Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) tarafından 2020 yılı sonbaharında “Türkiye’de Deniz Bilimleri Tarihi” içerikli bir etkinlik düzenlenmesi öngörülmüştü. Bu etkinlik çerçevesinde değerlendirilmek üzere tarafıma da yaşadığım ve gözlemlediğim süreç ile ilgili olarak TÜDAV tarafından birkaç soru yöneltilmişti. Sorular ilginçti ve cevaplarının da çok iyi analiz edilerek verilmesi gerekiyordu. Ne var ki özçekim bir röportajla çok sınırlı bir zaman dilimine sığdırılması talep edilen yanıtlar anahtar tanımlamalarla belirtilmeye çalışıldı ise de ne ölçüde tatmin edici oldu, işte orası şüpheli idi!
Söz konusu röportaj çerçevesinde 2 değerli bilimcinin de görüşleri alındı. Bu röportajlar “Türk Deniz Araştırmaları Tarihine Bir Bakış” başlığı ile (https://youtu.be/GEPw7_2KxeY) Mayıs 2024’te yayınlandı.
Hal böyle olmakla beraber TÜDAV tarafından tarafıma yöneltilen sorularının tatmin edici yanıtını kamuoyu ile paylaşmak, aradan 4 yıl geçmesine karşın işin doğrusu olsa gerek. TÜDAV neye yanıt arıyordu, bir de ona bakalım.
“1- İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nin Zooloji Bölümü bünyesindeki Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü ile Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğü’nün Türkiye’deki deniz araştırmalarındaki rolü nedir? 2- Bu bir başarı öyküsü mü yoksa tersi mi? 3- O dönemde deniz bilimlerinde yakalanan ivme neden bitti?”
Her iki kuruluş açısından bu sorunun yanıtını birbirinden bağımsız ve özümsenmiş haliyle vermek gerekmekte.
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü ile ilgili gelişmeler
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü 1951 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım Terzioğlu’nun desteği ile Fen Fakültesi’ndeki Zooloji Bölümü bünyesinde kurulmuş ve Baltalimanı’ndaki tesislerinde İç-sular ve Deniz kısmı olmak üzere faaliyete geçmişti. Direktörlüğüne de Ord. Prof. Dr. Curt Kosswig atanmıştı. Hedef Türkiye denizlerinde ve iç-sularında hidrobiyolojinin ilgi alanına giren konularda araştırmalar yapmaktı.
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün kurucu rektörü Prof. Dr. Nazım Terzioğlu (1912-1976).
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün ilk direktörü Ord. Prof. Dr. Curt Kosswig (1903-1982).
Nitekim iç-sular konusunda ülkemizdeki tüm doğal göllerin tamamına yakını, lagün gölleri, barajlar limnolojik/göl bilimi açısından incelenmiş, raporlar düzenlenmiş ve yapılan çalışmalar aynı zamanda bilim dünyasıyla da paylaşılmıştı. Ülkemizde ilk kez yapay dölleme yöntemi ile Abant alabalığı (Salmo trutta abanticus) yetiştiriciliği 1958-1961 yılları arasında Abant Gölü’nde gerçekleştirilerek akvakültür konusunda öncülük yapılmıştı. 1978 yılında ise Sapanca Kurtköy’de sazan ve alabalık üretimi ile ilgili olarak Sapanca İç-su Ürünleri Üretimi, Araştırma ve Uygulama Biriminin alt yapısı oluşturulmuştu.
Deniz kısmı ise 1951-1963 yılları zarfında Türkiye denizlerinin gerek omurgalı ve gerekse omurgasız canlıların konumunu ortaya koyan envanter/döküm ağırlıklı çalışmalarını gerçekleştirdi. Ayrıca Türkiye denizleri balıkçılık biyolojisinin ilgi alanına giren konularında incelemeye alındı, bu doğrultuda denizlerimizin ekolojik, biyolojik ve hidrografik özellikleri ortaya konuldu. Özellikle Marmara Denizi’nde balıkların yumurta ve larvaları konusunda (ihtiyoplankton) çok sayıda araştırma yapıldı. Hopa’dan İskenderun’a kadar olan sahil şeridinin 8-10 mil açığına kadar uzanan bölümde yoğun araştırma faaliyetleri gerçekleştirildi.
1964-1969 yıllarında ise ağırlıklı olarak ekonomik değere sahip omurgasızlar üzerinde (karides, yengeç, denizkestanesi vd.) yoğun çalışmalarda bulunuldu.
