AB Enerji Bakanları Konseyi çok stratejik bir gündemle Kasım ayı içinde AB Dönem Başkanı olan Güney Kıbrıs’ta toplanacaktır. AB’nin en büyük sorunlarından biri hatta en önemlisi olan “Enerji” konusunda Türkiye AB Enerji Güvenliği bakımından hayati bir rol oynamaktadır. Bilindiği gibi 1. ve 2. Dünya Savaşları o zamanki tek enerji kaynağı olan zengin kömür yataklarının bulunduğu bugün Fransa’da bulunan Alsace-Lorraine Bölgesi ve bugün Almanya’da bulunan Ruhr Havzasına sahip olma mücadelesi yüzünden Almanya ve Fransa arasında patlak vermiş sonra bütün dünyaya sirayet etmiştir. Bugün dünyanın çıban başı olan Orta-Doğu Bölgesi’nin önemi bütün Semavi dinlerin doğduğu yer olması ve Din- Mezhep ve Medeniyetler Savaşı nedeniyle değil, bugün dünya’ de en fazla kullanılan enerji kaynakları olan Petrol ve Doğalgaz rezervlerinin % 65 ine sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
GKRY AB Dönem Başkanı sıfatıyla Türkiye’yi AB Enerji Bakanları Konseyi’ne aday ülke olarak davet etme niyetindedir. Türkiye hem GKRY’ni haksız gasp ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti hüviyetiyle tanımadığı için, hem de GKRY’nin egemenliğinin adanın tamamını değil, sadece güney bölümünü kapsadığı için büyük ihtimalle bu daveti geri çevirecektir. Daha önce 1996 yılında AB ve Akdeniz Ülkeleri Zirvesi Toplantısına da Türkiye, Yunanistan’ın Türkiye’ye Gümrük Birliği ( GB ) kapsamında verilecek Mali Yardımları Kıbrıs yüzünden veto etmesini protesto ederek bütün AB ülkeleri ve Akdeniz ülkeleri Devlet veya Hükümet Başkanı düzeyinde katılmalarına rağmen Türkiye Dış İşleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı seviyesinde katılarak AB’ye çok sert bir tavır koymuştur. Birkaç ay sonra İngiltere-Almanya ve İtalya gibi AB’nin ileri gelen güçlü ülkelerinin Yunanistan’ a baskısı sonucu Türkiye, Kıbrıs’ta Yunanistan’ın talep ettiği hiçbir tavizi vermemesine rağmen Yunanistan Türkiye’ye verilecek AB Mali Yardımlarına uyguladığı vetoyu kaldırmak zorunda kalmıştır.
Bu defa da Türkiye gelecek ay Güney Kıbrıs’ta yapılacak AB Enerji Bakanları Konseyine AB Bakanı ve Baş Müzakereci veya Dış İşleri Bakanı ya da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı seviyesinde değil, Enerji Bakanlığından şef ya da şube müdürü seviyesinde alt düzey bürokrat’ la katılmalıdır. Ayrıca AB Bakanlar Konseyi Toplantısında Türkiye’yi gözlemci olarak temsil edecek bu bürokrat İstanbul-Atina-Larnaka güzergahı ile değil toplantının yapılacağı Larnaka veya Limasol’ e Kıbrıs’ lı Rumların illegal olarak kabul ettiği ve işgal altında topraklar olarak bahsettiği KKTC Ercan Havalimanı - Beyarmudu Köyü - İngiliz Dikelya Üssü ve Pile Türk-Rum ortak köyü üzerinden gitmelidir. Böylece Rumların yasadışı yollardan ada’ ya giriş yolu olarak niteledikleri Gazi Mağusa Limanı ve Ercan Havaalanı da bir anlamda AB nezdinde meşrulaşmış olacaktır. Toplantı GKRY’nin değil AB’nin olduğu için aşağıda belirteceğimiz nedenlerden ötürü Türkiyesiz bir AB Enerji Güvenliği de söz konusu olamayacağı için Rumlar bu “Oldu-Bitti” yi ( Uluslararası İlişkiler jargonunda “Fait – a – Compli” ) kabul etmek zorunda kalacaklardır.
