Serap Aksoy / Vira Deniz Kültürü ve Haber-Yorum Dergisi
Dünya tarihinde bilinen ilk toplu taşıma vasıtası gemilerdir... Ticaret ya da başka ihtiyaçlar için kullanılan bu gemiler, merkezi otoritenin her an kontrolünde olamayacaklarından, tüm yetkiye sahip bir kaptan tarafından yönetilmektedirler... “Kaptan” sıfatı denizcilik tarihi kadar eskidir.
Son yüzyılın uçan vasıtalarının sorumluları da kaptan pilotlardır. Vira’da bir deniz aşığı ve yelkenci olan kaptan pilot Cahit Taşbaş’ın hem gökyüzünde, hem de denizlerdeki anılarını paylaşacağız...
Savaş pilotluğundan hava yolu pilotluğuna uzanan uzun bir öykünüz var. Biraz anlatır mısınız?
Askeri hayatla ortaokuldan sonra tanıştım. Liseyi askeriyede okudum. Daha sonra Hava Harp Okulu’nu bitirdim ve kıtaya çıktım. Tam 19 yıl hava kuvvetlerinde görev yaptım. Şimdi envanterden kaldırılan RF 4 keşif uçaklarıyla uçtum ve Almanya’da dört yıla yakın bir süre Awacs erken uyarı uçaklarını kullandım. Emekli olunca da Pegasus Hava Yolları’nda, kaptan pilot ve öğretmen olarak çalışmaya başladım. Aynı şirkette dokuz yıl boyunca yöneticilik yaptım, diğer pilotların eğitimlerinden sorumluydum. Şimdi part time çalışıyor; üç hafta çalışıp bir hafta dinleniyorum. O bir hafta hayatıma çok büyük şeyler kattı. Bu katkılardan en önemlisi de “yelken” oldu.
Deniz sevdası böyle başladı demek…
Ben İzmirliyim. Denizle beraber büyüdüm. O zaman deniz temizdi. Güzelyalı’dan denize girerdik. Küçük bir balık teknem vardı, dalar ve balık tutardım. Aslında motoryat almayı düşünüyordum ama bir sabah balığa çıktığımda birkaç metre açığımdan fısır fısır sesler çıkararak bir yelkenli geçti. O kadar hoşuma gitti ki, “Tamam işte benim hayalim bu” dedim.
Uçmak çocukluk hayaliniz miydi?
Ben hatırlamıyorum ama anneanneme çocukken “pilot olup seni uçakla gezdireceğim” dermişim. Aslında biraz mecburiyetten oldu. Babamı ortaokul son sınıfta kaybettim. Bu yüzden yatılı okumam gerekti. Birçok yatılı okulun sınavına girdim. Onlardan biri de havacılık lisesiydi.
Adrenalini, heyecanı sever misiniz?
Hava Kuvvetleri’nde adrenalinden bahsedilebilir ama havayolu şirketlerinde sonuçta tekdüze bir iş yapıyorsunuz. O yüzden adrenalinden söz edilemez. Hava Kuvvetleri’nde olduğu gibi çok alçak irtifadan uçuşlar ile yüksek irtifada hızlı uçuşlar yok.
Ama yüksek konsantrasyon gerektiren bir meslek, değil mi?
En ufak bir konsantrasyon kaybı, dikkat dağılması kritik anlarda kesinlikle başınıza iş açabilir. Zaten pilot olmadan önce birçok testten, sağlık muayenesinden geçiriliyorsunuz ve bu melekelere, kabiliyete sahip olup olmadığınız araştırılıyor. Mesela biz Hava Harp Okulu’na beş bin kişi müracaat ettik ama yalnızca 220 kişi kabul edildik. Okulu bitirenler ise 184 kişiydi. Muayeneden geçip uçuş okuluna geçen ve pilot olarak mezun olanlar ise 50 civarındaydı. Özveri isteyen bir iş. Çünkü bu işin gecesi, gündüzü, hafta sonu, bayramı yok.
