Balıkçılığın deniz yaşamı ve okyanuslar üzerindeki etkisini ele alan Netflix belgeseli Seaspricy yoğun bir tartışmaya zemin hazırladı. Belgeseli izleyen birçok kişi artık balık yemeyeceğini söylerken, endüstriyel balıkçılığın boyutlarının kendilerini şoke ettiğini vurguladı.
Bazılarıysa, yapımın çok karmaşık bir konuyu fazla basitleştirdiğini ve geçimleri ve beslenmeleri açısından balıkçılığa bağımlı birçok topluluğun aslında sürdürülebilir avlanma yöntemleri kullandığını vurguladı.
BBC, Netflix'teki Seaspiracy adlı belgeselde dile getirilen başlıca iddiaları inceledi.
İDDİA: OKYANUSLAR 2048'DE HEMEN HEMEN BOŞALACAK
Belgeselin yönetmeni ve anlatıcısı Ali Tabrizi "Şu andaki balıkçılık seviyeleri devam ederse, 2048'de hemen hemen boşalmış okyanuslar göreceğiz" diyor. Bu iddia 2006 tarihli bir araştırmadan ve belgeselde New York Times'ın o dönem bu araştırmayla ilgili yayımladığı "Balık Türlerinin Küresel Çöküşünü Gösteren Araştırma" başlıklı haberine atıfta bulunuluyor.
Ancak söz konusu araştırmanın baş yazarı, o dönemki bulguların şimdi bazı sonuçlara varılmasında kullanılmasına şüpheyle yaklaşıyor. Dalhouise Üniversitesi'nden Prof. Boris Worm BBC'ye yaptığı açıklamada "2006 tarihli araştırma şu an 15 yıllık ve kullanılan verilerin çoğu da 20 yıllık. O günden bu yana birçok bölgede azalan balık nüfusunu artırmak için girişimler arttı" dedi.
Worm, aşırı avlanma, istenmeyen balıkların yakalanması, yaşam alanı kaybı, kirlenme ve iklim değişikliği gibi birçok sorunun devam ettiğini, ancak "verilen hasarı tamir etmek için girişilen sayısız çalışma da olduğunu" vurguladı.
2006 tarihli araştırmada yer verilen iddialara şüpheyle yaklaşan uzmanlar da var. Washington Üniversitesi'nden balıkçılık uzmanı Michael Melnychuk "eldeki verilerin çizdiği sınırların çok dışında, gerçekçi olmayan, gözlemlerin ötesinde tahminler olduğunu" söylüyor. Melnychuk ayrıca, araştırmanın balıkçılık bilimi toplumunda pek iyi karşılanmadığını ve bu tahminin "o zamandan bu yana ısrarla dile getirildiğini" belirtti.
Dr. Melnychuk "Aşırı avlanma, dünyanın çok sayıda bölgesinde kesinlikle bir sorun. Ancak balıkçılık yönetim kurallarının bilimsel kanıtlar uyarınca yapıldığı ve düzgün bir şekilde uyulduğu bölgelerde çoğu balık stokunun durumu iyi" dedi.
İDDİA: BÜYÜK OKYANUS'TAKİ PLASTİĞİN YAKLAŞIK YÜZDE 50'Sİ BALIK AĞLARI
Belgeseldeki başlıca başlıklardan biri, balıkçılık endüstrisinin okyanuslar üzerindeki etkisi ve atılmış balık ağları ve malzemelerinin yol açtığı kirlilik. Filmde, Büyük Okyanus Çöp Girdabı'na dikkat çekiliyor. Bu yüzen çöp adasında çok sayıda ağ da bulunuyor.
Belgeselde görüşleri alınan çevreci George Monbiot "Büyük Okyanus Çöp Girdabını sık sık duyuyoruz. Bunun yüzde yüzde 46'sı deniz yaşamına plastik pipetlerimizden çok daha zararlı olan atılmış balık ağları" diyor.
Atıfta bulunulan araştırmada da bu sonuca varılıyor, ancak biraz bağlam da gerek. Araştırmanın yazarı Boyan Slat "Balık malzemeleri genelde 'kalın'. Şamandıralara, sepetlere ve ağlara bakın. Bu çöp çok daha yavaş parçalanıyor ve yüzüyor, dolayısıyla Büyük Okyanus Çöp Girdabı'nda yüzmek için başlıca adaylar" diye konuşuyor. Poşetler ve pipetler gibi "ince" plastikler ise parçalanıp, deniz yatağına gitme eğilimli.
