Burası bir akvaryumdan ziyade açık bir deniz müzesi gibi. Bu akvaryumda gerçek harita üzerinde dolaşıyorsunuz. Karadeniz’den başlayıp Marmara, Akdeniz, Atlas Okyanusu, Büyük Okyanus, Kızıldeniz ve Yağmur Ormanları’nda son bulan tematik konseptte dünyanın en ücra köşesindeki denizler ve o denizlerde yaşayan canlı türleri akriliğin ötesinden size gülümsüyor. Dünyanın en büyük tematik akvaryumu olan İstanbul Akvaryum’a yapacağınız ziyarette birbirinden muhteşem kara ve deniz canlıları ile tanışıyor; arka planda coğrafik bölgelere ait her türlü bilgiyi öğrenebiliyorsunuz. İstanbul Akvaryum’un Genel Müdürü M. Sami Milli ve Genel Koordinatörü Dilek Çapanoğlu ile yaptığımız röportajda akvaryumun kuruluşundan bugüne kadarki gelişimini ve akvaryumda bir günün nasıl yaşandığını konuştuk.
İstanbul Akvaryum’un kurulması fikri nasıl doğdu?
D. Ç. : Akvaryumun planlanması sürecinde insanların hem kültürel anlamda sualtı dünyası ile ilgili bilgi edinebilecekleri hem de eğlenecekleri bir konsept belirlenerek yola çıkıldı. Türkiye’de şu anda farklı illerde akvaryumlar hizmete girmeye başladı, ama bu akvaryumlardan ayrıştığımız nokta su hacmi büyüklüğümüz ve tematik bir akvaryum olmamızdır. Tematik dememizin sebebi gezi alanlarımızın Türkiye ve dünyada ki coğrafik bölgelerin özelliklerine göre dekore edilmesidir.
M. S. M. : Aslında projenin başlaması birkaç yıl öncesine dayanıyor fakat bazı olumsuz şartlardan ötürü hayata geçme süreci uzadı. İstanbul Akvaryum’un resmi açılışı 25 Haziran 2011’de yapıldı.
Akvaryumda bir deniz konsepti var ve bir anlamda dünya denizleri burada yeniden oluşturulmuş. Bu konsepti nasıl planladınız?
D. Ç.: Projeye başladığımızda birçok akvaryuma gittik, gezdik, gördük ne yapmışlar diye... Genellikle kendi coğrafi bölgelerindeki deniz canlılarını sergiliyor diğer akvaryumlar. Biz uluslararası bir yapı oluşturduk burada. Kendi denizlerimizden yola çıktık, daha sonra dünya denizlerine açıldık. Konsantre bir dünya haritamız var burada. En keyifli yanı da bu aslında… Yani sadece kendi sularımızda yaşayan canlıları değil, onlarla birlikte dünyada yaşayan canlıları da sergiliyoruz. Mesela, insanlar buradan kalkıyorlar Maldivler’e, Endonezya’ya gidiyorlar. Balık deniz kültürünü, balıklarla birlikte yüzmeyi çok seven insanlar var, ama görebildikleri canlı türleri sadece o bölgeye has canlılar. Burada giriyorsunuz Pasifik Okyanusu’nu da görebiliyorsunuz, Atlantik Okyanusu, Yağmur Ormanları yani Amazonlar’da yaşayan tatlı su balıklarını da görebiliyorsunuz. Çok eğlenceli ve keyifli bir kurgusu var. Birçok yerden esinlenerek yola çıktık ve kendi fikirlerimizi de entegre ederek en sonunda projeyi bu noktaya getirdik.
Akvaryumun tasarımımı kim yaptı? Ünlü bir tasarımcı ile çalıştınız mı?
M. S. M. : Projeyi yabancılardan danışmanlık alarak yaptık. Tabii bu fikir aslında İstanbul Akvaryum’un yönetim kadrosuna ait, beraber istişare edildi. Çünkü mimarımız Mike Cox’un buradaki ruhu bilme şansı yoktu. Bugün bir alışveriş merkezi, bir otel veya bir müze yapabiliyorsunuz, ama işin bir hikayesi, kurgusu olmalı. Dolayısıyla yöneticilerle beraber oturup farklı bir şey yapalım diye düşünüldü. Her yerde akvaryum var, balığı herkes görüyor. Burada neyi farklı kılabiliriz, ne yapabiliriz, nasıl insanları çekebiliriz, bu sevgiyi daha fazla nasıl yoğunlaştırabiliriz diye düşünülerek bir tema oluşturuldu. Gerçek bir coğrafik rota üzerinde dolaşıyor insanlar. Bu rota Karadeniz'den başlıyor Yağmur Ormanları'nda son buluyor. Girişte bulunan interaktif coğrafi haritamızdan bu rotayı görüp gezeceğiniz temalı alanlar hakkında ön bilgi edinebiliyorsunuz zaten.