Böyle bir tempodan aile hayatınız nasıl etkileniyor?
İki kızım ve bir torunum var. Bu düzene alıştıktan sonra insan kendine bir takvim yapabiliyor. Şu gün yemek yiyebiliriz, bugün maça gidebiliriz diye planlar yaparak hem kendinize, hem de ailenize vakit ayırabilmeyi zaman içinde öğreniyorsunuz.
Yine de çocuklarınızın büyüdüğünü görebildiniz mi merak ediyorum…
Hava Kuvvetleri’ndeyken çok ayrı kalıyorduk. Bir gidiyordum, 20 gün yokum. Çocuğumun doğumunda bulundum ama 40 günlük olana kadar yanında yoktum. Daha da kötüsü “Oğlun oldu, kızın oldu” haberini havada alıp doğuma gidemeyen meslektaşlarım var.
Peki, o halde hava limanı kaptanlığı mı, deniz limanı kaptanlığı mı, hangisi ağır basıyor?
İkisinden de zevk alıyorum. Biri profesyonel işim, para kazandığım meslek. Diğeri amatörce yaptığım bir uğraş. Zaten denizde kaptan değilim. Bir teknenin neferiyim. İkisi de ekip işi elbette ama yine de çok farklı. Havada ekibin yöneticisiyken, denizde bir ekibin ferdiyim. Denizde yöneticimiz “skipper”. Tekneyi idare eden o. Onun komutlarını uygularız.
Havada kralsınız ama denizde egonuz törpüleniyor diyebilir miyiz?
(Kahkahalar) Eh… Kral demeyelim de evet havada otoriteyiz diyebiliriz.
Pilotlarda dikkatimi çeken bir şey de, muazzam bir beden diline sahip olmaları…
Elbette kendine çok dikkat eden, spor yapan arkadaşlarımız var. Ben de spor yapıyorum ama yelkencilik daha zor. İlk yarışlardan sonra eve gittiğimde dayak yemiş gibi hissediyordum. Yelkeni açtın püfür püfür gidiyorsun sanıyor insanlar ama o kadar basit bir iş değil. Tramolası, kavançesi müthiş bir efor istiyor. Hem adrenalini yüksek, hem de büyük bir spor yelkencilik.
Pilotluk 65 yaşında bitiyor, peki yelkende yaş sınırı var mı?
Yok. Yedi yaşında optimistle başlayıp ölünceye kadar yapılabilen bir spor yelken.
Peki, yine soruyorum kokpit mi, köprüüstü mü? Hangisi daha fazla heyecan veriyor?
Eşit.
Tayfun mu, türbülans mı?
(Kahkahalar) Havacılık ilk göz ağrım elbette.
Ama havacılık bitince yerine koyacağınız bir şey var. Bu da rahatlatıcı olmalı. Mesela ben balerindim. Erkek dansçılarımız, alternatif bir meslek geliştirmeye vakit bulamadıkları için, emekli olunca ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Yerine bir anda hobi koymak da zor.
O yüzden aktif yaşamdayken bunun alternatiflerinin yaratılması, hobi geliştirilmesi gerekiyor.
O açıdan harikulade bir şey yapmışsınız…
Sanatçıların da bunu yapması gerekiyor diye bir gerçek çıkıyor ortaya.
Özellikle de pilotluk gibi pamuk ipliğine bağlı meslekleri yapan insanlar için alternatif uğraş alanları gerekiyor. Brezilya futbol takımı Chapecoense’nin oyuncularını taşıyan ve Kolombiya’da yakıtının bitmesi nedeniyle düşen uçak hakkında ne düşünüyorsunuz? Uçağın kaptan pilotunun yakıt ekonomisi yüzünden düştüğü söyleniyor.