1970-1983 yıllarını kapsayan süreçte bünyesinde Kirlilik Şubesine yer vermesiyle Marmara Denizi ve özellikle İzmit Körfezi mercek altına alındı.
1971 yılında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü iş birliği ile “Türkiye Balıkçılığını Geliştirme Müdürlüğü” kuruldu ve bu çerçevede 1972 yılında Karadeniz’de Arar gemisi ile ülkemizde ilk kez hamsi ve istavrit stokları belirlendi.
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü yine 1971 yılında Gökçeada’da “Balıkçılık ve Süngercilik İstasyonu” nu faaliyete geçirdi ve bu aşamada Kuzey Ege’ye önem veren araştırmalara yöneldi. 1980’li yılların başına kadar ise rutin olarak yıllık araştırma faaliyetlerini sürdürdü.
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü’nde yapılan araştırmalar uluslararası platformlara tebliğ olarak sunulmasının yanı sıra detaylı bilgilendirmeler ise Fen Fakültesi Dergisi ile Hidrobiyoloji Dergisinde hem Türkçe hem de yabancı dillerde yayınlandı.
1982 yılında İÜFF bünyesindeki Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün yaptığı bir operasyonla sahip olduğu tüm varlıklarıyla beraber Rektörlüğe bağlandı. Rektörlük de 1983 yılında Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün faaliyetlerine son verdi.
Et ve Balık Kurumu ile ilgili gelişmeler
EBK Genel Müdürlüğü 871 sayılı Kanunla Ekonomi ve Ticaret Bakanlığına bağlı olarak 1952 yılında kuruldu. Genel Müdürlük kuruluş kanunu çerçevesinde etin yanı sıra balıkçılık konusunda da her türlü araştırmaları yapma konusunda yükümlü kılındı. Genel Müdürlük o yıllarda Marshall yardımıyla Türkiye’ye hibe edilen 4 adet araştırma, 8 adet av ve 8 adet de frigorifik nakliye gemilerine sahipti. 1953 yılında İstanbul’da FAO uzmanlarının öncülüğünde uluslararası balıkçılık kursları düzenlenmesi sonrasında yine FAO uzmanlarınca dönemin Menderes Hükümetine öneri içerikli bir rapor verildi. Bu raporda üniversitelerin yaptığı bilimsel araştırmaların haricinde, elde ettiği sonuçları doğrudan balıkçıya intikal ettirecek ve bünyesinde uygulamalı balıkçılık araştırmalarına yer verecek bir devlet kuruluşuna da gereksinim olduğunun vurgulanması üzerine Mayıs 1955’de Beşiktaş’ta Balıkçılık Araştırma Merkezi (BAM) kuruldu.
EBK’nın ilk genel müdürü olup 19.12.1952-12.09.1958 sürecinde Balıkçılık Araştırma merkezine en parlak dönemini yaşatan Ekrem Celal Barlas (1912-1998).
EBK Beşiktaş Soğuk Deposu üstünde faaliyete geçen Balıkçılık Araştırma Merkezi.
Balıkçılık Araştırma Merkezinin açılışını gerçekleştiren İstanbul Valisi Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, Genel Müdür Ekrem Celal Barlas ve açılışa katılan yabancı uzmanlar.
BAM’ın bünyesinde de gerekli olan araştırma birimleri oluşturuldu. Bilahare BAM tarafından tüm Türkiye denizleri, balıkçılığının akışı yönünden incelemeye alındı. Türkiye balıkçılığını bilgi ve uygulama gereksinimleri açısından akla hayale gelebilecek tüm konular hayata geçirildi. Bilimsel, teknik ve uygulamalar yönünden önemli mesafeler alındı. Uluslararası alanda saygınlık kazanıldı. Derken 1960 yılında ülkede 27 Mayıs askeri darbesi oldu. Sonrasında da genel müdürlük makamına yüksek rütbeli bir subay atandı. Emekli Korgeneral Süreyya Birgöl’ün Genel Müdür olduğu süreçte yapılan araştırmaların balıkçılık sektörüne ve gayri safi milli hasılaya dolaylı olarak yaptığı katkı dikkate alınmaksızın, araştırmalar kâr getirmiyor savıyla BAM kapatıldı.
Balıkçılık Araştırma Merkezinin kapatıldığı sürecin EBK Genel Müdürü (26.09.1960-10.12.1964) Süreyya Birgöl (1902- ? ).