Bu süreçte akvaryumda arka planda nasıl bir çalışma yürütüldü?
D. Ç. : Uluslararası standartlarda 6.500 metrekarelik bir gezi alanımız ve 6.000 metrekarelik de teknik alanımız var. Biz bu teknik altyapıyı oluşturabilmek için çok çalıştık. Yaklaşık 300 civarında uluslararası danışmanla görüştük, danışmanlık hizmeti aldık. Türkiye'de benzeri olmayan bir teknik altyapıya sahibiz ve biz bunu uzun uğraşlar neticesinde burada yarattık.
Bir sürü iş alanı var. Neden akvaryum? Biraz riskli bir yatırım değil mi?
M. S. M. : Tabii ki çok riskli bir yatırım. Parasal anlamda baktığınızda hani bu fizibilitelerde 10 yılda geri dönüşünü sağlayacak diye bir şey yok burada. Bu tamamen bir sevda işi, gönül işi, burayı hakikaten ortaya çıkarıp bununla övünme işi. Başka bir şey değil. Asıl yönetimdeki insanların burada büyük emeği var. Teknik anlamda da buradaki arkadaşlar layıkıyla her şeyi yerine getirdiler. Büyük bir teknoloji transferi gerçekleştirdik, dünyada insanların aslında hayret ettiği ve siz bunu yapamazsınız dediği şeyler yapıldı burada. Uluslararası Danışmanlarımıza, Türkiye’de oluşturduğumuz ekip çok iyi ayak uydurdu. İki yıldır sistemimiz düzgün bir şekilde işliyor. Sektördeki benzer yatırımcıların fikir danıştığı, örnek aldığı bir rol model haline geldik.
D. Ç. : Biraz çılgınca bir iş. Sami Bey’in dediği gibi olayın yapıp bitirdikten sonra bir de işletme süreci var. İşletme sürecinde sıfırdan ekip kuruyorsunuz. Biz burada su ürünleri mühendislerine, biyologlara çok ciddi bir iş imkanı sağlıyoruz.
Toplam kaç personeliniz var?
D. Ç. : Şu an akvaryum bünyesinde taşeronlar da dahil olmak üzere 250’ye yakın çalışanımız var.
M. S. M. : İşin ekonomisine baktığınızda, biz burasını mesela bir alışveriş merkezi gibi düşünüp, şu kadar para koyalım, şu kadar zaman sonra da paramızı geri alırız diye hesaplayarak kurmadık. Bu bir sosyal proje... O yüzden hakikaten ekipteki insanların bu işe inanması, gönül vermesi gerekiyor. Bir şeyi sevmeden yapmak mümkün değil. İnsanların da aslında akvaryumu, deniz canlılarını sevmesini istiyoruz. Diyoruz ki, doğayı sevmeniz için tanımanız gerekir. Tanımadığınız bir şeyi sevebilir misiniz? Önceden insanlar büyük akvaryumlar görebilmek için yurt dışına gidiyorlardı. Şimdi uzaklara gitmeye gerek kalmadı. Bir de sualtı dünyasının takipçileri var dünyada. Akvaryum dediğiniz zaman, dünyada beş ülkede görmüş olsa dahi diyor ki, gidip göreyim, gördüklerimden farklı nasıl bir şey yapmışlar diye merak edip geliyorlar. Gerçekten çok takdir ediyorlar. Çeşitli yerlerden kurumuza layık görülen ödüllerimiz var. Hayal kurarak çıktığımız bu yolda , ilerlediğimiz her adımda bu heyecanı hep beraber yaşadık. Geri dönüp baktığımızda gerçekten çok güzel bir eser çıktı ortaya.
İnsanlar niçin İstanbul Akvaryum’a gelmeli? Sizi çekici kılan taraflar nelerdir?
