Vira Deniz Kültür Dergisi - Nurten Y. Kurt
Vasco de Gama başta olmak üzere kaşiflerin 15. ve 16. yüzyıllarda yapmış oldukları yolculukların izini sürebileceğiniz ayrıcalıklı bir şehir Lizbon. Kendinizi bir modern zaman seyyahı gibi hissedebileceğiniz olağanüstü güzellikte doğal bir liman. Praça de Commercia’dan baktığınızda karşınızdaki suyun okyanus olduğunu zannedebilirsiniz başta. Ama değil. Şehrin kıyısında, okyanusa dökülen ve oldukça geniş bir nehir olan Tajo Nehri uzanıyor.
Şehirleri iddialı bir yaklaşımla, “eril/dişil” diye kategorileştirecek olursak, “Lizbon oldukça dişil bir şehir” diyebiliriz. Her şeyden önce kadınlara kendilerini güvende ve rahat hissettiriyor. Tacize uğramadan, özgürce, gece yarılarına, hatta sabahlara dek gezme, yeme ve içme özgürlüğü sunuyor. Özgürlüğün keyfi, 1879’da yapılan Bağımsızlık Bulvarı’nda (Avenida da Liberdade) çıkarılıyor en çok. Şehrin dar arka sokakları ise sanki hep burada yaşıyormuşsunuz duygusu veriyor. Yoğun turist kalabalığına rağmen, ne kafelerden, ne de barlardan dışarı ses taşıyor. Sokaklar oldukça sakin. Yaşam bu şehirde kendi halinde, dinginlik içinde akıveriyor. Trafikteki sessizlikse kıskandıracak boyutta. Fenikeliler Tejo Nehri halicinin oluşturduğu bu doğal limana boşuna, “güvenli liman” anlamına gelen “Allis Ubbo” adını vermemişler.
Açık hava müzesi gibi
Birçok Avrupa şehri gibi, Lizbon da başlı başına bir açık hava müzesi görünümünde. Lizbon Katedrali, Nossa Senhora da Conceiçao Velha Kilisesi, Rossio Meydanı, Restauradores Meydanı, Elevador de Santa Justa, Jeronimos Manastırı, Belem Kulesi, Kaşifler Anıtı, Sao Jorge Kalesi ve Carmo Rahibe Manastırı görmeniz gereken yerlerin başında geliyor. Ara sokaklar dahi dikkat çekici eserlerle dolu. Gözler bakmaktan yoruluyor.
Şehrin ruhuna dokunabilmeyi; kültürel, tarihi, sanatsal, sosyal kimliğini hissederek gezmeyi ya da en azından teğet geçmeyi sevenler, kendilerini turist rolünden sıyırmak istiyorlarsa mutlaka Lizbon’un arka sokaklarına dalmalı. Mesela Lizbonluların alışveriş yaptığı küçük sevimli dükkanlar, şehri tanımak için bire bir. Hatta Portekizce bilmeden, Portekizce konuşan teyzelerle sohbet etmek son derece eğlenceli!
Ama eğer sadece turistik mekan avcısıysanız, Baixa (Baça), Rossio, Alfama ya da Bairro Alto’da takılabilirsiniz. Endülüs etkisi açıkça hissedilen Alfama, kentin tarihsel ve kültürel zenginliğini sergiliyor. Sokaklardaki çamaşır ipleri ya da ara sokaklardaki bakımsızlık sizi şaşırtacak olsa bile.
Rossio Meydanı sizi Baixa Kapısı’na çıkarıyor. Baixa’dan Rua Agusto sokağı ile Praça de Commercia’ya (Ticaret Meydanı) ulaşıyorsunuz. Burası trafiğe kapalı, turistik bir cadde. 1755 depremi anısına yapılan meydanın giriş kapısındaki heykellerden biri Marquis of Pombal’e, diğer taraftaki heykellerden biri de Vasco da Gama’ya ait. Pombal’ın Portekizliler için anlamı ise büyük: O deprem sonrasında ülkeyi yeniden inşa eden bir aydınlanmacı.
Rua Agusto’dan Praça de Commercia’ya giderken göreceğiniz tarihi Santa Justa asansörü Baixa’yı, şehrin yüksek kesiminde yer alan Bairro Alto’ya bağlamak amacıyla yapılmış. Asansörden seyredilen Baixa manzarası son derece güzel. Aşağı şehrin dar sokaklarında gözünüze çarpan, yılların yıprattığı evler hala asaletli ve varlıklarını çatılarındaki heykellerle birlikte yıllara inat sürdürüyorlar.
