Hem insani bir görev hem de şirket politikası olarak çevrenin sürekli gündemlerinde olduğunu söyleyen DENTUR Avrasya Yönetim Kurulu Başkanı Şenol Morgül ile çevre odaklı çalışmaları ve projelerini konuştuk…
DENTUR Avrasya Grup olarak teknelerde kullandığınız malzemeler, boyalar çevreye duyarlı. Bu konuyu ne zamandır gündeminizde tutuyorsunuz?
DENTUR Avrasya Grup olarak son 6-7 yıldır çevreye duyarlılığımızı hissettirecek bazı önlemler aldık. Bunların başında da gemilerimizde kullandığımız boyalar geliyor. Gemiler uzun süre su üstünde kaldığı için karina bölümlerinde ciddi anlamda kirlenmeler oluyor. Bu kirlenmeler de zaman içerisinde geminin yakıtına yansıyor ve doğaya daha fazla sera gazı salınımına yol açıyor. Bu salınımı engellemek için biosit içermeyen silikon bazlı boyalar kullanmaya başladık. Gemilerimizin sualtı bölümleri daha geç kirlenmesi, yakıt tüketiminin azalmasıyla beraber sera gazı salınımında da ciddi bir azalma oluyor. Boyaların yanı sıra gemilerimizin temizliğinde kullandığımız malzemelerin kanserojen madde içerip içermediği, çevreyi zararı olup olmadığı, denizin ekolojik dengesini bozup bozmadığı ile ilgili olarak Sağlık Bakanlığı’nın Hıfzıssıhha Bölümü’nde analizler yapılıyor. Bu analizlerin sonuçlarına göre minimum oran yüzde 80 olmalı. Bizim kullandığımız deterjanların analizlerinde ise, yüzde 96.4’lük bir oran çıktı. Bu oran çevreye ne kadar duyarlı olduğumuzun küçük bir örneği sadece.
Bu daha maliyetli olmuyor mu?
Maliyetli ama çevrenin bizlere bir emanet olduğunu unutmamalıyız. Biz de onu gelecek nesillere emanet edeceğiz. Eskiden tekne turlarında mesire alanlarında karşılaştığımız manzarayla karşılaşırdık. İnsanlar ellerindeki çöpleri denize atardı ve bu bizim tuhafımıza giderdi. O zamanlarda, çevre kanunları bizi zorlamaya başlamadan iskele terminallerimizde atık bidonları koyarak önlemlerimizi almaya başlamıştık ve tahliyesini de bizzat kendimiz yapardık. Yaptığımız işin de sürekli takipçisiyiz. Şu anda kayıtlarımızda hangi teknemizde ne kadar deterjan, temizlik malzemesi kullanılıyor hepsini biliyoruz. Yani biz oyunu kuralına göre oynuyoruz. İzlediğimiz kalite yönetim sistemi üzerine ciddi emek harcıyoruz. ISO 9001 Belgesi’ni 5-10 bin dolar veren herkes alabiliyor. Ama biz bu belgeyi alabilmek için yöneticilerimizi ve personelimize eğitim veriyoruz.
Katı atık alımları dışında diğer atık çeşitleri için de geliştirdiğiniz bir sistem var mı?
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kontrolünde İstanbul Büyükşehir Belediye’si ile Liman Atık Alım Protokolü imzaladık. Bu protokole göre atıkları katı atıklar, sintine atıkları, yağ atıkları ve kimyasal atıklar olarak dörde ayırıyoruz. Bu atıklar değişik depolama teknikleriyle toplanıyor ve daha sonra belediye ile imzalanan protokol çerçevesinde bertaraf işlemlerini yapıyor.
Denetimler nasıl yapılıyor?
Denetimler belediye tarafından yapıyor ve cezaları çok ağır. Cezaların çok yüksek olduğunu düşündüğümüz için Deniz Ticaret Odası’na da itirazda bulunduk. 50-100-200 TL’lik rakamlar söz konusu. Biz MARPOL 73/78 kapsamında İstanbul Belediyesi’yle her türlü çalışmayı yapıyoruz. Kontrollerimiz hem belediye tarafından, hem de liman tarafından yapılıyor. Gerek çevre kirliliği olarak, gerek gemilerde kullanılan boyalar, gemilerde kullanılan deterjanlar olarak, çevreye ciddi anlamda büyük hassasiyet gösteriyoruz.
Çevre ve Orman Bakanlığı Boğaz’daki gürültünün azaltılması için bir çalışma yaptı. Bu çalışmadan tekneleriniz nasıl etkilendi?
