Ülkemizde son yarım yüzyıldır yaşanan balıkçılık mı yoksa su ürünleri mi tartışması aslında gereksiz ve altı boş bir tartışmadır. Çünkü balıkçılığın küresel ölçekli bir tanımlaması vardır. Oysa su ürünleri sözcüklerinin küresel ölçekli bir tanımlaması yoktur. Buna karşın onun ulusal ölçekte yapay olarak anlamlandırılmaya çalışılan bir gelişimi bulunmaktadır.
Balıkçılık balık avlama, üretme, besleme, pazarlama vb. faaliyetlerin bütünüdür. Buna karşın balıkçılığa eşdeğer addedilmek istenen su ürünleri tanımlamasında kopyala yapıştır mantığı ile aşırılan bir tarifi bulunmaktadır. Kestirme tarafından su ürünlerinin sözcük analizi yapıldığında gözlerden ısrarla kaçırılan bir tablo karşımıza çıkar. O da su ortamında yaşayan hiçbir canlının ürün olmadığı ve olamayacağıdır. Çünkü ürün doğada ve onun bir parçası olan su ortamında var olan yosunlar ile hayvansal kökenli balık, omurgasız ve omurgalı sucul canlıların işlenerek gerek insanların ve gerekse diğer canlıların (balık, küçükbaş ve büyükbaş hayvanların) yararına sunulmuş halidir. Örneğin balık konservesi, balık unu gibi. Benzer şekilde ürün doğada mevcut tüm cansız unsurların görenek, bilgi ve teknolojiyle işlenerek, insanların istifadesine sunulmuş halidir. Örneğin petrolün benzin veya motorin olarak oto yakıtı haline dönüştürülmesi gibi.
Entelektüel olabilmek
Temel balıkçılık eğitimi görmeyen fakat farklı ekollerden gelerek balıkçılık konusunu kendi güdümlerine geçiren bazı akademisyenlerin su ürünleri tanımlamasının balıkçılık tanımlamasının eşdeğeri olmadığını diğer ifade ile yanlışlığını kabul etmelerine karşın ileri sürdükleri sav ise çok ilginçtir. O da “Toplum su ürünleri tanımlamasını benimsemiş ve onu balıkçılık olarak yorumlamaktadır” şeklindeki görüştür. İşte bu noktada durmak gerekli. Çünkü ortada yanlış bir tanımlama toplumca şayet benimsenmiş ise o yanlışlıktan toplumu arındırmanın görevi öncelikli olarak bilim dünyasının ve onun temsilcileri addedilen bireylerin değil midir? Bir akademisyen şayet bilimci kimliğine sahip olabilmek istiyorsa ilkin entelektüel olma yükümlülüğündedir. Entelektüel bir bilimci sapmaya, saptırmaya onay vermeyen ve gerçekleri akademik dünya ve topluma yansıtan bireydir.
1971 yılından beri ülkemizde gerek resmi ve gerekse akademik ortamda sürdürüle gelen bilim dışı bir tanımlama olan “su ürünleri” sözcükleri gündemden düşürülmelidir. Bu gündemden düşürmede görev öncülüğü biyolojik bilimcilerde değil midir? Oysa üniversitelerimizden bu konuda ses çıkmaması ve yanlışlığın ısrarla sürdürülmesi bir yana konuyu daha da saptırmaya yönelik yeni isimlendirmelere yönelinmesi komikliğin de ötesine taştığıdır. 53 yıldır ülkesel düzeyde sürdürülen ve uluslararası bilimsel terminolojiye ters düşen bu kasıtlı yanlışlığı bin yılları alacak sürece ve bu süreç içerisinde oluşacak yeni kuşaklara devredilmesini engellemek bilimcilerin kâğıt üzerinde yazılı olmayan görevi değil midir?
Galat-ı meşhur
Galat-ı meşhur, sözcük veya deyimlerin yaygın olarak yanlış bir biçimde kullanılması sonucu doğrunun yerini alması durumudur. Buna diğer bir ifade ile “Herkesin bildiği yanlış” denebilir. Kaldı ki içinde yaşadığımız yüzyılda uygulama açısından “Galat-ı meşhur” tanımlamasının yeri yoktur ve olmamalıdır da. Çünkü 21. yüzyıl bilimin ve bilginin zirve yaptığı ve doğru bilgiye de çok rahatlıkla ulaşabilen bir dönemdir.
Akademisyenlerce toplumda yaygınlaştığı varsayılan husus somuttan ziyade, varsayılma üzerinedir ki bu da tartışmaya açık bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Şayet böyle bir tablo var ise oluşan durumun nüvesi toplum değildir. Bu ikilemli tablonun mimarları ve kendilerini bu hatadan arındırması gereken kurumlar ise balıkçılıktan sorumlu merkezi otorite ile üniversitelerde balıkçılık eğitimi veren fakültelerdir. Yanlış ve bilim dışı tanımlamanın bu iki merci tarafından topluma yansıtılmaya çalışılması mazur görülemez bir gelişimdir. Hatada ısrar etmenin merkezi otorite bürokratlarının ve akademisyenlerin burunlarından kıl aldırmamasının yorumu ise sağduyudan yoksunluktan başka bir şey değildir. Hele hele İstanbul Üniversitesi ortamında Su Ürünleri Fakültesi isimlendirilmesinin bir de kamufle edilerek ikinci bir yanlışlıkla Su Bilimleri Fakültesi olarak sürdürülmesi ise tipik bir bilimsel saptırmadır.
Bilimsel saptırma ve doğruluk teorisi
Bilimsel saptırma aynı zamanda kasıtlı bir sahtekarlıktır. Türkiye üniversitelerinde küresel terminolojiyi yok sayarak balıkçılık tanımlamasının yerine “su ürünleri” tanımlamasının kullanılması açıkçası net bir bilimsel saptırmadır. Bilim dışı bu oluşumu Türkiye üniversitelerinde göstere göstere yapan, yazan ve hayata geçiren bireylerin akademik kuruluş üyeleri olmaları aslında öğretim üyelerini değersizleştirmiyor mu?
Diğer taraftan üniversitelerde ilgili fakülte akademisyenlerinin su ürünleri tanımlamasını benimsemeleri bilimde doğruluk teorisini de ısrarla göz ardı ettiklerinin somut bir göstergesidir. Doğruluk teorisi bilginin nesnesine uygunluğudur. Haliyle bu teoriyi es geçen tüm akademisyenler bu olumsuzluğun paydaşı olmaktadırlar. Anlaşılan bilim insanı olmayı değil, öğretim üyesi olmayı tercih etmekteler. Seçim onlara aittir ve neticede kendi bilecekleri iştir! Oluşturulan bu bilim dışı oluşumu rektörlüklerin ve üniversitelerin denetlenmesinden de sorumlu olan Yükseköğretim Kurumunun (YÖK) tüm bu olanları görmezden gelmeleri ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu kadar da olmaz dedirtmek
Tarım ve Orman Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü linkine giren ve balıkçılık terminolojisine egemen olan bireylere bu kadar da olmaz dedirten bir bilgilendirmeyi çıplak gözle okuyabilirler(*). Söz konusu bağlantıda Eurofish Magazine (Avrupa Balık Dergisi’nin) tercümesi şu şekildedir: Avrupa’da Balıkçılık ve Su Ürünleri Yetiştiriciliği (Eurofish) yayın organı. Bakanlık bürokratları yok hükmündeki su ürünleri tanımlamasını ne edip edecekler illaki bu sözcükleri kafadan metne ekleyecekler. Nasıl bir kafadır bu, anlayan beri gelsin. Aslında su ürünleri tanımlamasını “Gordiyon düğümü” gibi kesip atmaktan başka çare yok ve işin hazin tarafı göstere göstere yapılan bu saptırma merkezi resmi otorite kuruluşunun sitesinden yapılıyor. Sonra da bürokratlar ve akademisyenler kalkıp halk su ürünleri tanımlamasını balıkçılık olarak benimsedi yakıştırmasını yapıyorlar. Hadi oradan!
Son söz
Ülkemiz balıkçılık konusunun iki ana muhatabı olan merkezi otorite yöneticileri ile üniversitelerimiz ilgili fakültelerinin akademisyenlerine yansıtılabilecek en gerçekçi tanımlamayı günümüzden 8 yüzyıl önce yaşamış Fars şairi ve İslam bilgini olan Sadi Şirazi’nin (1210-1292) sözlerinde anlamını bulduğudur.
Şirazi derki; “Kişiye hatası söylenmezse, kabahatini hüner zanneder.”
Hüneri Türkiye olarak küresel ölçekte noktalamanın zamanı çoktan geçmedi mi?