D. Ç. : Herkes yurtdışına çıkıp, dünyayı gezebilecek bir imkana sahip değil. Biz öncelikle insanların ufuklarının genişleyebileceği bir yer düzenledik. Burasını spesifik bir kitleyi hedefleyerek yapmadık, bu dünyayı keşfetmek isteyen herkes için yaptık. İnsanların akvaryumlara karşı duyarlı olmaları gerektiğine inanıyoruz. Çünkü biz burada canlıları sergilerken, balıklarla buradaki canlılarla insanlar arasında bir etkileşim yaşanıyor. İnsanların çocuklarına hayvan ve doğa sevgisini aşılamaları için buraya gelmeleri lazım. Akvaryumda sadece gezelim, görelim tadında değil, sosyal bir fayda yaratabilmek için de burayı ziyaret etmeleri gerekiyor. Burada nadir türleri, koruma altında olan canlı türlerini de görebiliyorlar.
M. S. M. : İnsanların birbirlerinin kulağına fısıldadığı, söylediği mutlaka gidip görmeniz gereken bir yer burası. Onlarca sebep var. Bugün Ortadoğu’nun herhangi bir yerine gittiğinizde kulak misafiri oluyorsunuz. Bu sualtı dünyası gizemli bir konu, merak dünyası. Suyun üzerini görüyoruz ama altında nasıl bir habitat var bilmiyoruz. Göz hizasında insanlara göstermek, o bilgileri aktarmak. Coğrafi, kültürel bilgileri vermek, Yağmur Ormanları'nı görmek bunların hepsi bir sebep akvaryuma gelmek için.
Diğer akvaryumlardan farkınız nedir?
D. Ç. : Şu an İstanbul’da bizim dışımızda bir tane daha akvaryum var. Ankara’da ve Antalya'da da birer tane var. Bursa’da yeni bir yer açıldı ama çok küçük. Eskişehir’de bir hayvanat bahçesinin içinde de küçük bir akvaryum var. Bizim diğer akvaryumlardan önemli bir farkımız canlı bir Yağmur Ormanı’nın olması. Biz Yağmur Ormanı’nındaki tüm bitkileri Kostarika’dan getirttik. Hepsi Kostarika faunasına ait olan türler ve o türleri yaşatmak için de çok özel bir teknik altyapıyla beraber bir sistem kurduk. Yağmurlamasını yapıyoruz. Habitatına uygun ortamı yaratmak için bu alanda çok yoğun bir rutubet oluşturuluyor . İlk geldiğinde bitkilerin üzerinde tek bir yaprak dahi yoktu. Çok meşakkatli bir iş, çünkü canlıyla uğraşıyorsunuz. Ekibinizin çok duyarlı ve özverili olması lazım. Teknik bilginin yanı sıra bu işi sevmesi de lazım. Yağmur Ormanımız, bizi diğer akvaryumlardan ayıran en önemli özelliklerimizden biri. Bir de bu alanda Amazon nehrinde yaşayan tatlısu balıklarına ev sahipliği yapıyoruz.
M. S. M. : Doğaya en yakın koşullar var burada. Yani su derecesi, tuz derecesi doğal ortamda ne ise burada da öyle…
Akvaryumda zaman zaman deniz canlıları ile ilgili çeşitli aktiviteler de yapılıyor. Biraz da bunlardan bahsedebilir misiniz?
M. S. M. : Şu anda öne çıkan iki tane aktivite alanımızdan bahsedebiliriz. Aynalı labirent ve yağmur ormanından kaçış temalı Quest Alanı. Bu alanları yeni hizmete soktuk. İlk açıldığımızda yoktu. Aynalı labirentte her yeri aynalarla kaplı olan bir labirent içinde çıkış yolunu arıyorsunuz. Buraya gelenlere interaktif bir eğlence alanı da sunmak istedik. Diğer aktivitemiz ise çevre bilinci yaratmaya yönelik. Yağmur Ormanları’nın önemini anlatan, yağmur ormanlarını kurtarmak için yapılması gerekenleri oyunlar eşliğinde eğlenerek anlatan interaktif bir quest alanımız var.
