Bu sayımızda “Bu insan işiyse ve robotlar tarafından yapılmıyorsa, hiç kimse bana tarafsız olduğunu iddia etmesin. Sesinizin tonunda, yüzünüzün ifadesinde, bakışlarınızda, mutlaka değişiklik oluyordur” diyen Kanaltürk’ün Ana Haber Bülteni Spikeri ve Editörü Emre Buga’yı ağırladık. Sanırım röportajın zamanlaması konusunda 12’den vuramadık. O gün Diyarbakır’da çıkan çatışma sonucu 13 askerimiz şehit olmuş, doğal olarak haber akışında her şey değişmiş, zaten yoğun olan sürece ekstra bir yoğunluk, stres ve üzüntü eklenmişti. Buga ile yoğun ve stresli geçen günü, bu mesleğe nasıl başladığını, gelecek planlarını, hedeflerini ve mavi’ye olan yakınlığını konuştuk.
Spiker olmaya nasıl karar verdiniz?
Pek karar verdim denemez. Biraz şanslıydım, fırsatlara da hazırlıklı yakalandım. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü’nde okurken adı üstünde hepimizin zorunlu stajları vardı. Okul da bana Show TV’de bir staj ayarladı. Tabii teknik aletler pahalıydı ve stajyerlerin dokunmasına pek izin verilmezdi. Bulunduğumuz odayla post production odası karşı karşıyaydı. Bir gün prodüktör, seslendirme yapacak kişiyi bulamamış, elindeki tanıtım metniyle koridorlarda koşuyordu. O anda karşısına ilk ben çıktım. Benim sesimi o güne kadar hiç duymadığına emindim ama bir iki deneme yaptık ve tamam dedi. Eğer oradan bir başkası geçseydi, muhtemelen onun sesi tanıtımda olacaktı…
Büyük bir tesadüf… Heyecanlanmış mıydınız?
Hayır, heyecanlanmamıştım, açıkçası çok fazla üstünde durmadım da. O tanıtım yayınlanmaya başlamış, beğenilmiş, insanlar “Kim bu?” diye sormaya başlamışlar. Bir süre daha tanıtım metinleri okumaya devam ettim. Ama voice over iyileşince unutuldum. O anda anladım ki bu işten ne kadar keyif alsam da, tekrar bana dönmemelerinin temelinde, bu işte o kişi kadar iyi olmamam yatıyor. Eksiklerim için eğitim almaya karar verdim ve bir süre sonra kendimi Show Radyo ve Radyo 5’te haber sunarken buldum. Hiçbir tecrübem olmamasına rağmen seslendirdiğim haberleri kendim yazıyordum. Zaten bugüne kadar hiçbir şey yüzde yüz hazırlanıp önüme konmadı. Radyo devam ederken bir televizyondan sabah haberleri teklifi geldi. Haftanın 7 günü, günde 20 saat çalıştığım bir dönemdi. Zamansızlık nedeniyle radyodan vazgeçmek zorunda kaldım. Ama bana en çok keyif aldığım ortamı sorarsanız, size radyo derim.
Neden radyo…
Herhalde ilk olduğu içindi. Tek gayem öğrenmekti, öğrendikçe mutlu oluyordum... Hala da öyleyim. Her yeni günde yüzlerce şey öğreniyorum. Çoğu insan, ekran önünde olduğum için benim sadece haberleri bir saat sunup sonra da gittiğimi sanıyor. Ama ben bu işin editörlüğünü de yapıyor, mutfağında da yer alıyorum. Orada sarf ettiğiniz enerjinin tadı tarif edilemez.
Bu işin püf noktası da işin mutfağında yer almak galiba…
Ekran önüne çıkan iyi bir yayıncı olmak istiyorsanız, kamera arkasında da A’dan Z’ye ne oluyor hepsini bilmeniz gerekiyor. Rejiyi, muhabirlerin nasıl koordine edildiğini, hangi ajansla ne zaman ve nasıl iletişime geçmeniz gerektiğini, kısacası her şeyi… Şu anda Ankara’dan, siyasetten sorumlu editörüm. Geçmişte dış haberlere de, yurt haberlere de baktım. Henüz değmediğim yerler de var. İstanbul istihbarat gibi. Orada zaman daha hızlı, mücadele daha sert…
Emre Buga’nın haber sunarken bir tarzı var mı?
Açık söyleyeyim, ben haber seyretmek isterim, tarz değil… Şöyle bir tarzım olsun deyip çıktığınız zaman bir süre sonra kendinizi izlemeye başlıyorsunuz. Kendini izleyen insan da izleyiciden uzaklaşıyor. İzleyici de kendinden uzaklaşan insandan kaçıyor. Kendinizi anlattığınız şeyin içine ne kadar verirseniz, izleyici de o kadar içinde yer alır. Ben buna dikkat ediyorum. Buna özen gösterildiğinde bir akşam değil, her akşam takip edilen kişi oluyorsunuz. Bu da zaten kendini reytingde gösteriyor.
Bu alanda dünyada ve ülkemizde beğendiğiniz isimler kim?
Mesela Mehmet Ali Birand’ın tarzını seviyorum. Ekrandaki duruşunu samimi buluyor ve beğeniyorum. Malum Amerika bu endüstrinin en yoğun yaşandığı yer. NBC çok güçlü bir marka ve çok güçlü bir sabah haberleri formatına sahip. Today Show’daki Matt Lauer’ı çok beğenirim. Sabahın köründe yayınlanmasına rağmen dünyanın en önemli isimlerini stüdyoya getirebilen bir program. Fırsat bulur bulmaz haftalık programlarını internetten izlemeye gayret ediyorum.
