Medyadan ve halktan gelen baskı devam etmeli

Malta Uluslararası Gemi Armatörleri Birliği Genel Sekreteri Lino C Vassalo, Bodrum’da kıyıya vuran insanların bir ayaklanmaya sebep olduğunu belirterek, sorunun çözümü için “Bence medyadan ve halktan gelen baskı devam etmeli” dedi.

5 Eylül’de Ataköy Sheraton Hotel’de gerçekleştirilen “Akdeniz’de Göçmen Sorunu” başlıklı konferansın ardından Deniz Ticareti Dergisi’nin sorularını yanıtlayan Lino C Vassalo, “Bodrum’da kıyıya vuran insanlar bir ayaklanmaya sebep oldu, herkes o küçük çocuğun fotoğrafını gördü, ki oldukça üzücü bir görüntüydü. Olay tüm gazetelerde manşet oldu, fakat bunun bir haftada unutulmaması için çaba harcanması gerekiyor. Baskıya devam edilmeli” diye konuştu. Birleşmiş Milletler’in göçmenler konusunda yetersiz kaldığını söyleyen ve Birleşmiş Milletler’e yönelik eleştirilerde bulunan Vassalo, “Neden Birleşmiş Milletler’in gündeminde hep görüşülmesi gereken daha önemli konular var? Neden basında bu konuya daha çok yer verilmiyor?” dedi.

Sunumunuzda göçle ilgili Birleşmiş Milletler’in yüzleşmekten hoşlanmadığı henüz ortaya çıkarılmamış bir gerçeğin veya bir planın varlığından söz etmiştiniz. Bunu daha ayrıntılı biçimde açıklar mısınız?

Lino C Vassalo: Söz ettiğim şey, dünya vatandaşlarının kendilerine anlatılmayan bir şey olduğundan şüpheleniyor olması. Bunun ne olduğunu soracak olursanız, ben de bilmiyorum. Birtakım sorunlarla yüzleşmekten neden kaçınıldığını ve neden harekete geçilmediğini insanlar merak ediyor. Bu yüzden soruyorlar, acaba ortada hiç de tekin olmayan bir durum mu var? Bunu soruyoruz, çünkü 2015 yılında hala bu sorunla karşılaşıyor olmamız ve sorunun çözümü için hiçbir adım atılmaması inanılacak şey değil. Bu bir olgudan çok, mantıkla varılan bir sonuç.

Göçten bahsettiğimizde söz konusu sadece Suriye değil. Bir bakıma Suriye meselesi modern veya yeni bir olay gibi gözüküyor. Önceden sunumumda da söz ettiğim gibi, bu durum zaten yıllardır, Suriye hala istikrarlı bir devletken de devam etmekteydi. Göç çoğunlukla Doğu Afrika’dan geliyordu. Neden Avrupalı devletler aralarında anlaşıp onlara gerçek bir yardım sağlayamadılar? Bunu yapabilselerdi belki insanlar en baştan evlerini terk etmek zorunda kalmayacaktı. Doğası gereği göçebe olduğundan dolayı insan hep yer değiştirmek ister. Bu iş kökensel olarak böyle başladı, yer değiştirmek istediğimizden. Fakat bu şekilde olmak zorunda değil. Neden hiçbir yardım eli uzatılmıyor? Neden Birleşmiş Milletler’in gündeminde hep görüşülmesi gereken daha önemli konular var? Neden basında bu konuya daha çok yer verilmiyor?

Sizce bunun sebebi birilerinin Suriye’deki çatışmadan çıkar sağlıyor olması mı?

Tam tersine, mevcut durum herkesin aleyhine. Durumun yarattığı kırılganlık, herkes için kötü ve herkes acı çekiyor. Örneğin gerek nakliye gerek yolcu taşıyan gemiler, Akdeniz’den geçmek istemiyor ve duyduğumuza göre yaklaşık 900 gemi bu sebeple güzergah değiştirmek zorunda kalmış. Bunun, deniz ticareti üzerinde son derece olumsuz bir etkisi var ve herkes bundan etkileniyor. Öyle ki, bölgeden oldukça uzak iki nokta olmasına rağmen Avustralya’dan Birleşik Krallık’a deniz yoluyla giden kargo bile etkileniyor. Aynı durum, Japonya ve Panama bayrağı taşıyan gemiler için de geçerli. Sıklıkla konusu açılan son derece karmaşık bir konudan bahsediyoruz, fakat harekete geçmeye gelince kimse bir şey yapmıyor.

Sizce bundan sonra ne olacak?

Bence medyadan ve halktan gelen baskı devam etmeli. Bodrum’da kıyıya vuran insanlar bir ayaklanmaya sebep oldu, herkes o küçük çocuğun fotoğrafını gördü, ki oldukça üzücü bir görüntüydü. Olay tüm gazetelerde manşet oldu, fakat bunun bir haftada unutulmaması için çaba harcanması gerekiyor. Baskıya devam edilmeli. Malta ve Sicilya’da 400, 500 veya 700 insanın hayatını kaybederek kıyıya vurduğu kaç tane olay yaşandı. Hepsi üzücü olaylar, fakat bizim için yeni değiller. Eğer baskı sürdürülürse, hükümetler harekete geçmek zorunda kalacak. Neden Kuzey Avrupa’da gaz ve atık salınımına karşı eyleme geçiliyor sanıyorsunuz? Çünkü Avrupalı yeşiller, hükümetleri üzerindeki baskılarını her daim sürdürüyorlar. Bu sebeple, hükümet onları görmezden gelemiyor. Öyleyse, neden biz de bu konunun bir haftada unutulmaması ve gerekli adımların atılması için baskıyı sürdürmüyoruz?

Avrupa Birliği, dünyanın en büyük çevresel organizasyonu olarak kabul ediliyor çünkü son derece etkili kararlar alabiliyorlar. Bu bakımdan, bazı üye ülkelerin aktif hale geçmek isteyip de başka ülkeler tarafından kısıtlandığını düşünüyor musunuz?

Doğrusu bazı üye ülkeler, kendi kamuoylarından gelen baskılarla karşı karşıyalar. Özellikle kuzeyde, bu insanların neden kabul edilmesi gerektiğini sorgulama eğilimi var. Daha fazla göçmen alınmasına karşı bazı baskılar bulunuyor.

Araştırmaların büyük bölümünün gösterdiği üzere, Almanya ve Birleşik Krallık gibi ülke halkları aslında daha çok göçmen almaktan yana fakat bu ülkelerin hükümetleri kısıtlayıcı davranıyor.

Hükümetler göçmen almayı istiyor, çünkü göçmenleri ülkelerindeki yetersiz iş gücünü desteklemek açısından kullanışlı buluyorlar. Fakat bu göçmenlerin kendilerine yük olduğunu hissettiklerinde hoşnutsuz olmaya başlıyorlar. Konu çok karmaşık, bu nedenle bir ülke daha fazla göçmen alacağını beyan etti diye hemen hayranlıkla yaklaşılmaması gerekiyor. Bunun yanında, sadece yardım eli uzatabilmek için göçmen almak isteyenler de var. Birçoğumuz İkinci Dünya Savaşı’nın mültecileriyiz, o halde neden bu mültecileri de kabul edemiyoruz?  İnsanlar karışık duygular içinde, çünkü özellikle yaşam standardının fazla yüksek olmadığı (veya diğer ülkeler kadar yüksek olmadığı) ülkelerde insanlar kendilerine ait olanı kaybetme korkusu duyuyorlar. Son derece karmaşık ve zor bir konuyla karşı karşıyayız.

Kaçakçılara karşı daha etkili bir çözüm üretilebileceğini düşünüyor musunuz?

Interpol’ün neden bu toplantıya katılmadığı hala benim için büyük bir soru işareti. Uçuşlarının iptal olması sebebiyle gelemedikleri söylendi, umarım ki doğrudur. Bu kaçakçılara karşı neden önlem alınmıyor? Elbette ki kokain vs. uyuşturucu kaçakçılarının peşine düşülüyor, ama insan kaçakçıları söz konusu olduğunda yakalanmaları daha zor. Bu da bizi, acaba bilmediğimiz başka kaygılar mı var sorusuna getiriyor. Durumu Somali’deki korsanlıkla karşılaştırabilir miyiz? Çünkü oraya destek için gönderilen para, yolunu şaşırıp başkalarının eline geçmişti. Çok dikkatli olmamız gerekiyor, mülteci olarak tanımlanan bu kişilerin gerçek kimliğini nasıl bilebiliriz? Hepsi sadece daha iyi bir hayat arayışında olan çaresiz insanlar mı yoksa içlerinde başka bir niyetle Avrupa’ya girmek için mülteci kılığına girmiş olanlar olabilir mi?

Bir kaptan, güzergah değiştirme komutuna uymadığında kendi şirketi veya bir başka şirket tarafından suçlanabileceğini öngören bir politika var mı?

İşte bu sebeple uluslararası hukukun yeniden gözden geçirilmesi gerektiği düşüncesindeyim; ortada çok fazla cevapsız soru var. Yakıt veya petrol yüklü bir gemi hayal edin, aniden 200 kişiyi gemiye almaları gerekiyor. Birdenbire bütün bu eğitimsiz insanlar geminin içinde. Günümüzde gemiler ve tankerlerin belirli bir sayıda eğitimli personeli mürettebat olarak bulundurma zorunluluğu bulunuyor, yani öyle herhangi birisini rahatça gemiye alamıyorlar. Önce bir takım temel eğitimlerden geçilmesi gerekiyor. İkinci kaptanın çakmaklara el koymaya teşebbüs etmesi sebebiyle saldırıya uğradığı bir olay yaşanmıştı. Zarar vermek istediklerinden değil, eğitimsiz olduklarından dolayı. Saygısızlık etmek istemem, ama siz ve ben de bir tanker üzerinde olmak için eğitim görmedik. Belki temel güvenlik bilgimiz ve sadece 2 kişi olmamız sayesinde bir tankerde sorun çıkarmadan bulunabiliriz, fakat büyük bir sayıdan bahsettiğimizde işler değişiyor, çünkü kaptanın mürettebatına karşı da belirli bir sorumluluğu var.