Dünya’da bilinen petrol rezervlerinin % 65 i Orta-Doğu Bölgesinde, % 15 i Kafkasya, Orta-Asya ve Rusya’ da bulunmaktadır. Enerji kaynağı olarak petrolden sonra 2. en çok kullanılan enerji hammaddesi olan Doğal Gaz’da başta Dünya rezervlerinin % 80 i Rusya-İran-Azerbaycan-Türkmenistan-Kazakistan gibi Kafkasya ve Orta-Asya Türk Cumhuriyetlerinde bulunmakta diğer doğal gaz yatakları da Orta-Doğu’ da ki Müslüman körfez ülkeleri ile Cezayir-Tunus-Fas-Libya gibi Magrep ülkelerinde işletilmektedir.
Dolayısıyla çok az kullanılan atom enerjisi, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, hidrojen enerjisi ve kullanımı çevreye ve insan sağlığına zarar vermesi ve ekonomik olmaması dolayısıyla Dünya üzerinde gittikçe azalan kömür enerjisinin yerine bütün Dünya’da enerji elde etmek için kullanılan temel 2 hammadde olan PETROL ve DOĞALGAZ Türkiye’nin hemen çevresindeki komşu ülkelerde üretilmekte ve Dünyanın en büyük iktisadi ve siyasi bloğu olan AB’nin ekonomisi ve endüstrisi ise % 90 oranında bu hammaddelere bağımlı durumdadır. Türkiye’nin çevresinde enerji hammaddelerini üreten ülkelerin birçoğu ile Türkiye tarihte aynı siyasi otorite altında yaşamış din kardeşi veya etnik bakımdan akraba milletlerdir. Türkiye’nin bu zengin petrol ve doğal gaz sahibi ülkelerle tarih birliği, din birliği, kan birliği ve kültür birliği bulunmaktadır. Avrupa ülkeleri ise yıllarca bu ülkeleri sömürge olarak kullandığı ve kaynaklarını sömürdüğü için bu ülkelerle hasım durumundadır. 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısından sonra da Samuel Huntington’ un bahsettiği “Medeniyetler Çatışması” başlamış bugün Batı yani ABD + AB ile Doğu yani Müslüman Orta-Doğu ve Asya ülkeleri arasındaki bu Medeniyetler savaşı her gün şiddetini artırarak sürmektedir. Dolayısıyla Petrol ve Doğal Gaz’ın Avrupa’ya geçiş kavşağında Türkiye trafik polisi rolünü oynamaya başlamıştır.
AB açısından Türkiye böyle görülmekte ve çok stratejik bir partner olarak değerlendirilmektedir. Diğer yandan Türkiye açısından AB’ye bakarsak, AKP iktidarının işbaşına geldiği 2002 yılından 2006 yılına kadar AB; Türkiye dış ve hatta iç politikasında fevkalade önemli bir yer tutmakta hatta 1. Sırayı işgal etmekteydi. Bu dönemde AB’ den sorumlu Devlet Bakanı olarak Ali Babacan görev yapmaktaydı. Ali Babacan MHP lideri ekonomi doktoru Sayın Devlet Bahçeli’nin anladığı kadar ekonomiden anlayıp, (Unutanlar için hatırlatmakta yarar var. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik bunalımını Dr. Devlet Bahçeli’nin DPT Müsteşarlığı ve Rekabet Kurumu gibi ekonominin kalbi olan Kamu kuruluşlarından sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde yaşamıştır. Hatta 2001 yılında kurulan AKP’nin 2002’ de tek başına iktidara gelmesinin 1 numaralı sebebi Dr. Devlet Bahçeli-Mesut Yılmaz-Bülent Ecevit koalisyonunun fevkalade başarısız olarak ülkeyi ekonomik felakete sürüklemesidir. Bu üçlü koalisyon içinde de en başarısızı da MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı sayın Dr. Devlet Bahçeli idi. ) AB’ den ise hiç anlamıyordu. Bu nedenle Sayın Doç. Dr. Abdullah Gül ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan hükümetlerinin birinci önceliği AB olmasına rağmen bu işle görevlendirdikleri Bakan hiç bilmediği ve anlamadığı hatta ilgilenmediği bir konuyla meşgul olmak zorunda kalınca fevkalade bocaladı, doğru dürüst bir ekip de oluşturamayınca en verimli dönem ziyan edildi.
