IV-KİŞİ BAŞI MİLLİ GELİR HESAPLARI ÇOKLUKLA DOĞRU DEĞİLDİR
Kişi başı milli gelir rakamlarının doğru olmaması, özellikle bizim gibi gelişme yolundaki ülkeler için geçerli olan bir olgudur. Gelişmiş ülkelerde ise nispeten doğru olarak hesaplanmaktadır. Ancak bizdeki hesaplama yanlışı, milli gelir hesaplarının olduğundan daha düşük gözükmesi şeklindedir.
Bunun nedenleri; gelişme yolundaki ülkelerde, kayıt dışı ekonominin ağırlıklı olması, kadının iş gücüne katılımının az olması ve ev hanımı olarak pazarlanamayan bir fayda yaratması, kamu kesiminin ekonomide ağırlıklı olması nedeni ile üretiminin büyük bir kısmının pazarlanamaması ve milli gelir hesaplarına sadece harcama olarak girmesi (sadece maliyet kısmı), tarım kesiminin ekonomi içinde ağırlıklı olması nedeni ile tarım kesiminin pazar dışı kendileri için yaptıkları ya da sakladıkları pazara sunulmayan üretimin milli gelir hesaplarında görülmemesi, kırsal kesimde akrabaları ve köyde evi barkı olanların, köydeki akrabalarının pazar dışı üretimlerini kendilerine (şehirdeki akrabalarına) göndererek, yaratılan ve milli gelir hesaplarına girmeyen ayni menfaattir.
Yukarıdaki açıklamalarımızın ışığı altında, devlet iktisadi hayattan çıkarak bu alanı özel sektöre bıraktıkça, o ülkenin milli geliri evvelce pazarlanmayan hizmetlerin şimdi pazarlanması nedeni ile milli gelir rakamlarını artıracaktır. Ev hanımlarının daha fazla çalışmaya başlaması ile elde ettikleri kazanç nedeni ile milli gelir yükselecek, kendilerinin evde yaptıkları hizmetlerin bu sefer kayıt içi hizmet gören yardımcıları ile yapılması da buna katkı sağlayacaktır. Tarımda teknoloji yoğun üretime geçilerek, aynı hasadın daha az iş gücü kullanılarak yapılması ve tarımda bu nedenle ortaya çıkan işgücünün sanayide çalışarak gelir elde etmesi milli geliri yine yükseltecektir.
Kayıt dışı ekonominin de kontrol edilmesi ile de milli gelir rakamları büyüyecektir. Kayıt dışı ekonomiyi sıfırlayabilmek takdir edileceği üzere mümkün değildir. Hemen hemen her ülkede bulunmaktadır. Çokta güncel olmayan bir çalışma sonucuna göre, kayıt dışı ekonomi ABD’de %6-%27, İngiltere’de ise %1.5-%16 arasıdır. Arjantin’de %72, Bolivya’da ise %103’dür. (Kayıtlı ekonomiye oranı %103’dür)
Biraz daha güncel bir çalışmaya göre ise, OECD ülkelerinde ortalama %16.8, diğer yüksek gelir ülkelerinde %22.8, Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde ortalama %32.3, Avrupa (OECD dışı) ve Orta Asya ülkelerinde %38.5, Latin Amerika’da %41.2, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da %28, Güney Asya ülkelerinde 33.2, Sahra Altı ülkelerde ise %40.8’dir.
Türkiye için yurtiçi ve yurt dışında yapılan araştırma ve raporlarda bu konuda farklı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bazı raporlarda bu konuda verilen rakamlar %38-%138 arası idi. Fakat son yıllarda ülkemizde bu konuda yapılan mücadele, kredi kartlarının yaygın şekilde kullanımı, bankacılık sisteminin ödemelerde kullanılma şartı, banka denetimleri vb, kayıt dışı uygulamaları oldukça aşağıya indirmiştir. K. Karagöz ve H. Erkuş’un 2009 yılında yaptığı araştırmaya göre bu oran %86.73 ila %35.37 arasındadır. (Bkz: Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve Vergi Kaybının Tahmini K.Karagöz-H.Erkuş) Dünya Bankası araştırmalarına göre; Türkiye’deki kayıt dışı ekonomi 2010 itibari ile %33.3’dür. (Bkz: Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve Uluslararası Uygulamalar Işığında Çözüm Önerileri Merve Önder 2012) Ancak yukarıdaki açıklamalarımızdan bu kayıt dışı ekonominin milli gelir hesaplamalarında dikkate alınmadığı ve hesaplanmadığı gibi düşünce hasıl olmamalıdır. Bu da bir şekilde ilgililerce hesaplamada dikkate alınmaktadır. Bu geçmişte ülkemizde %25 olarak dikkate alınmaktaydı. (Bkz Kayıt Dışı Ekonominin Boyutları Dr. Ali Sarılı)
Bilindiği üzere GSYİH 3 farklı yöntem ile hesaplanmaktadır. Bunlar üretim, gelir ve harcama yöntemleridir. Normalde kayıt dışı ekonominin olmadığı bir ülkede bu 3 yöntemin sonucunun da aynı olması gerekmektedir. Ancak eğer bir ekonomide kayıt dışı ekonomi varsa, gelirler yolu ile hesaplanan GSYİH miktarı, doğal olarak harcamalar yöntemi ile hesaplanan GSYİH’ya göre düşük olacaktır. Aradaki fark ise bize, kayıt dışı altın döviz esaslı ve TL esaslı yastık altı tasarruf olmadığı takdirde gerçeğe yakın bir oranda kayıt dışı ekonominin boyutunu verecektir.