Genel Müdürlük bünyesinde 1961-1968 yıllarında sadece ticari avcılık faaliyetleri ve deniz nakil hizmetleri gerçekleştirildi. 1969 yılında Balıkçılık Müessesesi Müdürlüğünde ikinci kez araştırmalara yer verildi. Araştırmalar Karadeniz ve Marmara Denizi ağırlıklı olarak 1975 yılına kadar sürdürüldü. Genel Müdürlük bu kez balıkçılıkla ilgili tüm araştırma ve av faaliyetlerine son verdi. Arar araştırma gemisi DPT’nın baskısıyla İstanbul Üniversitesine ve bunun dışında kalan frigorifik sistemli nakliye gemilerinin yanı sıra av gemileri ile avcılık malzemeleri yok pahasına özel sektöre satıldı. Böylelikle günümüzde dahi oluşturulamayan bir araştırma, av ve deniz nakil filo sistemi sıfırlandı.
Kurumlar başarılı mı, yoksa başarısız mı idiler!
Bu olumsuz tabloların ilk bakışta akla bu kurumların başarılı olmadığı izlenimini vermesi doğaldır. Ama gelişmelerin aslı detaylı incelenip analiz edildiğinde durumun hiç te öyle olmadığıdır. Gerek Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü ve gerekse EBK bünyesindeki balıkçılık kuruluşları tam tersine günün koşullarına göre başarılı olmuşlar ve özellikle balıkçılığımızda bilgi birikimleri ile uygulamalar açısından 1955-1960 yıllarında Türkiye’ye altın dönemini yaşatmışlardır.
İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemi Demiroğlu 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren cunta yönetiminin bir talebi doğrultusunda İÜFF Dekanlığına bağlı Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünü ilkin rektörlüğe bağlamış ve kısa bir süre sonrasında ise enstitünün tüm faaliyetlerine son vererek kapatmıştır. 1983 yılında gerçekleştirilen bu kapatmanın mantıksal ve bilimsel herhangi bir gerekçesi de yoktur.
Türk tıp dünyasında çok saygın yeri olan ve İstanbul Üniversitesi bünyesinde 1980, 1982, 1987 ve 1997 yıllarında 4 dönem kesintisiz rektörlük yapan Rektör Prof. Dr. Cemi Demiroğlu (1927-2002).
EBK Genel Müdürlüğünde tüm balıkçılık faaliyetlerine 1976 yılında Abdülaziz Dabak’ın genel müdürlüğü döneminde son vermesi ise çağ dışı yönetilmesinin tipik bir örneği olmuştur.
EBK Bünyesinde balıkçılık faaliyetlerinin tamamıyla sıfırlandığı sürecin (08.08.1975-20.03.1978) genel müdürü Abdülaziz Dabak (1933-2022).
Özet olarak toparlamak gerekirse; bu araştırma kuruluşlarının kapatılmaları, onların başarısızlığı ile ilgili olmayıp, sadece üst makamların (rektörlük açısından) bilimsel etik ve (EBK açısından ise) yönetimsel etik yoksunluğu ile ilişkili olduğudur.
İvmenin yitirilmesi mi yoksa yitirtilmesi mi?
1951-1983 yıllarını kapsayan süreçte deniz bilimlerinde yakalanan ivmenin hem Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü hem de EBK bünyesinde neden bittiğini deniz bilimcilerinin mercek altına almaları ve büyük fotoğrafı yorumlamaları halinde dramatik durumun altında genel etik kavramının yoksunluğu hemen fark edilecektir.
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün kapatılmasını iki nedenle açıklamak olasıdır. Birincisi tali nedenlere dayalı olarak varsayılanlar; ikincisi ise asli ve somut olarak gerçekleştirilen eylemdir.