D. Ç. : Yağmur Ormanları’nın kesimine karşı biraz daha insanları bilgilendirmek amacıyla yaptığımız bir alan orası. Özellikle çocukların Yağmur Ormanları’na karşı duyarlılığını bilinçlerini arttırmak için oradaki türleri tanıtmaya çalışıyoruz. Çiçekleri, ağaçları tanıtıyoruz. Küçük oyunlar var, ama daha çok bilgilendirme amaçlı. Bunun dışında isteyen konuklarımız köpekbalıklarıyla birlikte dalabiliyorlar. Ama sadece brövesi olan konuklarımızın dalmasına izin veriliyor. Biz bu konuda dünyadaki diğer akvaryumlar gibi güvenliğe çok önem veriyoruz. Yine küçük bir açık tankımız var. Orada elinizle deniz kestanesine, anemona dokunabiliyorsunuz, tabii yine bir rehber eşliğinde. Normalde köpekbalığı beslememiz var, orada dalgıçlarımız ana tankın içine giriyorlar ve köpekbalıklarını çubukla besliyorlar, onu izleyebiliyorsunuz. Yağmur Ormanları’nda timsahların beslenmesini yakından görüyorsunuz. Ayrıca çok uzun zamandır büyük bir istekle beklediğimiz bir şey vardı. Şimdi onu gerçekleştiriyoruz. Bizim yüzümüzü güldüren bir gelişme.
Biraz da akvaryumdaki canlı koleksiyonlarının beslenmesi konusunda bilgi verebilir misiniz?
D. Ç. : Köpekbalığına verdiğiniz besini deniz atına veremezsiniz, onu sindiremez. Yurtdışından canlı besin getirme olayı Türkiye’de çok zor. Birçok mevzuattaki konulara takılıp kalıyorsunuz. Şu anda yurt içinden taze balık temin ediyoruz ve onları donduruyoruz. Daha sonra çözülerek onlarla besliyoruz. Karides, midye gibi aklınıza gelebilecek her şey var. Denizatı gibi canlıları beslemek için artenya kullanıyoruz. Onlar çok küçük canlılar, planktonlarla beslenen canlılar var. Timsahları tavukla besliyoruz. İçeride kurbağalarımız var, onları beslemek için böcek üretiyoruz. Anakondayı beslemek için fare üretiyoruz. Canlı fare yiyor. Çünkü anakondanın bir avlanma isteği var. İlla canlı olacak ve onu yakalayacak. O içgüdüsünü tatmin edecek.
En önemli faktör su kalitesi. Sudaki parametreleri birebir canlıların doğal ortamındaki parametrelere getirmek ve bunu sabit tutmak zorundasınız. Oluşabilecek en küçük bir değişiklik bile canlıları strese sokuyor. Depresyona giriyorlar. Diyelim ki, su sıcaklığı 25 olan bir bölgede su sıcaklığı aniden 23’e inerse o canlı üzerinde stres dolayısıyla oluşan bir hastalık meydana geliyor. O yüzden sistemi kurduktan sonra onu sabit bir şekilde tutmamız gerekiyor. 15 bin bebeğimiz var burada. Onları besliyor, büyütüyoruz.
Üreme yoluyla canlı koleksiyonlarının türlerinin artması söz konusu oluyor mu?
D. S. : Tür olarak artan balıklarımız var. Ama bunlar daha çok kıkırdaklı olan, yani köpekbalığı ailesinden gelen balıkların üremesi akvaryumlarda daha kolay. Diğer tropikal balıkların üremesi ise zor. Çünkü onların üreme için normalden daha fazla bir derinliğe ihtiyacı var. Ama kıkırdaklı balıklardan yavrularımız oldu. Kemane köpekbalığımız bir batımda 14 tane yavru yaptı. Şimdi onları büyütüp yurtdışına transfer etmeyi düşünüyoruz. İsteyenler var. Mesela, Barcelona’daki akvaryuma gönderebiliriz. Vatoslarımız da doğdu. 4-5 tane yavru vatosumuz, Bengai kardinal balıklarımız var. Sadece Bengai’de yaşayabilen endemik türler. Biz onları burada üretmeyi başardık. Teknik ekibimiz yumurta alıp, burada karantinada üretimlerini sağladı ve bebeklerimiz büyüdü. Minyatür köpekbalıklarını da ürettik. Biz burada kıkırdaklı canlılardan yavru almaya alışığız ama Bengai Kardinal Balığı’ndan alınca daha ayrı sevindik. Bunu üretmek için dünyadaki diğer akvaryumlarda çok uğraşıyorlar. O konuda çok övgü aldık. Bize diğer akvaryumlardan nasıl ürettiğimiz konusunda sorular geldi. Ayrıca Dünya Akvaryumlar ve Hayvanat Bahçeleri Birliği (WAZA) üyesiyiz. Bir de Avrupa'da bunun benzeri bir kuruluş var. Oraya üyeliğimiz konusunda çalışmalarımız devam ediyor.