Bu dönemde Türkiye-AB İlişkileri çok az ilerleme kaydedebildi, 35 müzakere başlığından sadece 1 tanesi o da AB’ de ortak bir politika olmayıp her AB üyesi ülkenin kendi milli politikalarının olduğu Bilim-Eğitim-Kültür başlığı açıldı ve aynı gün geçici olarak kapatıldı. Bunun dışında Türkiye-AB tam üyelik müzakerelerinde hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Bunun üzerine Ali Babacan önce Baş Müzakerecilikten görevinden sonra da AB ile ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanlığından azledilerek yerine Baş Müzakereci ve AB Bakanı olarak Egemen Bağış getirildi. Sayın Bağış uluslararası ilişkilerde fevkalade tecrübeli ve başarılı olmasına rağmen bu dönemde uluslararası konjonktür ve güç dengeleri değiştiği buna paralel Türkiye’nin dış politika öncelikleri dünyadaki değişimden çok daha hızlı değiştiği için AB konusu, Türk iç ve dış politikasında çok gerilere düştü. Bu dönemde Dünyanın ekseni de Batıdan Doğu’ya kaydı. Yani Dünya’nın ekonomik ve siyasi güç merkezi Batı olarak tasvir edilen ABD ve AB’ den Doğu’ya yani Asya-Pasifik Bölgesi’ne kaymaya başladı.
AB, finansal krizini bir türlü aşamadığı ve başta Yunanistan olmak üzere İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda ve Letonya gibi üyelerinin iflas etmelerini önleyemediği için Dünya çapındaki ekonomik gücünü kaybettiği gibi bütün prestijini de yitirdi. Artık AB üyeliği Türkiye gibi aday ülkeler için cazibesini tamamen kaybetti. Türkiye’yi idare eden İslami eğilimli ve yöneticilerinin çoğu imam-hatip okulları mezunu olduğu için Arapça bilen ve İslamiyeti temsil ettiği farz edilen Araplarla manevi ve maddi yakınlık kuran AKP iktidarının önceliği de AB 1 yani “Avrupa Birliği” değil AB 3 yani “Arap Birliği” oldu. Bu dönemde Türkiye’de ki milli güçler ve TSK’ nın önceliği de AB 1 yani “Avrupa Birliği”nden AB 2 yani “Avrasya Birliği”ne kaydı. 2005-2012 döneminde Petrol ve Doğalgaz fiyatlarının muazzam bir artış göstererek tarihi rekorlar kırması sonucu başta İran, Suudi Arabistan, Irak ve Körfez ülkeleri gibi Müslüman ülkelerin ellerinde trilyonlarda Petro-dolar birikti. Bu sıcak para da Acem ve Arapların gerek AKP iktidarına siyasi ve dini yakınlığı, gerekse 11 Eylül 2001 den sonra Arap ve Müslüman sermayesinin Batı ülkelerinde büyük baskı ve sıkı kontrol altında tutulması ve Arapların kendi paralarını ABD, İngiltere ve diğer AB ülkelerinden kolaylıkla çekememesi, hatta zaman zaman bloke edilmesi yüzünden büyük miktarda Petro-dolar sahipleri tarafından çok rahat kontrol ve manipule edilebildiği Türkiye’ye girdi. Bu para sayesinde komşusu Yunanistan iflas etmiş, Ermenistan, Gürcistan, Suriye, Moldavya, Ukrayna ve Bulgaristan büyük mali sıkıntılar ve yokluklar içindeyken Türkiye, Dünya’nın en hızlı büyüyen ve en zengin ekonomilerinden biri haline gelmiştir. AB Türkiye için artık bir zenginlik ve refah kaynağı değil tam aksine iktisadi yük olmaya başlamıştır. Dolayısıyla Türk Hükümeti ve Devleti AB’ den tamamen uzaklaşmıştır.