İDDİA: PLASTİK PİPETLER OKYANUSLARDAKİ PLASTİĞİN SADECE YÜZDE 0,03'Ü
Tabrizi, plastik pipetlerin kullanılmasının yasaklanması için yürütülen küresel kampanyayı "Amazon yağmur ormanlarını, kürdanları boykot yoluyla kurtarmaya çalışmaya" benzetiyor.
Pipetlerin okyanuslardaki plastiğin % 0,03'ünü oluşturduğu yönündeki istatistik belgeselde yer verilen iki araştırmaya dayandırılıyor. Biri Georgia Üniversitesi'den Jenna Jenbeck'e, diğeri de Avustralyalı uzmanlar Denis Hardesty ve Chris Wilcox'a ait.
Prof. Jambeck'in 2015'te yaptığı araştırma, "karadan okyanuslara giren plastik kütlesinin" küresel ölçekte bir tahminini sunuyor. Ve diğer çalışmadaysa, dünya genelindeki kıyı şeritlerinde bulunan pipetlerin miktarına dair bir tahminde bulunuluyor. Buradaki bulgular üzerinden bir hesaplama yapılıp, yüzde 0,03 oranına ulaşılmış gibi görünüyor. Bu orana ayrca Bloomberg'de 2018'de yayımlanan bir makaledede yer veriliyor.
Bu bir tahmin ve Prof. Jambeck de kimsenin ne kadar pipet bulunduğunu bilmediğini söylüyor, ancak uzmanlar kesinlikle atılmış balıkçı ağlarından daha az olduğunda hemfikir. Prof. Hardesty de pipetlerin kayıp balıkçı malzemelerinden daha büyük bir mesele olmadığını, ancak ağların oluşturduğu riskin kesinlikle net bir sorun olarak ortada durduğunu vurguluyor.
"Terk edilmiş, kayıp, atıl balıkçı malzemeleri kıyılarda ve denizlerdeki türlere önemli bir çevresel tehdit oluşturuyor ve bunlara takılma riski konusunda, diğer nesnelerin sindirilmesi riskine kıyasla daha çok şey biliyoruz" diyor.
İDDİA: MİKRO ORGANİZMALAR, AMAZON'DAN DÖRT KAT DAHA ÇOK KARBONDİOKSİT EMİYOR
Bu iddia, okyanusların küresel ısınmayla mücadelede oynadığı önemli rolle ilgili. Fitoplankton adı verilen mikroskobik organizmalar, tıpkı bitkiler gibi karbondioksit emip, oksijen salıyor. Belgeselde bir IMF raporuna atıf yapılıyor. Bu raporda "Bunun 1,70 trilyon ağaç, dört Amazon ormanının emdiği karbondioksite eşit olduğunu hesaplıyoruz" deniliyor.
Uzmanlar, rakamın doğru olduğunu hatta az bile olabileceğini söylüyor. İngiltere'nin Southampton kentindeki Ulusal Oşinagrafi Merkezi'nden Dr. BB Cael "Küresel okyanuslarda fitoplanktonların, Amazon'un dört katı karbondioksit emdiğini söylemek doğru olur" diyor.
Dr. Cael ayrıca okyanusların karbonu uzun süre depolayabildiğini vurguluyor ve "Fitoplanktonların emdiği karbonun bir kısmı derine batıyor ve okyanus yavaş yavaş yüzeye getirene dek yüzyıllarca yıl kalıyor" diye konuşuyor. Son dönemde yapılan çalışmalar bazı fitoplankton türlerinin, karbon emmekte diğerlerinden daha iyi olduğunu gösteriyor.
2020'de yapılan bir çalışmada fitoplanktonların bahar aylarında ortaya çıkışları takip edildi ve karbon emmekte daha etkin olan büyük türlerin, daha önce inanılandan çok daha az olduğu tespit edildi. Oregon State Üniversitesi'nden mikrobiyolog Steve Giovannoni "Bu kesinlikle karbon akışları modellemelerini etkileyecek" diyor.
2020'de yayımlanan bir diğer araştırmada da "biyolojik pompa" denilen durum araştırıldı. Biyolojik pompa, planktonların öldüğünde dibe düşerek, karbonu yüzeyden alıp depolamasına verilen ad. Araştırmanın yazarı Ken Buesseler "Derin okyanuslar bu kadar karbon depolamasaydı, dünya bugünkünden de sıcak olurdu" diyor.
Vira Haber