Geçen iki yıl içerisinde deniz kültürünün gelişmesi anlamında bir yol alındığını söyleyebilir miyiz? Gözleminiz nedir?
D. Ç. : Gelişme kesinlikle var. İlk açıldığımız döneme göre şu anda insanlar çocuklarıyla gelip akvaryumda daha uzun süre geçirmeye başladılar. Gelen ziyaretçi sayısında da yüzde 50’ye yakın bir artış var. Ayrıca insanların buraya karşı olan isteklerinin de arttığını görüyoruz.
Sizler denizle ilgili misiniz yoksa bu iş vesilesiyle mi denizle bağlantınız oldu?
D. Ç. : Ben denizi çok seven biriyim, ama iş vasıtasıyla bu kadar içine girmiş oldum. İnsanüstü performansla çok emek verdik. Hiçbirimiz de akvaryum profesörü değiliz.
M. S. M. : Kesinlikle katılıyorum. İşin başından beri burada olduğumuz için hem yapım aşamasında, hem de işletme aşamasında her şeyin içinde olduk. Denizi seviyorum, ve bu iş vasıtasıyla çok gezdik, dünyadaki diğer akvaryumları da gördük. Akvaryumların arka planları ve işletmeciliğini inceledik. O heyecanı baştan beri yaşadık. Şimdi geri dönüp baktığımızda insanların hayata geçirebileceğimize inanmadığı bu büyük projenin başarıyla faaliyete geçmiş olmasından ötürü ekip olarak mutlu ve guruluyuz. Gerçekten büyük işler başarılmış.
Her gün aynı şeyler tekrar yapılıyor. Burada sürdürülebilirlik çok önemli değil mi?
D. Ç. : Burada her gün gün doğuyor, gece oluyor. Biz burada doğal şartları suni bir ortamda yakalamaya çalıştığımız için geceyi ve gündüzü de biz ayarlıyoruz. Zaman bizim elimizde. Balıkların ve diğer canlılarının gündüzlerini ve gecelerini biz yaratıyoruz ve o sirkülasyonu bir dakika bile oynamadan sürekli otomatik bir şekilde devam ettirmek zorundayız. Hep aynı saatte beslenmelerini yapıyoruz. Burada bizim kurduğumuz bir hayat var ve her zaman tetikteyiz. Bu arada suyumuzu da kendimiz üretiyoruz. Şebeke suyunu saflaştırıyor, daha sonra yine yurtdışından ithal ettiğimiz özel bir deniz tuzunu belirli oranlarda karıştırıp salamura yapıyoruz. 6 farklı sistemimiz var, ona göre suyu içeriye şarj ediyoruz. Ege, Okyanus, Pasifik, Yağmur Ormanları gibi her biri için ayrı ayrı tuz değerleri var. Tatlı su balığı için ayrı bir oran var.
M. S. M. : Burasını bırakıp gidemiyorsunuz. Burada gece nöbet tutan arkadaşlar var, laboratuardaki su değerlerine sürekli bakan görevliler hep buradalar.
Deniz kültürünün geliştirilmesi için önemli bir hizmet veriyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
M. S. M. : Bu konuda yaptığımız projeler var. TURMEPA ile birlikte gerçekleştirdiğimiz deniz kirlenmesin projemiz vardı. Denizi hiç bilmeyen insanlara bu dünya en iyi burada anlatılabilir. Denizin altında böyle bir yaşam var, kirletirseniz buradaki balıklar, canlı organizma yok olacaktır diye. TURMEPA buraya çok önem verdi. Aslında buraya herkesin sahip çıkması gerekiyor. Dilek Hanım başta söyledi; Avrupa’da, Amerika’da en çok eğitim amaçlı kullanılıyor akvaryumlar. Çocuklar buraya geliyor, dokunabiliyor, balığı öğrenebiliyorlar. Bir de su ürünleri mühendislerinin buraya gelip staj yapma imkanı oldu. Bizim küratörlük ekibinde bir balığın organizmasını veya nasıl yaşaması gerektiğini, su sıcaklığının ne olması gerektiğini A’dan Z’ye görme imkanı var. Gelip burada staj yapıyorlar.