Desibel değerleri Çevre ve Orman Bakanlığı, Denizcilik Müsteşarlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ukdesinde. İstanbul Bölge Müdürlüğü denetlemeler için kendi bünyesinde bir komisyon oluşturuyor. Bu komisyona İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden uzmanlar, Bölge Müdürlüğü’nden uzmanlar ve Deniz Ticaret Odası’nın atayacağı gözlemciler katılıyor. Çevre Gürültü Müdürlüğü’nün personeli gerekli denetlemeleri yapıyor. Yönetmeliğe göre desibel değerleri gündüz 65, akşam 60 ve gece 55 desibel olması gerekiyor. Yapılan değerlendirmeler sonucunda bazı gemilerimiz hariç bütün gemilerimiz bu değerlerin altında çıktı. Yüksek çıkan gemilerimizle ilgili çalışmalarımız devam ediyor.
Sesin yüksekliği tekne büyüklüğüne göre artıyor mu?
Bazı teknelerimizin desibel değerleri yüzde 70’ler civarında. Motor gücüne endeksli olarak bu oran artıyor. Sonuçta bu motorların da bir çalışma sistemi var. Alacağı oksijen ve salacağı sera gazı sıkıştırıldığı zaman özgür çalışma sistemleri bozulmuş olur. Haliyle bizim de bunları düzenlememiz pek kolay olmuyor. Gemilerimiz 2005 yılına kadar SOLAS kurallarıyla yapılıyordu. 2005’ten sonra Klas şartlarına tabi olduk. Böylece teknelerin egzoz emisyon oranları, motor güçlerini, tekne boyu ebatlarını, kullanılan malzemelerin hepsinin klaslı olması gerekiyor. Ama gemilere belli bir desibel oranı koyamıyoruz. Uçakların, trenlerin, kara taşıtlarının desibel değerleri belli. Bu konular düşünülmemiş olsa bile Avrupa’da küçük opsiyonlar tanınmış durumda. İnsanlar otomobillere, motor bisikletlere binip çıkardığı o gürültüden zevk alırken, çevreye ciddi anlamda rahatsızlık veriyor. Bu araçlarla gemilerimizi kıyasladığımız zaman, gemilerimizin verdiği rahatsızlık oranı gerçekten çok düşük.
Sosyal sorumluluk projelerine gerek belediyeyle, gerekse kendi bünyenizde yaptığınız projelerle destek veriyorsunuz. Bu bir şirket politikası mı?
Bu hem bir şirket politikası, hem de severek yaptığımız bir şey. Özürlü vatandaşlarımız, gazilerimiz için geziler düzenleyerek, sivil toplum örgütlerinin taleplerini karşılayarak sosyal sorumluluk projelerine her zaman destek verdik, vermeye de devam edeceğiz. İstanbul yaklaşık olarak 17-18 milyon nüfusa sahip ve bu şehirde hala denizi görmemiş 4-5 milyon insan yaşıyor. Biz belediyenin ve diğer sivil toplum örgütlerinin yaptığı sosyal sorumluluk projelerine destek vererek bu insanları denizlerle buluşturmayı, denizi sevdirmeyi istiyoruz. Bunun bir bölümü ne kadar ticaret gibi görünüyor olsa da bunun ticaret olmayan bölümü de var.
Bu bir bakıma deniz bilincinin, deniz kültürünün oluşması anlamına geliyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette bu çok önemli bir konu. Dünyanın oluşumunu, insanlığın varoluşunu ve medeniyetlerin buluşma noktasını düşündüğümüzde karşımıza hep deniz çıkar. İnsanlar ulaşımı denizle sağlandı ve farklı medeniyetleri tanıdı. Türkiye gibi üç tarafı denizle çevrili, yaklaşık 8500 metre kıyı şeridi olan bir ülke halkının denize yabancı olması hiç hoş değil. Bunu bizim gibi kurumların ve devletin desteğiyle ortadan kaldırmalıyız. İnsanlar İstanbul’da yaşıyorlar ama denizle hiçbir ilişkileri yok. Boğaz Köprüsü’nü sadece televizyondan gören insanlarımız var. Buna çok üzülüyorum. Deniz görmemiş bir Avrupalı gelip Bodrum’da tatil yapıyor, bizim insanımız ise, televizyondan görmekle yetiniyor. İstanbul’da yaşayanların değil, Türkiye’nin denizle kaynaşması, barışması gerekiyor. Tarihimizdeki deniz savaşlarında büyük başarılarımız var. Barbaros’un torunlarıyız. DENTUR Avrasya Grup olarak bu konudaki her türlü desteği ve hassasiyeti gösteriyoruz. Gemilerimiz dalgaya, rüzgara tabi olan hareketli araçlar. Bunun diğer taşıma araçlarından farklı olduğunu, ellerini ceplerine sokarak tekneye binmemelerini insanlarımıza anlatıyoruz. Çünkü elleri ceplerinde iken bir anlamda koruma mekanizmaları saf dışı kalmış oluyor. Denizci ülke olduğumuzu kanıtlamamız için bütün sivil toplum örgütlerinin, Deniz Ticaret Odası’nın yapacağı tanıtımlar ile birlikte devletin vereceği desteklerle tüm Türkiye’nin denizle tanışması gerekiyor.
Vira Dergisi