Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de balığa olan talepte artış söz konusu. Artan nüfus ve alım gücüne paralel olarak balık tüketimi de yükselişte. Bu trende paralel olarak Türkiye’de su ürünleri sektörü oldukça önemli bir gelişim ve değişim sürecinden geçiyor.
TÜİK verilerine göre geçtiğimiz yıl Türkiye’de avlanan deniz balıkları ve yetiştirilen balık miktarı toplam 607 bin olarak gerçekleşti.
Bizim bu yılki beklentiler ve hedeflerden öte, yıllar itibariyle toplam su ürünleri üretimlerine baktığımız zaman son 10 yıldaki trend dikkatimizi çekiyor.
Türkiye’de avcılık yöntemiyle elde edilen balık miktarının toplamdaki payı 2002 yılında yüzde 90’larda iken bu oran geçtiğimiz yıl yüzde 60’lara kadar geriledi.
Buna karşın yetiştiricilik yöntemiyle elde edilen balıkların toplamdaki payı ise 2002’de yüzde 10 seviyelerinde iken geçen yıl bu oran yüzde 38-40’lara kadar çıktı.
Daha somut rakamlarla paylaşmak gerekirse 2013 yılında avcılık ile elde edilen balık miktarı 374 bin ton iken yetiştiricilikten elde edilen miktar 233 bin ton seviyelerinde.
Yani sofralarımıza gelen ve ihraç ettiğimiz su ürünlerinde avcılığın payı her geçen gün azalırken yetiştiriciliğin payı ise artıyor. Bu trend küresel anlamda da benzer şekilde seyrediyor.
Peki biz bu tabloyu nasıl okumalıyız?
Aslına bakarsanız bu trend biraz da neden sonuç ilişkisine dayanıyor. Denizlerde her geçen yıl balık sayısı ve türü azalırken bu açık, yetiştiricilikle kapatılmaya çalışılıyor.
Bugün ortaya çıkan tabloda geçmiş yıllarda su ürünlerine yönelik izlenen yanlış ve eksik politikaların da kısmi sonuçlarının payı var.
Basit bir örnek vermek gerekirse, tezgahlarda eskisi kadar lüfer görülmüyor çünkü balık daha gelişimini tamamlayamadan çinekop veya sarıkanat halindeyken tezgahlarda yerini alıyor.
Bilinçsiz avlanma ve açgözlülük yüzünden birçok balık türü daha yumurtlayamadan, türünü ve neslini tamamlayamadan avlanıyor.
2002 yılında avcılığı yapılan lüfer miktarı 25 bin ton seviyelerinde iken geçtiğimiz yıl bu rakam sadece 5 bin ton civarında gerçekleşti.
Avcılığı yapılan kefal 2002’de 12 bin ton seviyelerinde iken geçen yıl 2 bin 500 tona geriledi.Hamside de tablo farklı değil..
2002’de avcılığı yapılan hamsi miktarı 373 bin ton seviyelerindeki iken 2013’te bu miktar 179 bine geriledi.
Kalkan, kefal, hamsi, kolyoz, lüfer, bakalorya ve uskumru gibi birçok balık türünde söz konusu düşüş devam ediyor. Su ürünlerindeki bu zenginliğin her geçen gün kaybolmasının tek bir sebebi yok.
Ama öne çıkan sorunların başında denizlerdeki kirlenme, yasadışı ve bilinçsiz avlanma ile iklimsel değişikliğin yarattığı dengesizlikler geliyor.
Mevzuata Türk usulü çözüm
Türkiye’de faaliyet alanı balık av gemisi olan 16 bin 500 civarı gemi bulunuyor. İç sularda faaliyet gösteren 3 bin 200 kayıtlı tekne ile söz konusu rakam 20 bin civarında.
Bilindiği üzere 2002 yılındaki OECD Konsey Tavsiye Kararı ile ülkeler fazla olan filo kapasitesinin azaltılmasının yanında balıkçılık yönetiminde yeniden bir yapılanma süreci başlattı.
Çok sayıda ülke sürdürülebilir ve ekonomik balıkçılık için fazla olan filo kapasitesinin azaltılmasına yönelik ülkesel programları uygulamaya koydu.
Bu çerçevede Japonya balıkçı gemisi sayısını %9, Avrupa Birliği %8 azalttı.
Türkiye ise bu konuda mevzuata uyum gösterirken, balıkçılar kendilerine göre bir çözüm yolu geliştirdi.
Balıkçı gemilerinin sayısına getirilen sınırlamaya karşın, balıkçı teknelerinin yüzde %20’lik hacimsel büyümeleri, daha güçlü motorlar ve giderek daha fazla sayıda balık
bulucu cihaz kullanması, yedek veya taşıyıcı destek gemilerinin devreye girmesi sonucu av gücünde artış devam etti.
Tüm bu tabloyu konunun uzmanı ile de konuştuk. Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Avlama Teknolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer Tosunoğlu, Türkiye’de su ürünlerinde avcılık oranının düşmesinin birçok sebebi olduğunu belirtiyor. Bunların başında ise aşırı avcılık, yasadışı avcılık ve kayda girmeyen avcılığı gösteriyor.
Prof. Dr. Tosunoğlu’na göre, sorunun bir diğer önemli boyutu ise denizlerdeki kirliliğin balığın üreme ve büyümesi üzerindeki olumsuz yansımaları.
Bilinçsiz avcılık konusunun da diğer önemli bir sorun olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Tosunoğlu, “Belirli bir büyüklüğe henüz ulaşmamış balıkların avlanmaması gerekiyor. İlk yakalama boyu ya da yasal yakalama boyu dediğimiz kurallara uyulmuyor. Balık en az bir kere üreme faaliyetini gerçekleştirmeden yakalandığı zaman nesli tehlikeye giriyor” diyor.
Güneyde de küresel ısınmadan dolayı Kızıldeniz göçmeni balıkların, bölgedeki bazı balıkların yaşam alanını işgal ettiğini ifade eden Prof. Dr. Tosunoğlu, bu gelişmelerin de balıkçılığı olumsuz etkilediğini vurguluyor.
Söz konusu sorunların Türkiye ile birlikte dünyanın dört bir tarafında yaşandığına dikkat çeken Prof. Dr. Tosunoğlu, “Yağış rejimleri değişiyor, Birçok ülkede nehirlerin önüne HES’ler yapılıyor. HES’ler yapılınca tatlısu denizlerle buluşmuyor. Oralar bol besinlerin olduğu, balıkların ilk üreme alanları. Bu sorunlar küresel anlamda mevcut” dedi.
Yetiştiricilik balığının gerçekleşmesi için avcılık balığına ihtiyaç olduğunun altını çizen Prof. Dr. Tosunoğlu, “Balık yeminin ham maddesini çaça, hamsi, istavrit gibi balıklar oluşturuyor. Ülkemizde bunlar tamamıyle tedarik edilemediği için Peru gibi bu tür balıkların bol olduğu Güney Amerika’dan ithalat yoluna gidiliyor” diye konuştu.
Bu arada Prof. Dr. Zafer Tosunoğlu önemli bir noktaya da dikkat çekiyor.
Her ne kadar balık yetiştiriciliği, avcılığın yerini yavaş yavaş alsa da balık unu ve yemi açısından balık yetiştiriciliği yine avcılık balığına bağımlı durumda.
Prof. Dr. Tosunoğlu mevcut durumu şöyle özetliyor: “Bu işin belli bir kontrol altında kapasitelerinin belirlenip dengeli bir şekilde yapılması gerekiyor. Denge bir yerden bozulursa her tarafı olumsuz etkiler.”
BloombergHT