Geçtiğimiz günlerde bir dostumun davetiyle Almanya’nın Düsseldorf Kenti’nde ilk kez bir karavan fuarındaydım. Kökeni kervancılığa kadar uzanan karavancılık, ne yazık ki ülkemizde pek yaygın değil. Bir kervan güzergâhında doğmuş olduğum gerçeği mi beni bu kadar seyahate yöneltti bilemiyorum, ama her seyahatimde gittiğim bölgelere kendimden de bir parça götürdüğüme inanıyorum. İşte bu da karavancılığın dünyada neden bu kadar rağbet gördüğünü açıklıyor, çünkü seyahat etmek çift taraflı bir alış veriş.
Türkiye’de geçmişte izleri var olan, ancak bugün turizmde adından söz edilmeyen bu sektör, Avrupa, Amerika ve Avustralya’da yüz milyonlarca insanı ilgilendirmekte. Sadece Almanya’da birkaç milyar avroluk bir sektörden bahsediliyor. Peki, biz niye bundan payımızı alamıyoruz?
Güzelim koylarımızı, dünyanın en ucuz turizmi için beş yıldızlı otel adı altında betona gömerken, bu koyları ziyaret edip, çevreyi kirletmeden sadece su, elektrik gibi giderlerini sağlayan basit altyapılarla milyonlarca gezgin turist ağırlanabilir. Üstelik turizm bölgelerinde otel dışına çıkmak istemeyen müşteri yüzünden şikâyetçi ve sıkıntılı olan esnafın turistle birebir buluşması da sağlanır.
Bizim gibi göçebe bir kültürden gelmiş olan insanların, dört duvar arasına tüm hayatlarını bağlamaları araştırmaya değer. İnsanlarımızın maddi kaygıları onları hareket etmemeye itiyor. İşten eve, evden işe dönüp duran bu içinden çıkılmaz çemberi kırmayı başaramazsak, mutsuzluk daha da yaygınlaşacak gibi duruyor. Olaya kendi açımdan baktığımda işimin bunu gerektirmesi büyük bir avantaj sayılabilir. Yine de itiraf etmeliyim, gün aşırı sabah karanlıklarında yola çıkıp, gecenin geç saatlerinde uyumak, bazen nerede uyandığımı bile karıştırmama sebep oluyor ve sanıldığı kadar da ilgi çekici değil. Ancak özellikle çocukların ve gençlerin, yakın mesafeler bile olsa, etraflarını tanımaları, doğayı izlemeleri ve evlerinin dışında da farklı yaşamlar olduğunu bilmeleri, öğrenmeleri gerekiyor. Ülkemizde yaygınlaşacağına inandığım karavancılık, işte bu noktada devreye girerse, araştırmacı ve merak duyan kuşakların doğacağına kuşkum yok.
Evim sırtımda
Düsseldorf’taki karavan fuarında İz TV’de en çok izlenen “Wilco’nun Karanı” programının sponsoru olan Başoğlu Karavan’ın dünya karavancılığında bir anda ilgi odağı olan, “caretta”sından bir buçuk milyon avroluk, içinde süper lüks yarış arabası park edilebilen ve jakuzisi olan karavana varıncaya kadar binlerce çeşit karavanı ve karavancılığın daha ekolojik, daha çevreci oluşumundaki bütün teknolojileri, ürünleri görme imkânına sahip oldum.
Türkiye’den dört firmanın yer aldığı bu fuar, 100’den fazla ülkeden 580 firmanın katılımıyla gerçekleşti. 120’ye yakın karavan tipinin sergilendiği fuarda, benim de kişisel olarak ilgilendiğim carettalara ilgi büyüktü. Türkiye’de karavancılığa fazla ilgi olmaması nedeniyle yüzlerini yurtdışına çeviren Türk firmaları, burada hedeflerini tutturmayı planlıyorlar.
Carettalara gelince… Benim ve kızımın ilgi odağı olan carettaların yüzde 90’ı yerli malzemeden üretiliyor. Bu küçücük karavanlar, adeta evini sırtında taşıyan kaplumbağalardan farksız. Nitekim isminden de belli oluyor. İçinde ocağından tuvaletine normal karavanlardaki her şey var. En büyük avantajı da, her arabanın arkasına takılabilir ve kolayca kurulabilir olması. İşte bu hızlı hareket kabiliyeti, carettaların gördüğü ilgiyi açıklıyor. Hafta sonları kaçamaklar için yanınızda evinizden küçük bir oda da taşıdığınızı düşünün. Hiç fena değil!