşuluyla “Küçük balıkçı – Kıyı balıkçısı – Mesleki balıkçılığı” himaye eder, mali açıdan teşvik unsurlarını kolaylaştırıcı şekilde düzenler, bununla ilgili gerekli önlemleri alır.
- Devlet, korunarak sürdürülebilir besin güvenliğine katkı sağlayan her türlü balıkçılık yatırımcısını özendirir ve teşvik eder.
- Devlet, balıkçı ve balıkçı kuruluşlarını, sucul ortamdaki bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gerekli tedbirleri alır.
- Sucul canlı kaynaklarını yasal olmayan çerçevede avlayan ve canlı kaynağın geleceğini olumsuzluğa yönlendirenler hakkında işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.
Sonuç: Türkiye’nin bir balıkçılık politikasına sahip olmadığı balıkçı tezgâhlarından, balıkçı filosu fazlalığından, av mevsimlerinin kısalmasından ve avcılığın ekonomik olmamasından dolayı çok belirgindir. Benzer şekilde tüm siyasi partilerin seçim beyannamelerinde bile balıkçılıkla ilgili olarak öngörülen hususlar klasik söylemlerden öteye gitmeyen ve dostlar alış verişte görsünler kabilindedir.
Tüm siyasi partilerce sucul ortamdaki (denizler ve iç-sular) canlı kaynakların işletilmesinde koruyarak sürdürülebilirliğin yanı sıra bu ortamların çağdaş yönetimi ile ilgili olarak politikalarını kayıt altına almalı ve bunun uygulanmasına olanak yaratarak sektörün tüm uygulama alanlarındaki yatırımlarının ve bireylerin ekonomik yönden kesintisiz kalkınabilmelerine olanak sağlamalıdır. Buna resmiyet kazandırmanın temel yolu da tarım çalışanları ile orman köylülerinin korunmasını öngören hükümler gibi balıkçılığa da anayasada yer vererek balıkçılığın ve balıkçıların anayasal güvenceye kavuşturulmalarıdır.