İlkine açıklık getirmeye çalışalım. Beyazıt’taki Fen Fakültesi Dekanlığından Baltalimanı’ndaki Enstitüye atanan ve hidrobiyoloji kökenli olmayan direktörler bu görevi angarya olarak görmüşlerdir. Buna karşın hidrobiyoloji kökenli öğretim üyeleri ise fakültedeki görevlerini benimsemişler, enstitü ile ilgili yükümlülüklerini ihmal edip ikinci plana atmayı yeğlemişlerdir. Haliyle bu gelişim görevli direktör ile enstitü çalışanları arasındaki bağı zayıflatmıştır. Diğer taraftan Beyazıt’taki Biyoloji Bölümünde öğretim üyeleri arasında iç çekişmeler yaşanırken, benzer paralel gelişmeler de enstitü bünyesindeki şubeler arasında da yaşanmıştır. Tüm bu nedenler çalışan personeli olumsuz etkilemiştir. Ayrıca var olan kadronun yanı sıra, enstitüye tahsis edilen ve araştırmaların yoğunlaşmasına katkı sağlayacak olan 1 profesör, 2 doçent, 3 asistan, 1 uzman ve 657 sayılı Kanuna tabi 87 (seksen yedi) adet araştırmacı ve memur kadrosuna yönetimlerce atama yapılmaması gelişmelere tuz biber ekmiştir. Diğer taraftan personelle yapıcı, özendirici, özlük haklarını iyileştirici unsurların sağlanmasında enstitü yönetimince kısır davranılmış ve görevli personel üzerinde disiplini sağlamada ise objektif davranılmamıştır. Özellikle ağırlıklı olarak 1970’li yıllardan sonra Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü idari açıdan verimli yönetilememiştir.
Şüphesiz Enstitünün kötü yönetilmesi bir kurumun kapatılması için gerekçe olamaz. Çaresi ise en sade haliyle kurumun yönetim açısından ıslah edilmesiydi. Özellikle direktör olarak atananlar ile ilgili olarak, asli yükümlülüklerinin enstitüyü sevk ve idare etmesine yönelik düzenlemenin yapılmasıydı. Bu nedenle Kosswig dönemindeki gibi kendisini enstitüye hasredecek direktörlere kesinlikle gereksinim vardı. Fen Fakültesi yönetimlerinin bu konuda çözüm üretememesi ise kabul edilemez bir durumdur. 1980’li yılların başında da devam eden bu olumsuz süreç askeri darbe dönemine de denk geldi. 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü cuntanın Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün sahip olduğu fiziki alt yapısı ile ilgili bir talebine maruz kaldı. Bu aşamada Rektör Fen Fakültesi Dekanına Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün Rektörlüğe devredilmesi ile ilgili sözlü talimatını verdi. Fen Fakültesi Dekanı ve Yönetim Kurulu üyeleri ise yazılı olmayan bu talimata hiçbir direnç gösterememişlerdir. Etik açıdan akademisyenlerde olması gereken entelektüel özelliklerini, tepkimelerini ortaya koyamamışlardır. Fen Fakültesi Dekanlığının 03.02.1982 tarihindeki 15 No’lu toplantısında ise tüm üyelerce alınan ortak kararla teslim bayrağı çekilmiş ve Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü ile ilgili senaryonun olumsuz gidişatı körüklenmiştir.
Bu aşamada hem Rektörlük hem Dekanlık hem de öğretim üyeleri akademik ortamda olması gereken tüm etik kurallarını müştereken ihlal etmişlerdir. Kısacası 500 yılı aşkın bir geçmişi olan üniversiteye yakışmayan bir durum.
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün kapatılmasının ikinci ve temel nedeni ise devlet yönetimiyle üniversiteye yapılan dolaylı müdahaledir. Burada ilkin Berlin Üniversitesinin kurucularından 1767-1835 yıllarında yaşayan Alman filozof, dilbilimci ve devlet adamı Wilhelm von Humboldt’un bir tanımlamasına değinmekte yarar vardır. Humboldt’a göre; ”Akademik faaliyet, devletlerin kontrolünden ve müdahalelerinden korunmalıdır.” Çünkü bilimin gelişebilmesi ancak üniversite ortamının tam bağımsızlığı ve özerkliği ile olasıdır. Oysa bu felsefenin tam tersine Ankara Üniversitesi bünyesinde görevli bir öğretim üyesinin 1980 askeri cunta yönetiminin üniversiteye müdahale etmesine davetiye çıkardığını gözlemliyoruz. Bunun sonucunda İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü cunta yönetiminin güdümüne girmiştir. Gelişmenin dramatik yönü bu olumsuzluğun deniz biyolojisi, hidrobiyoloji, balıkçılık biyolojisi ve denizbilimi eğitimi ile alt yapısından yoksun veteriner hekim kökenli Prof. Dr. İsmet Baran tarafından gerçekleştirilmesidir. Kendisi tarafından cunta başkanı Orgeneral Kenan Evren’e Türkiye’de balıkçılık eğitimi verilmiyor savıyla bir rapor verilir. Bu gerekçe ile su ürünleri fakültelerinin kurulmasını ve bunu gerçekleştirebilmek için de deniz-iç sular- hidrobiyoloji ile balıkçılık konusunda günün koşullarına göre donanımlı ve bu konuda eğitim veren akademik kuruluşun alt yapısına talip olan ve gerçekle çelişkili bir rapor verilir. İşte bu rapordaki talep İÜFF bünyesindeki Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü’nün de sonunu getirir. Oysa işin doğrusu Su Ürünleri Fakültesi kurulması için sıfırdan hiçbir eğitim kuruluşuna zarar vermeden yeni bir yapılanmaya gidilmesiydi. Yapılan yanlışlık ise işleyen bir mekanizmaya çomak sokularak o mekanizmanın devre dışı bırakılması olmuştur.
