Fazla Söze Ne Hacet

AYŞE OLCAY

Havalar ısındı… Güneş bütün haşmeti ile gösterdi yüzünü. Meyve ağaçları çiçeklendi, havayı o çiçeklerden yükselen muhteşem kokular sardı. Gözlerimle gördüm leylekleri bu sene. Uzun mesafeler kat ederek gelmişlerdi, baharın müjdecileri. Baharla birlikte, içimizde nedenini bilmediğimiz bir heyecan ve gitme isteği duyarız. Gidemesek de, gitmek isteriz. Bu istek canlı tutar bizi. Denize, çiçeklere, kırlara, doğaya gitmek, buralardan uzaklaşmaktır içimizdeki bitmeyen fısıltı. Burnumuzda denizden yükselen iyot kokusu, demir almayı bekleyen gemi misali gitmek isteriz. Tarifsiz sevinçler ve heyecanlar mevsimidir bahar… Bahar hep gelir, siz hep gitmek istersiniz…

Bugünlerde içimde, her bahardan yaza geçerken yaşadığım korku dolu bir bekleyiş var. O haberi duymak istemesem de, o haberin geleceğini bilerek, kulağım-gözüm haber bültenlerinde bekliyordum. Bekliyordum diyorum, çünkü “o haber” ne yazık ki 1 Nisan’da ajanslara düştü: “Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde serinlemek için sulama havuzuna giren bir ilköğretim öğrencisi boğularak hayatını kaybetti” haberi yüreğimize hançer gibi saplandı. Kötü bir şaka olmasını dilerdim, ama değildi, tamamen gerçekti ve henüz daha nisan başıydı. Her sene yüreğim titreyerek, içim yanarak okuyorum boğulma haberlerini. Genellikle gencecik bedenleri, çoluk çocuk, yaşlı genç onlarca insanımızı toprağa veriyoruz. Ne yazık ki bu sene havaların erken ısınması ile bu haberler de erken gelmeye başladı. “İşte yine başladık” dedim içimden ve gitmek istedim… Baharın sevinci ile değil, acının dehşeti ile gitmek istedim… Duymamak, görmemek için… Sonra… Sonra içimde yine aynı isyan duygusu, “burası bizim ülkemiz, bu insanlar bizim insanlarımız, bu gidişi de yine biz değiştireceğiz” dedim kendime. Şöyle bir alt alta sıralayınca; bu sene her şeyin bir önceki seneden daha kötü olacağını fark ettim.

9 Nisan2009: Uşak'ın Ulubey ilçesine bağlı Hanyeri Köyü yakınlarında gölete düşen eşini kurtarmaya çalışırken boğulma tehlikesi atlatan şahıs hastaneye kaldırılırken, eşi hayatını kaybetti. Onları kurtarmak için gölete atlayan biri ise kayboldu.

04 Mayıs 2009: Batman’da 1, Siirt’te 2 kişi olmak üzere toplam 3 kişinin boğularak öldü.

06 Mayıs 2009: Malatya'nın Akçadağ Yağmurlu Köyü'nde 25 yaşındaki şahıs, Hanımınçiftliği'nde ise 3 yaşındaki çocuk sulama kanalına düşerek boğuldular.

07 Mayıs 2009: Gençler yan yana toprağa verildi. Gaziantep’in Araban ilçesine bağlı Elif beldesinde, Adem Kırmızıoğlan (23) ile arkadaşı Yusuf Kanoğulları (22), kardeşleriyle birlikte balık tutmak için beldenin 3 kilometre uzağındaki Fırat Nehri'ne gitmiş, balık tutmak için ağ atarken nehre düşen Adem Kırmızıoğlan ile onu kurtarmak için nehre giren Yusuf Kanoğulları boğulmuştu.

09 Mayıs 2009: Esenyurt'ta, 3 arkadaşıyla birlikte İSKİ'nin açtığı iddia edilen ve daha sonra yağmur suyu ile dolan gölete giren ilköğretim öğrencisi Yunus Emre Kelek (15) boğuldu.

