4 Nisan 1953’te yaşanan kazanın ardından denizaltıyı kurtarmak için büyük çaba harcayan derin su dalgıçlarından olan emekli deniz astsubayı Yılmaz Süsen Dumlupınar’ın her yıldönümünde elinde tuttuğu halatın kopma anını ve çaresizliğini üzüntüyle hatırladığını belirtiyor. Kaza ile ilgili Türkiye ve İsveç’te araştırmalar yapan Prof. Dr. Bülent Çaplı ise, Türk Deniz Kuvvetleri’ne bağlı 13 geminin katıldığı kurtarma çalışmalarının, toplam 11 dalış yapılmasına karşın, bölgedeki şiddetli akıntılar nedeniyle başarısız olduğunu açıklıyor.
Türk Denizaltıcılık Tarihi’nin en büyük faciasında Dumlupınar denizaltısı 4 Nisan 1953’te İsveç bandıralı Naboland adlı gemiyle çarpışmıştı. 81 denizcimizle birlikte Çanakkale’nin Nara Burnu açıklarında 85 metre derinliğe gömülen Dumlupınar’dan güvertesinde görev yapan sadece 5 kişi kurtulmuştu. Dumlupınar’ın yüzeye gönderdiği “Battı Şamandırası” ise Çanakkale Boğazı’nın şiddetli akıntısı nedeniyle koparken, denizaltıyla iletişim kesildiği için kurtarma çalışmaları başarısız sonuçlanmıştı. Faciayı her yıldönümünde üzüntüyle hatırlayanlardan biri olan emekli deniz astsubayı Yılmaz Süsen, Dumlupınar’ı 85 metreden kurtarmak için yaptıkları çalışmaların sonuçsuz kalmasının burukluğunu yaşıyor. O tarihte TCG Kurtaran gemisindeki derin su dalgıçlarından olan Yılmaz Süsen, Dumlupınar’ı kurtarmak için yaptığı dalışta elinde tuttuğu halatın şiddetli akıntı nedeniyle kopma anını ömrü boyunca unutamayacağını söylüyor.
Şamandıra koptu umutlar bitti
Derin su dalgıcı Yılmaz Süsen, kurtarma çalışmalarının henüz başında denizaltının yüzeye gönderdiği şamandıranın kopmasının ilk şanssızlık olduğunu belirtti. Süsen, “Her yıl Pendik kıyılarında denizaltı kurtarma tatbikatı yapardık. Fakat hiç derin suda ve nehir gibi akan boğaz sularında tatbikat yapmadık. Dumlupınar için sırayla iniyorduk bende helyum ve oksijen karışımıyla indim. 40 metreye geldiğimde boğazın güçlü akıntısı elimdeki halatı koparttı. Halat elimden çıkarken Dumlupınar’da benden yardım bekleyen arkadaşlarımı düşündüm. Elimde tuttuğum sıradan bir çelik halat değil, cesurca bekleyen askerlerimizi hayata bağlayacak tek kurtarıcıydı” dedi.
Efsane komutan Vedat Dora ‘Dora Asansörünü’ geliştirdi
Yılmaz Süsen, kaza tarihinde pasif görevde olan Albay Vedat Dora’nın kurtarma çalışmalarını yürütsemesiyle facianın daha hafif atlatılacağınıda iddia etti. Süsen, “ Tüm kurtarma dalgıçlarının çok sevdiği Vedat Dora o tarihte Derince’de geri görevdeydi. Dumlu için geldiğinde çok geçti çünkü şamandıra kopmuştu. Baba Vedat, ABD’de eğitim alırken tüm meslektaşlarını geride bırakmış çok bilgili ve başarılı bir komutanımızdı. Zamanında çağrılsaydı kurtarma gerçekşebilirdi. Ekim 1958’de Albay Dora’nın geliştirdiği Dora Asansörü ile Dumlupınar’a indim. Valf kapağını alarak gemiye çıktım. Bu kapaktan verilecek basınçlı hava ile Dumlupınar kurtarılabilirdi. Bu çalışmaları keşke daha önce yapabilsekdik” diye konuştu.
İki talihsiz geminin ortak kaderi
Dumlupınar kazası üzerine Türk Deniz Kuvvetleri ve İsveç Devlet Arşivi’nde araştırmalar yaparak bir kitap yazan Prof. Dr. Bülent Çaplı ise, unutulmaya yüz tutmuş bu kazanın uluslararası denizcilik tarihi açısından çok önemli olduğunu söyledi. Prof. Dr. Çaplı, kazaya karışan her iki geminin görev yaptıkları süre boyunca şanssız olarak tanındığını ve garip bir şekilde her ikisinin sonunun benzer bir trajediyle geldiğini belirtiyor. Kazadan yıllar sonra Naboland’ın Nijerya açıklarında makine dairesinde çıkan yangın sonucu battığını açıklıyor. Dumlupınar isminin Türk Deniz Kuvvetleri tarihinde toplam üç denizaltıya verildiğini ve her üç denizaltının da başından talihsiz olaylar geçmesinden sonra bir daha Dumlupınar isminin Denizaltı Filosu’nda kullanılmadığını vurguluyor.
Öte yandan 1953’te ki kazadan kurtulan 5 kişiden sadece 2 astsubay hayatta. En son Tümamiral Hasan Yumuk ‘un 15 Mart’ta hayatını kaybettiği öğrenilirken seyir astsubayı 88 yaşındaki Hüseyin İnkaya, “Şimdi her 4 Nisan'da hem ikinci doğum günümü hemde şehit arkadaşlarımın fedekarlıklarını hatırlıyorum” dedi.
Milliyet- Gökhan Karakaş