D. Ç. : Evet. Çok stajyer alıyoruz. Türkiye’nin birçok yerinden su ürünleri fakülteleri ve biyologlardan staj yapmak için gelenler var. Ayrıca okullarla sosyal sorumluluk projeleri de yapıyoruz. En son Van’dan gelen çocuklar oldu. 23 Nisan’da Mardin’de daha önce hiç deniz görmemiş çocuklar, görmeden yaptıkları canlıların resimleriyle yarışmaya katıldılar. Bizim için aslında en keyifli olan tarafı, görmeden yaptıkları tropikal balıkları buraya gelip görme şanslarının olmasıydı. Bizi çok heyecanlandırmıştı projenin o noktası. Genel olarak ana sınıfından itibaren okullar buraya gelmeyi çok seviyor ve istiyorlar. Önümüzdeki yıl okullara yönelik eğitim zemininde biraz daha farklı etkinlikler yapmayı düşünüyoruz. İlkokuldaki bir müfredatta balıklarla ilgili çok detay bilgi verilmiyor. Biz burada canlılarla ilgili bilgileri vereceğiz. Bir derslerini burada yapmış gibi olacaklar. Ya da öğretmenlerine verdiğimiz bir eğitim kiti olacak. Buraya geldiklerinde deniz canlılarıyla ilgili daha fazla bilgi sahibi olacaklar. Müfredatı taradık, onların yaş seviyelerine göre değişik üç, dört tane kit oluşturup, o bilgileri onlara vermeyi düşünüyoruz.
M. S. M. : En iyi eğitim görseldir, gördüğünüz şeydir. Kitabi bilgi bir yere kadar etkili. Türkiye'nin böyle tesislere gerçekten ihtiyacı var. Aslında devletin sahip çıkması gereken bir konu bu...
Peki devlet destek veriyor mu?
D. Ç. : Hayır. Tamamen özel yatırımcı konumundayız.
M. S. M. : Devletin sahip çıkması gereken bir konu bu. Öğrencilerle entegre yapılabilecek o kadar çok şey var ki. Bizde küresel ısınma bölümü var, orada gerçek buz var. Küresel ısınma projeksiyonunda eğer bu konuya önem vermezsek, Türkiye'nin 50 yıl sonra dünya haritasında geldiği noktayı görebiliyorsunuz. O yüzden tematik akvaryum. Gelin, Marmara’yı Çanakkale’yi bu tematik alanlarımızda anlatın ders olarak mesela.
Ziyaretçi profiliniz hakkında da bilgi verebilir misiniz?
D. Ç. : Biz hafta içi daha çok okullarla yoğun oluyoruz. Hafta sonu bireysel girişlerimiz daha fazla oluyor.
Yaz döneminde turist yoğunluğumuz da çok artıyor. Turistler inanılmaz ilgi gösteriyor.
M. S. M. : Kültür Bakanlığı ile gerçek Piri Reis Haritası’nın burada sergilenmesi için bir çalışmamız olmuştu, ama sonuca ulaşmadı. Yenikapı’da çıkan batık var, onun replikasını buraya yaptık. Bunu müzede göremezsiniz. Barbaros Hayrettin Paşa'nın balmumu heykeli var, onunla ilgili tarihi bilgileri alabiliyorsunuz. Biz salt akvaryum, sadece deniz canlılarını görebileceğiniz bir mekan değiliz, o alanla ilgili tüm bilgileri alabiliyorsunuz. Bir anlamda açık müzeyiz. Burasının bir hikayesi, bir yüzü var. Dünyadaki ve Türkiye’deki tüm alanlardan geçiyorsunuz. Marmara’daki suyun sıcaklığı, Marmara’da yaşayan balık ne ise onu görebiliyorsunuz. Daha çok sahip çıkılması gereken bir şey. Okullarla entegre edilecek şeyler var, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yapabileceği şeyler var ve bu yapı burada hazır.
Buradan okuyucularımıza vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
M. S. M. : Burası 7’den 70’e herkesin mutlaka gelip görmesi, gezmesi, zaman geçirmesi gereken bir yer. Biz bunu ticari anlamda söylemiyoruz. Mutlaka bir ailenin çocuklarıyla birlikte burasını ziyaret etmesi gerekir. İstanbul’da gezilmesi, görülmesi gereken önemli yerlerden biri olarak görüyoruz İstanbul Akvaryum’u... İçerisinde aktivitesi azalmayan, kendini yenileyen bir yer. Dünyanın öbür ucuna gidip de akvaryum göreyim demeye gerek yok. Herkesin yanı başında olan bir yapı.
virahaber.com