12 Mayıs 2009: Şırnak'ın Cizre ilçesinde serinlemek için girdiği Dicle Nehri'nde akıntıya kapılarak kaybolan üniversite öğrencisinin cansız bedeni Suriye'de bulundu.

18 Mayıs 2009: Bursa'da dereye düşen bir çocuk boğularak hayatını kaybetti. Mersin'de ise Berdan Irmağı’ndaki şelalede akıntıya kapılan bir gencin cesedine ulaşıldı.

 

Şimdiden 13 can kaybettik… Daha yazın başındayız. İnsanlarımız henüz hafta sonları kumsallara, plajlara koşmuyor. Fazla söze hacet yok. Sözüm ona üç tarafımız 4 denizle çevrili. Irmaklarımızı, göllerimizi saymıyorum. 27 ilimizin denize kıyısı var. Bu manzara karşısında, derhal bir şeyler yapılmalı duygusu yaşıyorsunuz. Öncelikle, her zaman belirttiğimiz gibi “deniz ve denizcilik” bir devlet politikası olarak benimsenmeli. Bu sadece Ulaştırma Bakanlığımız ve Denizcilik Müsteşarlığımızın çabaları ve yaptıkları çalışmalarla olmaz. Bütün devlet birimlerinin, yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin el ele verip ciddi bir çalışma başlatmaları gerekiyor. Bu noktada yerel yönetimlere de büyük görev düşüyor. Yüzme kursları ve yüzme havuzları açarak, yüzme eğitimleri vererek bu eksikliğimizi gidermek için çalışmalıyız. AB ülkelerinde nasıl çocuklar ilkokul diplomalarından önce yüzme sertifikaları alıyorlarsa, Türkiye de bunu başarabilir. İnsanımızı denizle, suyla, bilinçli bir eğitimden sonra buluşturmak; hepimizin hem geçmişimize, hem de geleceğimize borcumuzdur. Deniz ve su bir kültürdür. Bu kültürü ilköğretim çağlarından itibaren çocuklarımıza aşılamalıyız. Bu sadece yüzme öğretmekle olacak bir şey de değil. “Yüzme bilmiyorsan denize girmeyeceksin, serinlemek için bile olsa”, “Bir deniz aracına mesela kayığa biniyorsan ya yüzme bileceksin ya da can yeleği takacaksın”, “Bana bir şey olmaz” cümlesini aklından çıkaracaksın, “Bilmediğin gölet, göl gibi sulara, yüzme biliyorsan bile tek başına girmeyeceksin”, “ilkyardım kurallarını öğreneceksin”, “kumsallarda, plajlarda güvenlik şeridinin dışına çıkmayacaksın”, “denizde ayağına kramp girdiğinde ne yapman gerektiğini bileceksin”, “hız yapan deniz araçlarını insanlardan uzak bölgelerde kullanacaksın” gibi basit, ama hayat kurtaran birçok kuralı herkesin kafasına kazımalıyız.

İşte bütün bu söylediklerim, bahsettiğim deniz kültürü olgusunun içinde var. Önemli olan bu kültürü çocuklarımıza aşılamamızdır. Aksi takdirde her sene artan ve yaz aylarının olmazsa olmaz haberleri arasına giren boğulma vakaları, artarak devam edecek. Yürekleri yakan, ocakları söndüren, hepimizin yüreğini kanatan ölümleri durdurmanın yolunu hep birlikte bulmak zorundayız. 21. Yüzyılda bu ayıbımızı toplum olarak örtmenin yolu, herkesin elini taşın altına koymasından geçiyor. Bu konu ile ilgili her türlü yorum, öneri ve desteğinizi bekliyorum.

Önümüzdeki sene bahar geldiğinde acının dehşeti ile değil, sadece baharın sevinci ile gitmeyi düşlemek dileğiyle…

Not: Yazıyı bitirip Ajanslara baktığımda, ne yazık ki yurdun değişik bölgelerinde 5 kişinin daha boğularak öldüğünü, 2 çocuğunda arandığını öğrendim. Bugün 5 ocağa daha ateş düştü... Fazla söze hacet yok.