Kendinizden biraz bahseder misiniz?
1976 doğumlu, koç burcu, Beşiktaş taraftarı, bekar ve heteroseksüel biriyim.
Televizyon ve oyunculuktaki gelişiminiz nasıl ilerledi?
Number One TV’de VJ’liğe, Number One FM’de radyoculuğa başladım sonra arkasından Kiss TV’de 3 Maymun, Best TV’de de Dejavu adlı bir program yaptım sonra Sinek TV’de 46 diye bir program yaptım, eş zamanlı olarak Koçum Benim dizisinde oynadım. Daha ilk oyunculuk deneyimimde Tarık Akan, Zihni Göktay ve Sevim Öztekin gibi usta oyuncularla oynamak güzel ve heyecan vericiydi. O diziyi Serdar Akar çekmişti ve pek çok oyuncu çıkardı. Birkaç dizide daha rol aldım ama benim en çok içime sinenler ve aklımda kalan rolleri söylemem gerekirse, Savcının Karısı dizinde hafif psikopat bir kiralık katil, Candan Öte dizisinde çok zengin fakat kötü kalpli bir adam ve şimdi oynadığım sinema filminde yine şizofrenik tavırları olan tuhaf bir adamı canlandırıyorum. Zıt rolleri oynamayı seviyorum. Şahsi yaşamımda neşeli biriyimdir ama oyunculukta dramı seviyorum. Sadece dram oynarım demiyorum ama dram oynarken daha rahat hissediyorum. Bir de inandırıcılık faktörü var. Karakterimin zıttı bir rol olduğu için daha inandırıcı oluyor.
Kendi hayat dinamiğiniz içinde nasıl bir insansınız?
Ben kendimi tanımlarken şöyle söylüyorum; milyonlarca insanın gerçekten çok umursadığı, ne yaptığını, nereye gittiğini, ne seyrettiğini merak ettiği fakat hiç kimsenin tanımadığı bir insanım. Bunun da keyfini yaşıyorum. Hala sokakta rahat geziyorum, hiçbir şöhret derecesi metroya binmekten sokakta yürümekten alıkoyamaz. Türkiye’de kendinden taviz vermeyen fazla kişi yok. Dolayısıyla o çok az adamdan biri olmak hoşuma gidiyor. Yaptığım şeyleri kendi adıma daha değerli kılıyor. Her gün iki saate yakın spor yapıyorum, okuyorum; çok okuyorum hem de. Kendimi hem zihinsel, hem fiziksel hem de ruhsal açıdan hiç bu kadar hazır hissetmediğimi söyleyebilirim. 36 yaşıma geldim ama hala fizik olarak 22 yaşında gibiyim.
Bu sektörde birçok iş yaptığınız, en çok hangisini sevdiniz?
Mutlu olmadan çalışamıyorum, dolayısıyla hepsinin ayrı tatminleri var. DJ’lik yaparken insanların yaptığınız müzikle karşınızda dans etmesi… Mesela bu apayrı bir şey. Sahneye çıkıyorum stand-up yapıyorum, insanları güldürmek, orada o etkileşimi canlı paylaşmak da bambaşka bir şey. Diğer taraftan oyunculuk-özellikse dramsa- başka biri olmak… Kendi hayatımda hiç yapmadığım için oyunculuk bu açıdan bambaşka. Pazar akşamları saat 10’da Alem FM’de radyo programı yapıyorum, radyoda da yine konuşma şansım olduğu ve çok dinlendiği için koşa koşa gidiyorum. Hepsinin etkisi farklı ama ömrümün sonuna kadar bir tanesini yapacak olsam televizyon programını seçerim. Çok hızlı bir şekilde çok fazla insana ulaşıyorsunuz, en cazip yanı bu yoksa şöhret umurumda değil.
Yeni filminizden biraz bahsedebilir misiniz?
Ateşteki Kâğıtlar. Eşref Özfırıncı’nın yaklaşık 10 yıl önce yazdığı Avni Kütükoğlu’nun yaklaşık beş yıl önce çekmeyi planladığı fantastik bir absürd komedi. Türkiye’de bir ilk diyemem çünkü söylemek bana düşmez ancak gerçekten de kostümleri, karakterleri, mekânları pek de alışılagelmiş tarzda değil. Daha önce de sinema teklifleri aldım ama daha ticari amaçlı filmlerdi bu nedenle pek oynamak istemedim. Bu senaryoyu okuduğumda gözüme çarpan ilk şey diyalogların çok aklı başında olduğuydu. Çünkü Türk sinemasında bir diyalog yazma sorunu var. Bir de senaryonun bir derdi var hep söylüyorum, ne yaparsam yapayım, örneğin çocuk programı yapıyordum TRT’de, o zaman da çocuklara hayatla ilgili şeyler anlatıyordum. Bu senaryoda da bir kaygı var; Güneydoğu meselesine çok farklı bir yerden yaklaşıyor. Ama Güneydoğu travması filmi değil, arkasından da bir suç filmine dönüşüyor. Ortada bir suç var, bir menfaat çatışması var, para var ve o paranın peşine düşen insanlar var. Bu arada benim karakterim olan gazinin yerine getirmesi gereken manevi bir görev var ve buna karşın bir takım ahlaki çıkmazları da var.
Gişe ve başarı dersek…
Bir sinema filminin başarılı olup olmadığını nereden anlayacağımızı bilemiyorum. O yüzden hiç umurumda değil. Ben sadece seyrettiğimde ne hissettiğime bakarım. Şimdi ben bu durumu şikayet edersem, Nuri Bilge Ceylan ne yapsın? En İyi Yönetmen Ödülü almış bir insan; yaptığı filmler ortada. Ama gişesi de ortada. Dolayısıyla benim için bir filmin başarısı gişesiyle alakalı değil.
