'Manzume', kültür, ölüm ve deniz...

HAKKI ŞEN

Bu yıl "Denizcilik Bayramımıza" yeni ve derinlikli bir anlam kazandırmak için kolları sıvadık.

Bu sayfalarda okuyacağınız gibi İkinci Uluslararası Deniz Kültürü Festivali, şairin sözleriyle 'ayva sarı, nar kırmızı sonbahar' dediği günlerde İzmir ve İstanbul'da yapılacak. Bayramlar bir halkın genlerine kadar işlemiş kültürel tarihin hatırlanmasıdır. Böyle bir kültür olmadan bayramlar yavanlaşır. İçi boş törenlerle geçiştirilen can sıkıcı günler olarak baştan savılır. İçinizde 'Ağaç Dikme Bayramı'nı duyan var mıdır, bilmem. Ben biraz araştırınca neredeyse her kaymakamlığın bu isimle bir bayram günü ilan ettiğini öğrendim. Ama hiç bir yerde bu bayramın halkın tarih bilincine yerleştiğine dair en küçük bir iz bile edinemedim.

Neden? Çünkü bizim toplumumuzun tarihinden süzülmüş bir 'yeşil kültür' yok. Bizim kültürümüzde ağaçla ilişkimiz onu çoğaltmak üzerine değil, onu yok etmek üzerine. Devlet, ormanı işletmekten çok, ormanı koruma telaşına düşmüştür yıllar ve yıllar boyunca. Çevre kültürü gelişmeyince, istediğiniz kadar 'Ağaç Dikme Bayramı' ilan edin, o bayram, halkın bayramı olmaz. Denizcilik bayramımızın da böyle bir sıradan, bürokratik bayram olmaktan kurtarılması, denizcilerimizin en büyük misyonlarından birisi. İkinci Uluslararası Deniz Kültürü Festivali de bu misyona sahip...

Denizcilik kültüründen maksat nedir?