Şimdi o geminin İstanbul veya Valetta limanına yanaştığını düşünelim. Kaptan, bu insanları gemisine almazsa suç işlemiş sayılıyor, çünkü yasa gereği o insanları kurtarmak zorunda, ama onları gemisine alması da başka bir suç işlemesine sebep olabilir. Büyük mesele işte bu. Diğer kısım olayın ticari yanı. Ticari gemilerin kanuni olarak yük taşıma sorumluluğu bulunuyor, yani eğer gemi güzergah değiştirirse sigorta yetkilileriyle, nakliyecilerle, personelle sorunlar yaşayacak. Can güvenliği her şeyden önce gelir, öyleyse şirket sahibi gerçekten de sigorta problemleri yaşamalı mı? Yaşamamalı ve buna kanunda yer verilmeli.

Sigorta, güzergah değişikliklerini kapsamıyor mu?

Bir nevi kapsıyor, fakat durum aslında oldukça şaibeli. Sürekli oluşan bu gibi belirsizlikler sebebiyle kanuni belgelerin yeniden gözden geçirilmeleri gerekiyor. Benim için bu ikinci önceliği oluşturuyor. İlk öncelik insanların can güvenliği olmalı, ama bu bahsettiklerimiz de ele alınması gereken önemli konular. Bu sorun, bir mobilya üreticisiyle yaptığınız şahsi bir sözleşmeye benzetilebilir. Sözleşmeye göre üretici, size 5 Eylül 2015 tarihinde bir yatak odası tedarik edecek. Teslim tarihinde, geliyor ve size mobilyalarınızı taşıyan geminin güzergah değiştirdiğini söylüyor. Bunu duymak çok da hoşunuza gitmezdi, değil mi? Siz de üreticiye cevaben güzergah değişiminin umurunuzda olmadığını ve onu dava edeceğini söyleyebilirdiniz.

Yani, sigortadan öte, bu gibi durumları kapsayacak ilave bir küresel yasal kurum mu olmalı?

Bu yüzden daha demin yönetmeliklerin yeniden gözden geçirilmesinin gerekliliğinden söz ettim. Belki de kapsıyordur, tamamen emin değilim, bu yüzden değiştirilmesi gerektiğini söylerken tereddütte kalıyorum. Yönetmelikler, yeniden gözden geçirilerek değiştirilmelerine gerek olup olmadığına karar verilebilir. Uluslararası Denizde Arama ve Kurtarma Sözleşmesi’ni değiştireceğimizi söyleyemem, çünkü belki de yönergeler ve ana esaslarda değişiklik yapmaya gerek yoktur.

Peki hükümete ve insanlara karşı baskıyı medya yoluyla sürdürmemiz gerektiğini mi söylüyorsunuz?

Medyanın çok ses yapan haberlerden uzak durması, fakat ısrarcı kalarak hükümetin harekete geçme baskısını hissetmesine vesile olması gerekiyor. Bugünkü konferansın önemi, fikir verici olması. Konferanslar fikir vermek için vardır. Her şeye yol gösteremezler, fakat bir problemin varlığına işaret edebilirler. Aynı zamanda, konuya ilgi duyulduğunu gösterirler. İlgi ticari de olsa, ve belki yüksek katılım sağlamak için popüler bir konu seçilmiş olsa da yine de değerleri büyüktür. Makaleler ve röportajların da değeri büyüktür, gerçeğe saygı gösterdikleri ve dramatik hikayecilikten uzak durdukları sürece. Dürüst baskı ve gerçeğe uygun habercilik esastır.

Bir keresinde ülkemdeki (Malta) bir gazeteye çok kızmıştım. Gazetenin arka sayfasında üç sütunluk bir makale vardı, manşeti şuydu: “Kirlilik Olayına Karışan Malta Gemisi”, okuyunca paniğe kapılıyorsunuz. Ancak, devamını okuduğunuzda anlıyorsunuz ki kirlilik olayı dedikleri şuymuş: gemi Arjantin’deyken limana hafifçe çarpmış ve bunun sonucunda açılan 10 santimlik yarıktan denize bir miktar yakıt dökülmüş, fakat yarık hızlıca tamir edilmiş. Tüm bunlara karşın, üçüncü sayfada Filipinlerde bir feribotun battığından ve 250 kişinin boğulduğundan bahseden ufacık bir haber var. Bu örnek, habercilikteki farklı öncelikleri gösteriyor, çünkü üçüncü sayfadaki haberde gemi Malta gemisi olmadığından dolayı 250 kişinin öldüğü haricinde bir detay verme gereği bile duymamışlar. Bu tarz habercilik kötüdür, çünkü insanları şüphelenmeye iter. Ancak habercilik dürüstse; halk, hükümet, bakanlar ve örgütler onu dikkate alır ve baskıyı hisseder.

Virahaber.com 

RÖPORTAJ Haberleri

ESKO Marine Exposhipping’de Denizcilik Temasıyla Sanatı Buluşturdu