"Yarın Denizcilik Bayramı “1 Temmuz”. Bugün denizcilik bayramının arefe günü. Yarın sabah kalktığınız zaman ilk işiniz ne olacak sevgili denizciler? Bayram gününün ilk işi ne olacak? Ne hatırlanacak? Neresi ziyaret edilecek? Her 10 Kasım sabahı yolunuz Anıtkabir’e düşüyor. Her Ramazan Bayramı’nın sabahında yakınlarınızı kabristanlarda ziyaret ediyorsunuz.
Peki, Denizcilik Bayramı’nda sabahleyin yapılacak ilk işimiz yok mu? Ölenleri yâd ettiğiniz bayram sabahlarının hüznünü denizcilik bayramında duyanımız var mı? Bayramı kutlamadan önce, şu soluk alıp verdiğimiz, yosun kokusunu ciğerlerimize doldurduğumuz, gözlerimizin mahmurluğunu maviyle yıkadığımız anda bu bayramı bizimle yaşamayanları anmak denizciliğimizin geleneği olmalı. Yalnız yitirdiğimiz büyük deniz insanlarını anmaktan söz etmiyorum. Gerçekte içinde vefa duygusu olan her denizci Çaka Bey, Piri Reis, Barbaros Hayrettin Paşa, Ata Nutku, Ziya Kalkavan, Hacı İsmail Kaptanoğlu, Haluk Cecan, Lütfü Berk kaptanları mezarları başında her ölüm yıldönümlerinde anıyor zaten.
Benim dediğim biraz başka bir şey? Tekneleriyle birlikte savaşta ve barışta mavi suların derinliklerine gömülenlerden söz ediyorum. Süvarileri, tayfaları, yolcuları ile birlikte? Kaptan köşkünden son defa havayı soluyanları. Son defa küpeştede selama duranları. Son defa lumbozda bir balıkla göz göze gelenleri? Gittikçe soğuyan tuzlu suyla ürperen ve zifiri karanlığa göz yumanları? Ertuğrul Gemisi’nin mürettebatını? Dumlupınar Denizaltısının 81 şehidini?
Yalnız bizimkileri mi? Değil! Deniz sınır tanımaz. Dilerseniz yarın sabahleyin uyandığımızda 1945 yılında Baltık sularına gömülen Gustloff, Goya ve Seuben gemilerini de derin bir huşu ve saygıyla analım. Gustloff gemisinde 9343, Goya’da 6800 ve Seuben’de 3600 insan can vermişti. Deniz hem hayattır, hem de üzerinde hiç bir ismin yazmadığı, taşsız, lahitsiz saydam bir mezar? Ondandır ki, ben ne zaman bir deniz kıyısından sulara baksam kendimi derinliklerde yatan denizcilerin ruhlarıyla gizli bir söyleşi içinde bulurum. Ve bir tümsek altındaki ruhun azabıyla, engin denizlerdeki ruhun dinginliğini karşılaştırmadan edemem.
İçimden, denize gömün beni diye geçirdiğim olur. Kabir zindanından kurtulmuş firari ölülerdir denize gömülen denizciler! Tutsak değil, özgür ölüler! Yarın sabah erkenden ilk işim bir deniz kıyısına gitmek, bir avuç tuzlu suyla yüzümü yıkamak, ufka doğru bir lahza bakmak ve bu uçsuz bucaksız deniz kabristanında yüzenler için iyi dileklerde bulunmak olacak! Sonra..?
Sonra hüzünden bayrama doğru geçiş başlayacak? Beşiktaş’ta, Barbaros Anıtı önünde kutlamalara katılanlarla bayramı yaşayacağız. Denizci denizciyle kucaklaşacak. Deniz kurtları sert rüzgârların ve tuzlu suların derin izlerini taşıyan görmüş-geçirmiş vakarlarıyla anılarına dalacak. Acılı ve sevinçli anılar bir deniz fenerinin çakıp sönen ışığı gibi yüzlerini yalayıp geçecek. Sonra birisinin yüzünde muzip bir gülümseme belirecek. Bir diğeri, ona göz kırpacak. Uzak limanlarda masum ve küçük kaçamakların herkese malum olmuş sırlarıyla yüzler aydınlanacak.
İster asker, ister sivil, genç denizciler bu yaşlı deniz kurtlarının yanında benzer serüvenleri yaşamak için sabırsız halleriyle birbirlerine bakacak? Ve kadınlar? Gidenin ardından mendil sallamaya alışkın kadınlar. Ufuk kararınca, deniz çırpınmaya başlayınca, rüzgâr önce hafiften sonra şiddetlenerek suları bir halı gibi dürüp, derken zümrüt kütleler gibi kıyılara vurup paramparça ettikçe gözlerinde merak, dillerinde dua ufka dalan kadınlar? Onlar denizden yedikleri ekmeğin her lokmasına tertemiz gözyaşlarını katmışlardır. Ondandır ki denizcinin ekmeği, denizler gibi tuzludur. Biliyorum. Her 1 Temmuz günü, 1926 yılında ilan edilen Kabotaj Bayramı hakkında yazılan yazılara benzemiyor şu yazdıklarım. Ezberlenmiş tarih bilgilerinin tekrar edildiği alışılmış sözler değil bu yazıdaki sözler. Denizciliğimizin sorunları hakkında da konuşmadım dikkat ederseniz. Şu bayram arefesinde ne AB’nin denizcilikle ilgili müktesebatı, ne DTO’nun ya da UDHB’nın sayılarla dolu raporları, ne Vira Dergisi’nin bitmez tükenmek bilmez toplantıları, ne seçimler ve ne de şu bizi plajlarda bile bezdiren sıcaklar?
Bayram insane içindir. Denizcilik Bayramı da biz insane-denizciler içindir. O halde tepeden tırnağa insani olmalı değil midir? Hüzünle başlamalı, sevinçle sürmeli, çılgınca bitmeli değil midir? 1 Temmuz neden gerçek bir denizcilik bayramı olmasın? Neden bayramda nutuk dinleyelim? Neden resmi törenlerle denizin doğasından uzak salonlarda terleyelim? Gözünüzde şöyle bir canlandırın: Bütün kıyılarımız 1 Temmuz günü bayram yerine dönmüş. Yaşlısı genci, kadını erkeği, çocuğu yetişkini bütün deniz insanları bir araya gelmiş? Şurada deniz şairleri şiirlerini okuyor. Burada en güzel deniz şarkıları söyleniyor. Beride bir deniz-ressamı mavi özgürlüğün resmini çiziyor. Ötede bir deniz-mimarı kumdan düşlerinin evini inşa ediyor. Bir kadın boynuna incileri diziyor. İşte, artık gözünüzde canlanıyor. Bakanlığın bütün bürokratları, DTO Yönetim Kurulu’nun bütün üyeleri, Türk Deniz Kuvvetleri’nin bütün mensupları, Ticaret Filomuzun bütün mürettebatı, amatör denizcileri, dok çalışanları, denizcilik medyasının çalışanları… Hepimiz! Birden küçülmüş, küçülmüşüz de, çocukluğumuza dönmüşüz. Bayram yerindeyiz. Denizde. Kâğıttan kayıklarımızı yüzdürüyoruz!
Bayram dediğin böyle olur. 1 Temmuz bayramınızı en içten duygularla kutlarım değerli okurlar. Deniziniz dingin, ruhunuz fırtınalı olsun, tekneleriniz bereketle dolsun!
Hakkı Şen - Deniz Kültürü Derneği Başkanı"
ViraHaber.com