Yakın ve uzak hedefleriniz neler?
2012’de daha dominant olmak istiyorum bu sektörde. Radyo programını televizyonla paralel hale getireceğiz. Televizyon programı yapacağım, Şubat ayında. Kitap çıkarmak üzereyim. Facebook’taki sayfamda yazılarım var; o yazıları derleyeceğiz ve önce o kitapla başlayacağız, arkasından da zaten yazıp bitirdiğim bir kitap var onu yayınlayacağız. Çok edebi bir kitap olur mu bilemem de kuvvetli yazılar olduğunu düşünüyorum. Bana “Bu da o oyunculardan bir tanesi” diye yaklaşanlar mutsuz olurlar çünkü başka bir şey anlatıyorum. Bir süre hiçbir şey yapmadım. Bu kararı alma sebebim de şuydu: sektör benden yavaş ilerliyordu, ben biraz yavaşlayayım dedim. Onlar benim hızıma çıkamayacak diye düşündüm. Hala çok hızlıyım fakat zaman geçtikçe sektörde başka şeyler arayışı başladı. Doğru projelendirildiği zaman, televizyonda her şeyin olabileceğini düşünüyorum. O yüzden 2012’de beni televizyonda daha çok görmek isteyenler sanıyorum bu amaçlarına ulaşacaklar.
Daha uzak bir tarihte ise çok param olursa kendim için bir şeyler yapmayı bırakırım. Çok param olursa insanlar için barınaklar yapıp, babamın adını vermek istiyorum. Biraz daha sosyal sorumluluk işlerinde yer almak istiyorum. Daha sonra da 5-6 yıl içinde de yurtdışına yerleşmeyi istiyorum.
“İnsanlar benden suda harikalar yaratmamı bekliyorlar ama karada çok daha iyiyim, denizde rezil oluyorum”
Denizle aranız nasıl?
Çok iyi bir yüzücü değilim, suyun üzerinde durabiliyorum. Çok çirkin bir yüzme stilim olduğu için yüzmemeye gayret ediyorum. Fakat genelde fizik olarak bana baktıkları zaman, insanlar benden suda harikalar yaratmamı bekliyorlar. Ama çok fazla denize girmeyi seven ve yaz gelse de denize gireyim diyen biri değilim. Karada çok daha iyiyim, denizde rezil oluyorum. Deniz kenarında idare ediyorum. Balıklama atlayamam mesela. Sıkıntılarım var suda ama denizi severim, mesela bir gün bir teknem olsun isterim ama tekne alırsam yurtdışında alırım.
Deniz kenarında oturmayı sever misiniz?
Denizin etkisi çok önemli. Deniz kenarında oturmak bile insana tuhaf bir huzur veriyor. Denize karşı çok saygım var. Denize çöp atanlarla kavga ettiğim olmuştur. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak denizden yeterince istifade edemediğimizi düşünüyorum. Bize şaka gibi geliyor ama ileride pislikten o Göcek koyları bitecek. Bize bunlar çok gerçekçi gelmiyor ama oraları yakında bitireceğiz. Kağıt üzerinde kimse mangalda kül bırakmaz “Cennet Türk Koyları” filan ama daha dikkatli olmazsak o koyları da kaybedeceğiz.
Su sporlarıyla ilgili misiniz?
TRT Spor’da, Spor Aktif diye bir program yaptık. Her programda bir spor branşı tanıtıyorduk. O esnada çok su sporu tanıdım. Mesela sualtı hokeyi varmış havuzun dibinde oynanan bir oyun, bir de sörf tahtası üzerinde kürekle gitmece filan, onu öğrendim. Sörf öğrendim. Program için deneyimledim ama bir sonraki aşamaya geçemedim. Sadece rüzgar sörfünde biraz ısrarcı oldum. En azından temel bilgileri aldım; gidebiliyorum suyun üstünde. Dalış da yaptım denemek için ama devamı gelmedi çok özeniyorum. Açık hava aktivitesi dediğimiz aktivitelere kırkımdan sonra başlarım gibi geliyor. Dolayısıyla daha vaktim var.
Deniz ürünleriyle aranız nasıl?
Balıkların mevsimini falan bekleyen adamlar var mesela o kadar değilim ama Rum bir kız arkadaşım oldu, o beni balığa çok alıştırdı. Beslenme konusunda çok faydacı biriyim. Balığın da faydalı olması beni çok çekiyor. O yüzden, gidip levrek ızgara, somon yiyeyim diyorum. Ayrıca balık ekmek çok severim.
Türkiye’de hangi kıyıları seviyorsunuz?
Ege ve Akeniz kıyıları güzel. Tatile de oralara gidiyorum. Tatilde yorulmaya karşıyım o yüzden daha sakin, tenha yerlere gitmeyi seviyorum. Ama bu yaz sanırım Karadeniz’de vakit geçireceğim.
Denizle ilgili bir anınız var mı?
Sudayken şaka yapılmasından hoşlanmıyorum. Bir kere sudayken arkadaşım şaka babında beni boğmaya çalışmıştı, ben de sudan çıkınca dirseğimle burnunu kırdım. Bir de Karadeniz’de yazlığımız var. Ordayken boğulan birini görmüştüm, kayboldu ve günlerce ortaya çıkmadı. Korkutmuştu beni, Karadeniz tehlikeli; öyle hava atmaya gelmez.