Böylelikle İÜFF Zooloji Bölümü’ne bağlı Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü’nün Sapanca’daki iç-sularla ilgili alt yapısı, Gökçeada’daki deniz araştırmaları ile ilgili birimi, enstitünün laboratuvarları ile kütüphanesi 1983 yılında kurulan Su Ürünleri Yüksek Okulu’na verilir. Yani bir anlamda gasp edilir. Boğaziçi’nin en güzel yerlerinden biri olan Baltalimanı tesislerini de Rektörlük kendine ait lokanta ve misafirhaneye dönüştürür. Araştırmacı personel dağıtılır ve üniversite bünyesindeki çeşitli fakültelere yönlendirilir. Bu arada Arar gemisi ilkin Çevre Sorunları Araştırma Merkezine, ikinci aşamada ise Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsüne tahsis edilir.
1981 yılında cunta yönetimi başkanı Orgeneral Kenan Evren’e verdiği tartışmalı bir raporla Türkiye’de Su Ürünleri Yüksek Okullarının/Fakültelerinin kurulmasının mimarı olan Prof. Dr. İsmet Baran (1940-2014).
1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin cunta yönetimi başkanı Orgeneral Kenan Evren [(1980-1982) Türkiye’nin Devlet Başkanı, (1982-1989) 7. Cumhurbaşkanı].
Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünde bilimin ve eğitimin egemen olduğu süreçten bir fotoğraf.
Baltalimanı’ndaki Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü ortamının bilimsel aktivitelerden soyutlanıp günümüzde salt dinlence, eğlence ve sosyal tesis haline dönüştürüldüğünün fotoğrafıdır.
Yaşananlar üniversitelerin evrensel özelliği açısından mercek altına alındığında gözlemlenen husus dramatikliğin ve etik çöküntünün ta kendisi olduğudur. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü cuntadan gelen baskı karşısında “Akademik Özgürlük” hakkını kullanamamış ve baskıya maruz kalmayı sineye çekmiştir. Bunun yanı sıra “Akademik Özerklik” özelliğini cunta yönetimine yansıtamamıştır. Ayrıca Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü bünyesindeki deniz ve göl bilimlerinin ilgi alanına giren tüm alt yapısının, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ndeki bir öğretim üyesinin cuntayı sorumluluk kavramından yoksun yönlendirmesine “Akademik Etik” olarak taviz vermemesi gerekirken, onay vererek tam tersini yapmıştır. Konu “Akademik Liyakat” açısından da analiz edildiğinde küresel ölçekteki uygulamalara ve geleneklere terstir. İçeriğini açmakta yarar var. Bir akademisyenin eğitim gördüğü, ömrünü verdiği ve sorumlu olduğu bilim dalından sapıp diğer bilim dallarındaki sistemi ve otoriteleri göz ardı edip ikincil bile sayılamayacak bilgilerle yönetimsel olarak öne geçme ihtirası aslında bilimsel liyakatsizliktir. Eşdeğer durumu özellikle veteriner ve ziraat ekolünün bazı öğretim üyeleri ilgi ve yetki alanlarının dışındaki hidrobiyoloji ve balıkçılık bilimi konusunda bunu Türkiye’ye yoğun olarak yaşatmışlardır. Öyle ki eğitimleri gereği ihtisas sahibi olmadıkları konularda uzman gibi davranarak, gerçek uzmanlara saygı göstermemek balıkçılık biliminde yaşanmıştır ki bu Türkiye akademik camiası açısından olumsuz bir örnektir.
