Bütün ansiklopediler, tıpkı kara taşıtlarının ve hava taşıtlarının olduğu gibi deniz taşıtlarının da “umumi tarihinden” söz eder. Gemiciliğin tarihteki yeri hakkında eserler yazılmıştır.
Diğer taşıtlar gibi deniz taşıtlarının teknolojik gelişme tarihinden de söz edilebilir. Ama sorun bu değil. Sorun şu: Deniz taşıtlarının, diğer kara ve hava taşıtlarından farklı olarak bireysel tarihleri var mıdır? Vardır!.. İşin ilginç yanı sadece deniz taşıtlarının, büyük gemilerin, transatlantiklerin, bir yüzyıl önce yapılıp, günümüzde müze olarak kullanılan teknelerin, kendilerine özgü tarihleri vardır. Bu deniz taşıtlarının her biri, bir diğerinden çok farklı bir tarih yaşamıştır. Şu bizim İstanbul sularında vaktiyle yüzdürülmüş Gülcemal, Gülizar ve Gülnihal vapurlarını alın ele. Kim bilir bu vapurlar kaç kaptanla tanıştı, kim bilir kaç çımacı onların halatlarını iskeleye afili pozlarla fırlattı. Kim bilir kaç makinist bu vapurlara istim verdi ve kim bilir bu vapurlarda kimler kimlerle tanıştı, nicesi, aralarında pek çok ünlünün de bulunduğu insanlar bu vapurlarda nasıl anılar biriktirdi?
Bir İstanbullunun atlı tramvaylardan elektrikle işleyen tramvaylara kadar; tanıdığı, bindiği ve bildiği tramvaylar vardır. Ama bunlar ancak tepelerinde belirtilen güzergahı bakımından tanınır, bilinir ve binilir araçlardır. Siz, eğer kendi ellerinizle tahta kaplamaya bir şeyler yazmış değilseniz, bir gün önce bindiğiniz tramvayla, ertesi gün bindiğiniz tramvayı bir birinden ayıramazsınız. Vatman ve kondüktör belki aynı insanlardır, ama tramvay çoğu zaman değişmiş olabilir. Siz farkına varmadan...
Ama gemiler öyle değildir. Onların ta uzaklardan tanıyacağınız bir silueti vardır. Her bir geminin süzülüşü bir birinden farklıdır. Onlara isim verilmiştir. Gemiler, ister şehir hatlarında olsun, ister Cebelitarık Boğazı’ndan okyanuslara açılsın, şahsiyet sahibi taşıtlardır. Titanik’i içimizde bilmeyenimiz yoktur. En son uçak kazalarından birini hatırlayın. Düşen uçağın belki modeli aklımızdadır, ama uçağın ne yapıldığı tarih, ne de gökyüzüne ilk yükseldiği gün bizi hiç mi hiç ilgilendirmez. Yine hepimiz Dumlupınar denizaltısını unutmayız. Ona çarpan Naboland adlı şilep de hafızalarımızdadır. Oysa geçenlerde bir TIR’la çarpışan ve içinde 10 insanımızın öldüğü kazadaki minibüs hakkında hiç bir izlenime sahip değilizdir.
Tarihte pek çok askeri araç kullanılmış, bunlarla pek çok tarihsel olay yaşanmış, birçoğu düşman ateşiyle tahrip olup, tarihe karışmıştır. Şimdi biz, tarihe karışan askeri kamyonlar, tanklar, ya da İstiklal Harbinde mermi taşıyan kağnılar hakkında ne biliyoruz? Örneğin hepimiz Sabiha Gökçen’i tanıyoruz. Adına Havalimanları yapıyoruz. İyi de, onun uçtuğu ilk uçak hakkında hangimizin bir fikri var? Bir de Yavuz zırhlısını hatırlayalım. Ne zaman, nerede inşa edildiği tarihlerde yazılıdır. Ne zaman suya indirildiği, ne zamana kadar hangi devletin bayrağını taşıdığı, ne zaman Osmanlı donanmasına katıldığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında oynadığı rol… İlk kaptanı, son kaptanı... Yani her şeyiyle Yavuz zırhlısını biliyoruz. Bilmeyenimiz, merak ettiği anda bu bilgilere ulaşıyor. Ertuğrul Gemisi’nin tarihini de anımsıyoruz. Ünlü pehlivanımız Koca Yusuf’un Japonya’dan hangi gemiyle geldiğini, bu gemiyle birlikte okyanus sularına nasıl gömüldüğünü, en sıradan bir ansiklopediden öğrenebiliyoruz.
İşte böyle sevgili okurlar... Karada yürüyen, havada uçan taşıtların niceliği ve niteliği önemlidir. Ama onlar yaşayan insanlar gibi kendilerine özgü tarihlere sahip değillerdir. Sadece işimize yaramaktadırlar. Yaramaz hale geldiklerinde kaldırılıp, atılmaktadırlar. Onların hiç bir özellikleri, hiç bir tarihsel anları aklımızda yer etmez. Bu açıdan hava ve kara taşıtlarının kişilikleri yoktur.
Gemiler, hele büyük yolcu gemileri ve büyük savaş gemileri çok güçlü kişilik özellikleri taşırlar. Hiç biri tarih bakımından bir diğerinin tıpkısı değildir. Nasıl “insan insana benzemez” ise, gemi de gemiye benzemez. Bir insan ölünce, artık onu yeniden tekrar etmek olanaksızdır. Gemiler de öyledir. Batmaya ya da hurdaya çıkarılmaya görsünler, bir daha benzeriyle asla karşılaşmayacağızdır. Kısaca kimlikli, kişilikli biricik taşıtlardır deniz taşıtları. Her biri bir deniz kentidir. Nasıl her kentin kendine özgü özellikleri, güzellikleri, tarihi ve doğası varsa, deniz kentleri de işte böyle birbirine benzemez. Ömürleri kentler gibi olmasa da, gemiler bizden daha uzun yaşarlar. Torunlar dedeleriyle birlikte gemiye binerler. Yaşlanıp da son iskeleden karaya çıktıklarında, çoktan ölmüş olan kaptanın yerini almış genç bir süvari el sallar ve siz artık bir daha binmeyecek olduğunuz geminin mavi sularda köpükler saçarak, şen ve şakrak yeni bir iskeleye doğru süzülüşünü hüzünle seyredersiniz. O gemi sizden önce kızaktan kaydırılmıştır, sizden sonra da neşeli yolcularla kucak kucağa olacaktır. Her kaza trajiktir. Düşen uçağın ya da devrilen kamyonun yolcuları için ağlarız. Ya gemi?..
Bir gemi batmaya görsün... Mavi suların insana düşman olduğu o karanlık anda, biz hem yitirilen canlara gözyaşı döker, hem de o güzelim geminin önce ortasından kırılıp, sonra ağır ağır, adeta can çekişir gibi derin sulara gömülüşünü hazin bir manzara olarak hafızalarımıza nakşederiz. Çünkü geminin ölümü insanı üzer...