Burada üzerinde durmamız gereken diğer önemli husus ise, kırsal kesimde/köylerde yaşayanların kentlerde yaşayan akrabalarına sağladıkları aynı ve pazar dışı menfaattir. Bu da normalde yıllık elde edilen menfaat ya da gelirin bir parçası olarak o hane halkının iktisadi refahına katkı sağlarken milli gelir hesaplarında görülmemekte veya sadece onları üretmek için yapılan harcamalar kadarı ile hesaplara girmektedir. Aylık geliri 2500 TL olan bir hane halkının köyden gelen, bulgur, tarhana, erişte, kavurma, yağ, kaymak, zaman zaman yoğurt, salça, kuru meyve, kuru sebze, turşu, salamura, pekmez, akrabaları sahil kıyısı bir köy ya da kasaba ise; kurutulmuş balık, lakerda, vb. ile nihai geliri bu ayni kırsal katkı ile 2500 TL’nin çok üstüne çıkacaktır. Ancak bunlar milli gelir hesaplamalarında sadece bunları üretmek için yapılan harcama kalemleri kadar gözükecektir.
Akrabaların göçler ile şehre gelmesi ile “Bu görünmeyen kırsal kesim refah katkısı” şehirde yaşayanlar için azalmakta, sosyal sıkıntıların törpüleyicisi olan bu sosyal dayanışma sistemi giderek ülkemizde önemini kaybetmektedir. Oysa bu ulusal refaha katkısı bakımından çok önemli bir olgu olup, sadece bizim gibi aile yapıları güçlü ülkelerde görülmektedir.
Bu nedenle kırsalın ihmal edilmemesinin önemi burada da bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Bu sadece milli gelir meselesi bakımından değil, iktisadi krizlerde kurtarıcı olması bakımından da önem taşımaktadır. Komşumuz Yunanistan’da 2008 krizinden sonra köy ve kırsalda yeri ve akrabası olanlar şehirlerde işsiz kalınca, köylerine dönerek pazar ve sanayi için (kozmetik, ilaç endüstrisi) agro ürünler üretmeye ve değişik sebze ve bitki türleri yetiştirmeye başlayarak geçimlerini sürdürebilmişlerdir. Böylece işsizlik azalırken, krizli ortamda geçimlik gelir elde edilmiştir. Bu yaz karşılaşılan son Yunanistan krizinde ise, şehirde yaşayanlar büyük sıkıntı çekerken, Dedeağaç (Alexandrapolis), Gümülcüne (Komotini), İskeçe (Xanthi), Kavala gibi şehirlerde yaşayan Türk kökenli Yunan vatandaşları ve halk pek fazla sıkıntı çekmemiş ve söz konusu krizden, büyük şehirlerdekiler kadar etkilenmemişlerdir.
Diğer taraftan TOBB’nin rapor ve araştırmalarında sürekli belirttiği üzere, geçmişte bölgesel farklılıkların hem küresel, hem de ulusal seviyede finansal kaynak farklılıklarından kaynaklandığı düşünülerek, gelişme yolundaki ülkelere gerekli finansman sağlanmasına rağmen problem halledilmemiş ve bu defa sorunun eğitim farklılığından kaynaklandığı ileri sürülerek, beşeri sermayenin eğitilmesi gündeme gelmiştir. Bu konuda kaynaklar seferber edilmiş, kırsalda eğitim hamlesi başlatılmış, ancak eğitimli beşeri sermaye büyük kentlere göçerek kırsal yerine bu büyük kentlerin gelişmişliğine katkı sağlayarak farkı azaltacağına daha da büyütmüştür. Aynı durum küresel ölçekte, gelişme yolundaki ülkelerden, gelişmiş ülkelere beyin göçüne neden olmuştur.
Son gelinen nokta, yerelin kendi iç dinamiklerini ve mukayeseli üstünlüğünü ortaya çıkararak, bu konuda projeler üreterek, bu alanlarda üretim yapılması ve bunun ulusal ölçekte ve dış pazarlarda, yakın bölgelerde pazarlanarak kalkınmanın yerelden sağlanmasıdır. Böylece kırsal alanlarda ve belli başlı cazibe merkezi büyük şehirlerin dışındaki şehirlerde, kasaba ve köylerde yerelin imkanları kendi beşeri sermayesi kullanılarak pazarlanabilir bir ürüne dönüştürülecek ve bu şekilde üretim artışı ve kalkınma sağlanacak, kırsaldan şehre göç önlenecek ve daha önemlisi bizim burada incelediğimiz konumuz bakımından kırsalın büyük şehirlerdeki akrabaları için yarattığı ayni sosyal yardım uygulaması devam edecek ve kişi başı milli refah artacaktır.
Not: Makale dört bölümden oluşmaktadır.