Aslında olay o kadar basit değil. Yakıt ekonomisine sadece kaptan pilot karar vermiyor. İtiraz eden bir birim var. Tespit edilmiş zaten. Havacılıkta kazalar tek başına bir sebepten oluşmaz. “Bu hata yapmış, bu da hata yapmış, bu görmemiş, buda görmemiş” diye giden bir hatalar zinciri vardır mutlaka. Uçuş planlarını hazırlayan şirket yöneticilerinden kaptana itiraz eden kişi de aynı uçakta ölüyor.
Gökyüzünde büyük korkular yaşadınız mı?
Hava Kuvvetleri’ndeyken oldu. En çarpıcı olanı, T-33 uçaklarında henüz eğitim uçuşundaydım. Yalnız uçuş yapıyordum. Yalnız uçuş safha safhadır. En son safhası kol uçuşu yapmaktır. İki uçak yan yana uçarlar. O ne yaparsa siz de ayısını yaparsınız. Öğretmen önümdeki uçakta, ben de arkasındaki uçaktaydım. Akrobasi manevrası çalıştık. Gaza açıp kesmem gerekiyordu. Sonuna kadar açtım ama kesemedim. Gaz kolu geri gelmiyordu. Sıkışmıştı. Öğretmen “Ne oldu?” diye sordu. Gaz kolunun sıkıştığını söyledim. İnebilmek için sürati düşürüp flapları çıkarmam gerekiyordu ama yüksek devirde motor çalışırken bunu yapmam mümkün görünmüyordu. Öğretmenin verdiği talimatları uyguladım ve çeşitli manevralarla sürati düşürdüm. En son aşamada ise motorları durdurdum. Yoksa duramazdım.
Bu tür tehlikeler manevi yönünüzü güçlendiriyor mu? Biz sanatçıların sahneye çıkarken bazı ritüelleri, şans totemleri vardır. Pilotların da var mı?
Annem Hava Kuvvetleri’ndeyken üstümde minik bir mavi boncuk olmasını isterdi. Üzülmesin diye taşırdım. Havalanmak sahnedeki perdelerin açılma anı gibidir. Birçok arkadaşım besmele söyler.
Emekli olduktan sonra denizle ilgili bir hayaliniz var mı?
Bir yelkenli tekneyle Akdeniz turu hayalim var. Kıyı kıyı Cebelitarık Boğazı’na kadar gidip Kuzey Afrika’dan geriye dönmeyi düşünüyorum. Bir seferde değil de 2-3 ay kadar yelken yapıp, Türkiye’de bir o kadar dinlendikten sonra devam etmek ve etap etap gerçekleştirmek istediğim bir seyahat projesi. Emeklilik idealim o.
Dünyaya tepeden bakarken bu kez kıyı kıyı dolaşacaksınız demek ki…
Evet, coğrafya olarak uçaktayken her yeri görebiliyoruz. Hatta “Şu bulutun arkasındaki yer şurasıdır” diye teşhis de edebiliyoruz ama dünyaya tepeden bakmakla yerden bakmak çok farklı şeyler. Belki her yeri yukardan gördüm ama Burgazada’ya daha yeni gittim.
Peki, hayata da tepeden bakabiliyor musunuz?
Pilotlar “Ekip Kaynakları Yönetimi” diye bir ders alırlar. Bu ekipte kabin memuru vardır, hostesler vardır, uçuş harekât uzmanı dispeçer vardır. Herkes bu oyunun içinde belli bir rol üstlenir. Kimisi o rolü iyi, kimisi kötü ya da duygusal oynar. Sizin bir orkestra şefi gibi hareket etmeniz gerekir. Kaptanlar arasında otokratik ya da demokratik yapıyı benimseyenler de vardır, tembel, her şeyi ikinci pilota bırakanlar da. Tıpkı hayatın içindeki karakterler gibi. Ben yarı otokratik, yarı demokratik bir yapıyı benimseyenlerdenim. Hayatta da bunu uygulamaya çalışıyorum.
Çok güzel şeyler paylaştınız teşekkürler.
Siz de çalıştığım yerden sordunuz. (Kahkahalar)
Fotoğraflar: Hüseyin Altay Yontan