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün 1980 askeri darbesi sonrasında cunta yönetiminin güdümüne girdiği Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün başına gelenlerden dolayı çok belirgindir. Oysa evrensel teamül olarak üniversiteler ideolojik, siyasi ve üniversite dışı güçler tarafından yönetilemez, yönlendirilemez.
Ne var ki cunta rejiminin baskısıyla İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, üniversite çatısı altında olması gereken tüm etik kurallarını ihlal ederek Fen Fakültesi bünyesindeki Biyoloji Bölümünün ipini çekmiş ve onun hidrobiyoloji, balıkçılık biyolojisi, deniz bilimi ve limnoloji sahasında kutup yıldızı gibi parlamasına set çekerek bir bilim yuvasını tamamen işlevsiz konuma düşürmüştür. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü emsali görülemeyecek bir etik yoksunluğuna attığı imza ile Türkiye akademik ortamında deniz bilimlerinde öncü kuruluş olan Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün bu alanda kazandığı ivmeyi sıfırlatmıştır.
EBK bünyesinde deniz bilimlerinde o dönemde yakalanan ivmenin bitmesinin nedenlerini ise şu şekilde toparlamak olasıdır. EBK’nın insan kaynakları istatistik açıdan analiz edildiğinde ortaya çıkan durum çok şaşırtıcıdır. Genel Müdürlüğü tanımlayan adlandırmada yarı yarıya pay sahibi olan “Balık” ile ilgili olarak oluşturulması gereken “balıkçılık biyolojisi” ve “oseanografi/deniz bilimi” insan kaynakları hep tekler hanesinde olmuş ve bu uygulama balık ile ilgili tüm aktivitelerin sıfırlandığı döneme kadar kesintisiz sürdürülmüştür.
Balıkçılık Araştırma Merkezinde laboratuvar faaliyetinden bir görüntü. Planktonoloji Laboratuvarı Şefi Biyolog Necla Gürtürk (ayakta) ve Yaş Analizleri Laboratuvarı Şefi Biyolog Dr. Nebia Kutaygil.
Balıkçılık Araştırma Merkezinin günümüzdeki konumu ise onun “Four Seasons Hotel Istanbul At The Bosphorus” olduğudur.
Buna karşın “Et” ile ilgili gerek yönetimsel gerek teknik açıdan insan kaynaklarının rakamsal konumu daha açık ifadeyle veteriner hekimler ve idari kadrolar günümüze değin binler hanesinde gerçekleşmiştir. Zaten oluşan trajikomik durum geç de olsa 60 yıl sonra EBK adlandırılması 2012 yılında Et ve Süt Kurumu (ESK) adlandırılmasıyla noktalanmıştır.
Sonuç itibarıyla EBK bünyesindeki balıkçılık araştırmalarının yitirtilmesinin nedenlerini şu şekilde özetleyebiliriz. Birinci aşamada araştırmaların 1960 askeri darbesi sonrası çağdışı bir zihniyetle durdurulmasıdır. Sonrasında EBK Genel Müdürlüğünün sadece et konusunu benimsemesidir. 1969-1975 yıllarında ikinci kez başlayan araştırmalara ise 1972 yılında Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün kurulması bahane edilerek 1976 yılında tüm balıkçılık uygulamalarını, yatırımlarını ve konu ilgilisi insan kaynaklarını saf dışı bırakmasıdır. 871 sayılı Kanunda belirtilen “Kurumun gayesi et ve balık işlerini tertip ve tanzim etmek, ticaret, istihsal ve sanayi ile meşgul olmak ve bunlarla ilgili her türlü etüt ve araştırmalar yapmaktır” yükümlülüğünün Genel Müdürlükçe gözü kapalı bir şekilde göz ardı edilmesidir. Son hamle olarak EBK’nın İstanbul’da faaliyet gösteren balıkçılık ile ilgili kuruluşunca kullanılan tüm gemilerin satılmasıdır. Tüm belirtilen bu hususlar devlet eliyle deniz biliminde elde edilen ivmenin de sıfırlatılmasının nedenini oluşturmuştur.
Sonuç
İstanbul Üniversitesi bünyesinde 1951 yılında hayata geçirilen Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü ile Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı bünyesinde 1955 yılından itibaren oluşturulan balıkçılık kuruluşlarının dramatik sonları için söylenecek en gerçekçi tanımlama, her iki kuruluşun da denizci ülke kavramından, denizcilik kültüründen ve deniz bilimi konusunda liyakatten uzak yönetim kadrolarının kurbanı olduklarıdır.
Nezih BİLECİK
Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi