Oysa sadece kollarınızı açmanız yeter

ELİF MUTLU
Büyük bir fidanlıktan çeşit çeşit ağaç aldık; iğne yapraklı çam, mavi çam, sekoya, mimoza, palmiye ve saire ve saire. Sonra evimizin bahçesine getirdik. O gün babam ağaçları dikiyordu. Kollarımı açıp kendimi ağaçların büyüyen hallerinin yerine koydum ve dedim ki, “Onları birbirine bu kadar yakın dikme, büyüdüklerinde zor olacak”. Altı yaşındaki bir çocuğun sözünü kim dinler. Babam da dinlemedi ve ağaçlar ergenlik çağına gelip de birbirlerine küsmeye başlayınca birkaçının yerini değiştirmek zorunda kaldı.

İlerleyen yıllar boyunca kardeşlerimle tepelerini sevdiğimiz o küçük fidanların yakışıklı ve alımlı kadın ve erkeklere dönüşmesini izledik. “Söğüt yine babamın hışmını çekecek kadar azdı,” “Mavinin bu kadar yakışıklı olmasını beklemiyordum,” “Senin çam eğri gidiyor,” gibi ailede birer insan gibi söz edilen ağaç kardeşlerimiz çoktan boylarımızı geçmişlerdi.

Üniversite için büyük şehirlere dağıldığımızda çok kar yağan kışlarda deniz tarafına diktiğimiz birkaç çamın karların ağırlığını taşıyamadıkları için denize uçtuğu haberlerini telefonda öğrendik. Uzak memleketlerde kardeşlerimizi kaybetmenin acısını yaşadık. Noel filmlerinden fırlamış, varlığı yaşarken bana armağan edilmiş süslü bir yılbaşı çamını ne yapsak da yaşatamadık ama diğer kardeşler sağlıklı bir şekilde göğe yükseldiler ve Karadeniz’in ucunda kopkoyu yeşil minicik bir orman oldular.

Bakmaya kıyamadığımız, her bir dalı okşanarak büyütülmüş bu ağaçların evin çocuklarıyla sarmaş dolaş yaşantılarının sözcüklere dökülemeyecek bir hikayesi vardı. Bizzat yaşadığım için birçok insanın aksine -büyük şehirde ancak yokluğunda fark ettiğim- doğayla konuştuğumuz üçüncü dili kaybetmenin acısını tanımama yol açan bir hikayesi.

Bu nedenledir ki, tüm bunları romantik bir duygusallığa kapıldığım için değil, sadece bildiğim bir sırrı ifşa etmek için yazıyorum. Çünkü kayıp olan şeyi tanıyorum.

Mutsuzluğumuzun sebebini biliyorum. O kayıp şey bağlantı. Doğayla farkında olmadan konuştuğumuz sözcüksüz dil.

Bugün, zeytin ağaçlarına, longoz ormanlarına, Cerattepe gibi eşsiz bir doğaya saldırılırken bu bağlantının zedelenmesi yüreğimizim tellerini bu yüzden bu kadar titretiyor. Üstelik insanın insanla kavgası da bitmek bilmiyor. Sadece doğa değil, tarihi kentler ve o kentlerin halkları da büyük bir tehdit altında. Ne yazık ki insanın insanla barış içinde yaşamasını sağlamak ağaçların yerini değiştirmek kadar kolay değil. Bunun için hayatını siper etmiş insanların payına şiddetin en büyüğü, ölüm düşüyor.
Bu top yekun saldırı insanın doğayla, insanın insanla bağlantısının kopmasına yol açan çok büyük bir tehdit.

En verimli çağlarında kesilmiş çınarlar gibi yere yüzükoyun devrilen Hrant Dink ve Tahir Elçi’nin biz geride kalanlarla olan bağlantısı gibi, manzarayı kapattığı için kesilen bir ağacın da diğer ağaçlarla derinlerde köklü bir bağlantısı var. Mesele sadece üç beş ağaç ya da insan değil. Mesele aradaki kayıp bağlantı.

Oysa tüm bunları anlamak için 6 yaşında bir kız çocuğunun deyimiyle:

“Sadece kollarımızı açmamız yetecekti.”

ViraHaber.com