Kilise gezmeyi sevenler ise 1329’da yapılmış Carmo Convent’ti mutlaka ziyaret etmeli. Bu kilise şehrin en eski varlıklarından biri. Ayrıca, kaleye çıkarken Lizbon Katedrali’ni ve Santa Engracia Kilisesi’ni gezmek de mümkün.
Belem’in natası ve anıtları meşhur
Şehrin yoğun ilgiye maruz kalan bölgelerinden biri de Belem. Burası şehir merkezinin 6-7 km dışında. Natası ile meşhur tarihi Belem Pastanesi ve Kaşifler Anıtı ile UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi'ne alınan Belem Kulesi ve Jeronimos Manastırı bu bölgede bulunuyor.
Ayrıca Tejo Nehri üzerindeki kiremit kırmızısı 25 Nisan Köprüsü de San Fransisco’daki Golden Gate’i anımsatan görünüşüyle dikkat çekiyor. Zaten köprü aynı firma tarafından 1966’da yapılmış. 1974 yılına kadar Salazar Köprüsü olarak anılmış. Diktatör Salazar’ın devrilişinden sonra köprünün adı o günün şerefine “ 25 Nisan” olarak değiştirilmiş.
Okyanusa bakan denizci anıtı
Ünlü Portekizli denizcilerin anısına yapılmış olan Kaşifler Anıtı, Belem’le şehir merkezi arasında. Anıtın yeri belli ki özel olarak seçilmiş: Tejo Nehri’nin Atlas Okyanusu’na döküldüğü yerde, tam da kaşiflerin dünyaya açıldığı noktaya kurulmuş. Bu anıtta Macellan, Vasco de Gama gibi ünlü denizcilerin figürleri var. Coğrafi keşifler ülke tarihine damgasını vurunca, doğal olarak şehrin farklı noktaları kaşiflerin heykel ve mozoleleriyle dolu.
Ünlü sarı tramvay
Lizbon’un dik yokuşlu coğrafi yapısından dolayı yüzyılı aşkın süredir kullanılan fünikülerler ve tramvaylar da oldukça dikkat çekici. Şehrin aşağısı ve yukarısı arasındaki ulaşım bu nostaljik tramvay ve asansörlerle sağlanıyor. Özellikle Bairro Alto’nun hemen aşağısından geçen Elevador da Bica görülmeye değer. Fünikülerle kısa süreli bu seyahatler kesinlikle büyük keyif veriyor. Üstelik duvarlardaki graffitileri seyretme imkanı da sunuyor.
Lizbon’un ruhu Pessoa’nın izinde
‘‘Denizden gelen seyyahlar için Lizbon, çok uzaklardan bile, bir hayaldeki masalımsı görüntü gibi yükselir; güneşin altın ışıkları ile mutlu ettiği parlak mavi gökyüzüne karşı kolaylıkla farkedilir. Ve kubbeler, anıtlar, eski kaleler bu sihirli mevkinin, bu kutsanmış bölgenin sessiz teşrifatçıları gibi ev yığınlarının üzerinde uzanır.’’*
Eğer sizin de Lizbon’a geliş sebebiniz biraz da “Huzursuzluğun Kitabı” ve yazarının büyüleyici etkisiyse, bu şehri onun rehberliğinde gezeceksiniz demektir. Pessoa sayesinde hiç görmeden sevmiş olduğunuz ve etkilendiğiniz Lizbon, tıpkı onun anlatımındaki gibi “bir masal gibi uzanır” Tejo nehri boyunca ve “Güneşinin altında parlayan renk demeti içinde” keşfetmenizi bekler.
Şehrin o daracık sokaklarında dolaşırken, yazarın düşünce dünyasında yolculuğunuz başlar. Bir flaneur gibi yaşamıştır Pessoa. Her gün arşınladığı sokaklarda Lizbonluları gözlemleyerek ve sonra evine gidip gözlemlerini, başka başka isimler ardına gizlenerek yazıya dökmüştür. Kaderini “sonsuza kadar muhasebeci olarak kalmak” olarak gören Pessoa’yı her bir caddede, sokak arasında hayal ederek gezmek ve evinin penceresinden sokağa bakarak yazı yazdığını düşlemek için bile gelinebilir bu şehre. Müdavimi olduğu söylenen Chiado bölgesindeki A Brasilia Cafe’ye uğranabilir onun anısına. Ve eğer heykellerle fotoğraf çektirmeye düşkünseniz Pessoa’nın heykeliyle aynı masada poz verebilirsiniz.
Graça ya da Sao Jorge Kalesi’nden göz alıcı bir hayranlıkla seyredilen Lizbon en ışıklı haliyle bile hüzünlüdür. Gecenin sessizliğinde dinginleşen okyanusu ışığıyla yıkayan ayın ve şehri renk demetine dönüştüren güneşin evidir burası. Lizbon’un yıllara meydan okuyan dar sokaklarında hüzün ezgiyle buluşur; Tejo’dan okyanusa ve oradan tüm dünyaya yayılır. Lizbon’un ziyaretçileri, Pessoa gibi Tejo Nehri’ne dalarak “Portekiz halkının okyanuslara ve eski imparatorluklara duyduğu büyük özlem” seyredebilirler.
Lizbon’un ve ülkenin geleneksel hüznü: Fado!
Portekiz ve Lizbon denildiğinde elbette ilk akla gelenlerin başında geliyor fado. 19. yüzyıl başlarında ortaya çıkan fado, denize açılan ve artık geri dönmeyen denizciler için Portekizli kadınların denize karşı yaktıkları ağıtlara deniyor. Bir okyanus kenti olan Lizbon’un simgesi neredeyse. Işıklı bir şehir olmasına rağmen havayı hüzünlü kılan da yıllardan beri söylenen bu ağıtlar olsa gerek.
Kadınların kayıplarını acıyla dile döktükleri bir müzik olduğu için fadoyu erkeklerden ziyade kadınlardan dinlemek daha cazip geliyor. Fado, Lizbon’un ruhu gibi. “Kader” ya da “alınyazısı” anlamına gelen fado, sanki acının ezgisel yolla en iyi şekilde dile getirilişi.
Fadonun kraliçesi Amalia Rodrigues
Bu ağıtlar, fadonun kraliçesi olarak tanınan Amalia Rodrigues'in sesinden büyülü bir tınıyla yayıldı dünyaya. Taverna gibi küçük mekanlarda, geleneksel 12 telli gitar ve akordeondan oluşan enstrümanlar eşliğinde söyleniyor. Günümüzde yaylı çalgılardan orkestraya kadar farklı uygulamaları var. Fado icra eden sanatçılar kadınsa fadista, erkekse fadist olarak adlandırılıyor. Kadın erkek tüm icracılar simsiyah bir giysi ve siyah bir şalla sahne alıyorlar.
Lizbon ve Coimbra’nın kendine özgü fado türleri var. Coimbra daha sade bir tarza sahip. Yaygın olan ise Lizbon tarzı fado deniliyor.
Lizbon’un eğlence merkezi olan Bairro Alto, alternatif arayanların mekanı. Gündüzleri kapalı olan bu bölge geceleri kalabalıklaşıyor. Burası fado dinlemek isteyenlerin de adresi aynı zamanda. Turistlerin Alfama’da da fado dinleyebilecekleri mekanlar bulunuyor.
Lizbon deniz ürünleri cenneti
Deniz ürünlerine fazlasıyla doyacağınız bir ülke Portekiz. Sadece Lizbon’da değil ülkenin diğer şehirlerinde de denizden gelen çeşit çeşit lezzet sunuluyor. Özellikle “bacalhau” çok meşhur. Morina balığı, soğan, kızarmış patates, çırpılmış yumurtadan oluşan oldukça lezzetli bir yemek.
Eğer farklı içkilerse aradığınız, yine doğru yerdesiniz! Portekizlilerin “ginjina” adı verilen yerel likörlerini deneyebilir, meşhur şaraplarından tadabilirsiniz. Şaraplar şekerli ama oldukça iyi. Şehirde kurulan pazarda açılan standlarda hem peynir, pasta gibi yerel lezzetleri, hem de ev yapımı şarapları deneme imkanınız var.
Şehrin güzel bölgelerinden biri olan Bairro Alto’da dik yokuşlu ve dar sokaklardaki küçük cafelerde, barlarda ve elbette fado dinleyebileceğiniz mekanlarda bol bol caprinha ve sangria denilen kokteyllerden içebilirsiniz bir de.
Lizbon, pastaneleriyle de dikkat çekiyor. Özellikle milföy tarzı bir hamurun içine muhallebi kıvamında bir sos konularak hazırlanan geleneksel tatlı “nata”yı tatmalısınız. Orijinali 1837 yılından beri hizmet veren tarihi Pastais de Belem’de yapılıyor dense de şehir merkezindekilerin de burada yapılanlardan farkı yok. Yani nata her yerde hemen hemen aynı lezzette. Tabii eğer, sıraya girip ille de tarihi bir mekanda orijinal nata denemek istiyorum derseniz o ayrı.
ViraHaber.com