Peki, haber spikerliği dışında televizyon alanında yapmayı düşündüğünüz bir proje var mı?
Aklımda olan şeyler var. Ciddi araştırma gerektiren, günlük olmayan, insanların seyrettikleri zaman “Helal olsun iyi çalışmışlar” diyeceği projeler. Ama bunun için de ciddi bütçeler gerek. Bir de biraz daha zamanı var. Dört tane konuğu bir stüdyoya koyup da; “Bu hafta konu ne? Haydi herkesin anlattığını bir de siz anlatın…” demek istemiyorum. Herkesin bildiği, herkesin konuştuğu şeyleri, sırf zaman dolsun diye saatlerce konuşmayı sevmiyorum. Böyle bir sürü program teklifi geldi ama yapmıyorum, yapmak istemiyorum. Zaten inanmadığım işlerde başarısız oluyorum. Bunu bildiğim için de yapmıyorum.
Her işin zor ve fedakârlık gerektiren tarafları var. Siz nelerden fedakarlık yaptığınızı düşünüyorsunuz?
Açıkçası “Hiçbir şeye zaman bulamıyorum, arkadaşlarımla görüşemiyorum” diyenlere pek inanmıyorum. Ben erken kalkıyorum, sporumu da yapıyorum, akşam 11’de değil de 12’de yatıyorum ama arkadaşlarımla da görüşüyorum. İnsan istediği zaman her şeye vakit bulur. Yorulmuyor muyum? Yoruluyorum. Haftada bir, koltukta bayılıyorum mesela. O benim yorgunluğumu alıyor. Üç saat fazla uyuyorum, o yorgunluk da geçiyor. Uzun tatillerden de sıkılıyorum. Yıllık izinlerimi az kullanırım, çünkü tatil yapmaya alışkın değilim… Aynı yerde dört günden fazla kalamam…
Ama bazılarına çok eğlenceli gelen sohbetler size çok anlamsız gelebiliyor. Her duyduğuma inanmam mesela. Dezenformasyona, dedikoduya karşı ister istemez bir filtre geliştiriyorsunuz. Başka kaynaklardan da doğrulatma ihtiyacı hissediyorsunuz. Bir de yardıma, sesini duyurmaya muhtaç o kadar çok insan var ki, onlara biraz olsun yardım edebildiğiniz zaman, dünyanın en mutlu insanı oluyorsunuz.
Ama bunun bir de diğer tarafı var; duyarsızlaşmak…
Galiba o karakterle de biraz alakalı. O duyarsızlığa bulaşmak eğer süreyle ve gördüğünüz şeylerle alakalı olsaydı, bugüne kadar çoktan sizin üzerinize yapışmış olmalıydı. Vicdanı sızlatan bir haber duyduğumuz zaman, yine tüylerimiz diken diken oluyor, burnumuzun direği sızlıyor. En azından benim öyle.
Yüzde 100 tarafsız olduğunuza inanıyor musunuz?
Bu insan işiyse ve robotlar tarafından yapılmıyorsa, hiç kimse bana tarafsız olduğunu iddia etmesin. Sesinizin tonunda, yüzünüzün ifadesinde, bakışlarınızda, mutlaka değişiklik oluyor. Her sunucu bir taraftır. Kendisine emanet edilen bir bebeği döven dadının görüntüsünü ekrana getirdiğimiz zaman, o kadına karşı kimse benden tolerans beklemesin. Aksi, zaten gerçek değil. İnsanlar madem gerçek haberleri duymak için sizi seyrediyor, o reaksiyon da gerçek olmalı ama doğru yerde, doğru zamanda…
Bu yoğun koşturmaca nasıl bir yaz tatili planlıyor Buga?
Yıllık izinlerimde genelde görmediğim yerlere gidiyorum. Bu yıl inşallah aksilik çıkmazsa ağırlıklı İskandinav ülkelerine gideceğim. Ve görmediğim, görüp de tekrar gitmek istediğim birkaç durak daha var. Bu seferki tatilimde deniz olmayacak. Belki de size röportaj vermek için uygun bir zaman değil. Ama denizle aram iyidir.
Peki, denizle aranız ne kadar iyi?
İyi ama babamla kıyasladığım da deniz tutkunu olduğumu söyleyemem. Babam, denizcilik sektörünün bilinen, sevilen, sayılan, başarılı bir ismi… İşine aşıktır… Tekneyle ilgili kurduğu hayallerini, çalışma aşkından vazgeçemediği için bir türlü hayata geçiremedi. En son onunla bir yelkenliyle kısa bir yolculuk yaptık. Babam denizle bir bütün olabiliyor. Bense ilk defa yelkenliye bindiğim için dalgalarda ne yapılır ne yapılmaz onun derdindeydim. İlk alışma evresinde tedirgindim ama ikincisinde daha iyi olacağıma eminim. Galiba ben motor yatları daha çok seviyorum…
Son olarak içinde deniz olan bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Üç ya da dört sene önce bir arkadaşımın teknesiyle Gökova’da beş günlük tatil yapmıştım. O tatil muazzam bir tatildi. Sabah erken kalkmanın en büyük lüksünü orada yaşamıştım. Denizin içinden o güneşin doğuşunu yakalamak tarifi zor bir cennet gibiydi. Gündoğumu da batımı da mükemmeldi. O tatili unutamıyorum. Keşke tekrar yaşayabilsem. O beş gün benim için çok özeldir. Teknede kutladığım birkaç doğum günüm de çok unutulmazdı… Bir de küçükken ablamla beraber elimizde misinalarla Kalamış Marina’ya giderdik. Kaya Balığı tutup, sonra kıyamayıp onları denize tekrar bırakıp eve dönerdik.
Vira Dergisi