1 Temmuz 2012 den itibaren Türkiye’nin resmen tanımadığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ( GKRY ) tarihinde ilk defa olarak 6 aylığına AB Dönem Başkanı olmasından sonra ise Türkiye AB defterini tamamen kapamıştır. GKRY ise AB Dönem Başkanı olmasına rağmen ağır ekonomik sorunlar ile boğuşmaktadır. ENOSİS hayali kurdukları sözde anavatanları Yunanistan iflas ettikten sonra Kıbrıslı Rumlar da memur maaşlarının % 30 oranında azaltılması, 13. maaşların kaldırılması, kamu ve özel sektörde her türlü harcama ve yatırımların durdurulması sonucu büyük iktisadi ve mali sıkıntılar çekmektedirler. GKRY’ni Yunanistan gibi iflas etmekten Müslüman Orta-Doğu, Kafkasya ve Orta-Asya ülkelerinden sonra Dünya üzerinde en büyük Petrol ve Doğal Gaz rezervlerine sahip bulunan Rusya Federasyonu şimdilik kurtarmaktadır. Rus Mafia’sı ve Rus Oligarklarının gayri-meşru sermayelerini OECD ve AB’nin kara paranın aklanmasına karşı regülasyonları uygulamayan Güney Kıbrıs’a sokup GKRY’ de kara paralarını işletmektedirler. Hatta GKRY’ nin en büyük limanı ve ticaret merkezi olan şehri Limasol (Leymasun ) Rusça şehir anlamına gelen Grad eki eklenerek Limasolgrad olarak olarak adlandırılmaya başlanmış ve Türk ekonomisi nasıl Arap-Acem Petro-dolar’ları ile büyüyüp, iktisadi kalkınma tesis edilmişse, GKRY’ nin ekonomisi de çok büyük ölçüde gayri-meşru Rus sermayesi ile dönmektedir.
Sonuç olarak GKRY’ minin AB Dönem Başkanlığı şimdiye kadar kendisine siyasi ve iktisadi bir fayda sağlamadığı gibi zaten uykuda olan Türkiye-AB İlişkilerine de menfi veya müspet bir etki yapmamıştır. Hatta AB hedefinden vazgeçen AKP iktidarına Türkiye-AB İlişkilerinin kesilmesinin suçunu AB’ ye atması ve faturasını karşı tarafa ödetmesi imkanı vererek mesuliyetten kurtulmasını sağlayarak iç ve dış politikada elini kuvvetlendirmesine yardımcı olmuştur. Bundan sonra Türk Dış Politikası’nın tam istikameti enerji kaynakları zengini Orta-Doğu yani AB 3 olacaktır. Avrupa Birliği yani AB’ 1 inde kendi hayati enerji ihtiyacını karşılamak için Türkiye’ye çok daha fazla ihtiyacı olacaktır.
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER
AREL Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ve ERASMUS Koordinatörü,
TÜRK – KUZEY KIBRIS TÜRK TİCARET ODASI Yönetim Kurulu Başkanı, ADA Havayolları Yönetim Kurulu Üyesi, KIBRIS TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ İstanbul Şubesi Saymanı.
İstanbul AB Çalışmaları Merkezi Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yrd.
TÜRKİYE – AVRUPA VAKFI Yönetim Kurulu Üyesi.