Bu zor soruyu yanıtlamadan, deniz kültürünün sahillerine bile yanaşamayan 'kültür numuneleri'ne sahip olduğumuzu hatırlayalım. Adam şairdir. Kültür dünyasına aittir. Her konuda olduğu gibi bir de deniz hakkında yazmaya kalkar. Adı lazım değil, vaktiyle lise edebiyat kitaplarında şiirleri öğrencilere okutulan bu şairin ?deniz? hakkındaki şiiri şöyle başlar: ?Deniz engin bir sudur, tuzlu, yeşil dalgalı, Kenarlarını süsler, bazı beyaz bir yalı...? Biz bu şiirden ne öğreniyoruz? Denizin engin, tuzlu, yeşil, dalgalı bir su olduğunu! Kenarlarını da arada sırada beyaz bir yalının süslediğini! Burada denizcilik kültürünün şairin bilincine yansıyan kırıntısı bile yok. Ama bir de şu dizelere bakalım: ?Çekiç sesleri geliyor doklardan,Güzelim bahar rüzgarında, ter kokuları;İstanbul?u dinliyorum, gözlerim kapalı...?Orhan Veli?nin bu dizelerinde deniz ve denizcilik kültürünün derin yansımaları kolayca anlaşılıyor. Estetik ile gerçeklik, sanat ile üretim burada iç içedir. Yaşamın güzellikleriyle çirkinlikleri, tek bir kültürel yaratıcılıkta birleşmiştir. Bahar çiçeklerinin kokusuyla dolu rüzgarların doklardan ter kokularını taşıyor olması bize, deniz kültürünün nasıl ele alınması gerektiğini çok iyi anlatıyor. Kültür nadide bir çiçek değil. Süs değil. Aydınlara özgü bir ?malumatfuruşluk? hiç değil. Deniz kültürü, tarihin büyük maceraları içinde yapıp, ettiğimiz, ürettiğimiz, tükettiğimiz, yapıp ederken, üretip tüketirken biriken bütün bilgilerimiz, duygularımız, davranış normlarımız. Bu kültür birikiminin içinde yaşam ve ölüm yan yanadır. İlkel insanın yaptığı ilk sal denizde yüzdüğü zaman duyulan sevincin ilk ritmik türkülere konu olması da, o salın dev dalgaların arasında yitip gittiği zaman yakılan ağıtlar da bu kültürün yol haritasını çizmiştir. Örneğin kültür, bizim tersanelerimizde yaratılmaktadır. Sevinçle ve hüzünle? Çekiç sesleriyle ve kızaktan sülün gibi kayan mega teknelerle, o tekneleri yapanların beyaz kefenlere bürünmüş naaşlarıyla. ****İkinci Uluslararası Deniz Kültürü Festivali bu anlayışın festivali olacak. Anadolu?nun binlerce yıllık kültür hazinesine denizcilerimizin katkısını, tüm insanlığın kültürel hazinesine yapılmış bir katkı olarak bu festivalde gücümüz yettiğince gözler önüne sereceğiz. Ve en önemlisi, medyamızın denizcilik kültürüyle yakınlaşmasını sağlamak, yaşadığımız acılı iş kazalarıyla ilgili krizin fonunda festivalimizin amaçlarından birisi olacak. Çünkü ulusal medyamız denizcilik ailesinin bu acılı günlerinde benim kanıma göre, deniz kültürüyle donanmış olmadığını dramatik biçimde gözler önüne serdi. O günlerde Vira Haber?e yazdığım bir yazıda şöyle diyordum: ?Ya medya? Aslında kendisi de çağdaş ve modern teknolojili dev işletmeler halinde çalışan medya, adeta vahşi bir kar hırsıyla, daha doğrusu reyting çılgınlığı ile kendisinin de içinde olduğu ?gemiyi? batırmaya kalkmıştır. Bir sendikanın gerçekleri abartması ya da bir patronun gerçekleri küçültmesi anlaşılır bir şeydir. Birisi abartacak, öteki daha küçük gösterecek, sonunda masada uzlaşma sağlanacaktır. Ama medyanın gerçekleri ne abartma, ne de küçültme hakkı vardır. Medya objektifliğini korumak zorundadır. Çünkü onun ürettiği mal, yani emtia haberdir, enformasyondur. Abartılmış ya da küçümsenmiş gerçek, o malın defolu olduğunu gösterir. Ve unutmamalıyız ki, medyanın ürettiği bu defolu haberler, tersanelerdeki ölümlerden çok daha büyük ölümlere neden oluyor. TV ekranlarındaki abartılı programlar yüzünden intiharlar, cinayetler gırla gidiyor. Üstelik bunlar iş kazaları değil, patronların ya da çalışanların ihmalinden ötürü olmuyor. Ortada taammüden cinayete benzer bir sorumsuzluk var.?****Kriz gerilerde kaldı. Şimdi 1 Temmuz Denizcilik Bayramımız ve haftamızda sektörün sorunlarını medyasıyla, hükümetiyle, sendikası ve tersane sahibiyle, hepimiz ortak bir sorumluluk yüklenerek çözme yoluna koyuluyoruz. Artık insanlığın ilk çocukluk kültürünü biriktirdiği çağlarda değiliz. Piramitlerin binlerce ve binlerce kölenin cesetleri üstünde yükseldiği çağlar gerilerde kaldı. Şimdi üretim sürecinde yitirilen her can, artık insanlık kültürüne piramitlerdeki taş taşıyan köle ölümleri gibi ?harikalar? eklemiyor. Yitirilen her can, çağdaş insan uygarlığının kültür dediğimiz manevi birikiminden zümrüt değerinde bir parçanın kopması anlamına geliyor. Neden? Çünkü çağdaş insan, Mısır ?ehramlarını? yapan insandan farklı olarak, kültürün bilinçsiz yaratıcısı değil, kültürün bilinçli taşıyıcısı, kendi tarihinin bilincine varmış, biricik vazgeçilmez öznesidir. 1 Temmuz Denizcilik Bayramımızda, yitirmiş olduğumuz bütün deniz insanlarımızın aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz...