Zaman Gazetesi yazarı Turan Bozkurt’a göre dünyaya en çok entegre olan denizcilik sektörü, nedense sermaye büyüklükleri ve buna dönük vizyonel yatırımlar anlamında bir türlü gelişemiyor. Sektördeki firmaların güçlerini birleştirmeleri gerektiği üzerinde duran Bozkurt, basınla ilişkilerde de bir kopukluk olduğu görüşünde. “Birlikte tekrar denize dönmemiz, denizi yeniden keşfetmemiz lazım” diyen Turan Bozkurt, bu noktada eğitimin önemini vurguluyor. Turan Bozkurt’a Türkiye’nin ekonomisindeki gidişattan denizcilik sektöründe yaşanan gelişmelere, deniz kültüründen denizlerimize kadar birçok soru yönelttik.
Ekonomik krizle başlayalım. Sizce ikinci bir dip yaşayabilir miyiz?
Özellikle gelişmekte olan ekonomilerdeki toparlanma, dünya ekonomisindeki bu riski tolere etmiş görünüyor. Tabii ki finansal istikrarı henüz sağlayamadık. Amerika’daki belirsizlikler devam ediyor. Amerikan tahvillerine yönelik ilginin azalması nedeniyle piyasadaki likiditeyi yönetmek için Amerikan Merkez Bankası tahvil alacağını açıkladı. Bu durum parasal genişlemenin sürdüğünü, karşılıksız dolar basmaya devam ettiklerini gösteriyor. Yine Avrupa merkez bankalarının da bankacılık kesimine dönük likidite destekleri devam ediyor. Dünya ekonomileri için en büyük risk, kur savaşları. Ülkeler, ihracatta rekabet avantajını kaybettikleri için para birimlerinin aşırı değerlenmesine yönelik tedbirler alıyorlar. Bugüne kadar Avrupa merkez bankaları tarafından alınan tedbirlerin etkilerinin, 2011’den itibaren dünya ticareti ve ortalama büyüme rakamları üzerinde müspet manada katkısı olacağını düşünüyorum. Avrupa’da da, 2011’de bir toparlanma yaşanacağı kanaatindeyim. Bu nedenle ikinci dip senaryolarını doğru bulmuyorum. Dalgalanmalar yine olabilir ama 2008 öncesinde olduğu gibi bir durum olmayacak.
İhracatçıların TL’nin aşırı değerli olduğu ve reel faizlerin yüksek olduğu yönünde sıkıntıları var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin reel faizi aslında tarihinin en düşük seviyelerinde. Bunun artılarını önümüzdeki yılın faiz ödemelerinde göreceğiz. O yüzden Türkiye, bütçe açığını 33 milyara kadar indirmeyi hedefliyor. Bütçe açığındaki iyileşmenin en büyük katkısı da, faiz ödemelerindeki düşüşten gelecek. Şu anda kur meselesi sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın mücadele ettiği bir mesele. Fiyat istikrarını, enflasyon hedefini önünüze koymuşsanız kurlarla ilgili de çok fazla şey yapamıyorsunuz. Türkiye muhtemelen bu dönemde kurların biraz daha gevşek olduğu ve dışarıdan gelen ucuz dövizle birlikte iç piyasanın, iç tüketimin canlandırıldığı bir dönem yaşayacak. Bunun olumlu etkileri olduğu gibi, ihracat gibi pek çok kalem üzerinde de tahribat yaratacak. Ancak doğrudan kura müdahale söz konusu olamaz. Merkez Bankasının elini kolunu bağlayan şey; Türkiye’nin tasarruf açığının bulunması ve dış ticaret özellikle enerji ve emtia konusunda ithalata bağlı olmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin hem içerde yerli enerji ile yenilenebilir enerji kaynaklarını bulup yatırımları hızlandırması lazım ki enerji ithalatı, dolayısıyla döviz kaybı açığı azalsın. Ne olursa olsun biz bu açığa katlanacağız. Önemli olan ihracatın katma değerini artırarak, ihracattan elde edilen gelirin artırılmasıdır. Ayrıca ihracatçının değişen teknolojiye ve değişen dünyaya ayak uyduramama sorunu da var. Talepteki daralmayı aşmak için yeni pazarlar bularak rekabet etmemiz gerekiyor ki, bu da zaman alacak.
Peki değişen dünyaya denizcilik sektörü ayak uydurabiliyor mu?
Aslında dünyaya en çok entegre olan sektör ama nedense sektörün sermaye büyüklükleri ve buna dönük vizyonel yatırımlar bir türlü gelişemiyor. Burada devletin de eksikleri var ama sektörün vizyonundaki eksiklikler ön sırada. Nasıl oluyorsa işlerin çok iyi gittiği dönemde hiç kimse, “Gelecekte bir sıkıntı olduğunda ne yaparız?” sorusuna cevap aramıyor. İşler çok iyi gittiğinde kazanılan paralar ne yapıldı, merak ediyorum. Sektör, kazandığı parayı tekrar bu sektöre yatırmıyor. Dünya ticareti geçen sene yüzde 12 daraldı. Bu daralmanın en büyük etkisini hisseden de tabiî ki denizcilik sektörü oldu. Ama burada bu krizi 2005’ten itibaren adım adım takip etmek gerekirdi. Çok büyük gemi inşalarına gidildi mesela. Kore ve Çin’de gemi siparişleri verdi armatörlerimiz. Kendileri için de vermediler; gemileri ya kiralayacak ya da satacaklardı. Piyasadan hareketle al – sat yaparak para kazanıyorlardı. Tabii ki bu sektörden para kazanan, tekrar bu sektöre yatıran, sürekli filosunu gençleştirenleri ayrı tutuyorum.
Sektör bu zor durumdan çıkmak için devletten de destek bekliyor…
İki yılda bir krize giren bir sektör denizcilik sektörü. Sonra bir takım teşvikler veriliyor, ne oluyorsa iki yıl sonra tekrar krize giriliyor. Devlet olarak siz bir şeyi sorgulamaz mısınız? “Biz bunlara yardım ediyoruz, kaynak veriyoruz iki yıl sonra tekrar krize giriyorlar. O zaman bunlar bu işi bilmiyor?” demez mi insanlar. Şu an sektörle ilgili böyle bir güvensizlik var. Sektörün de bir öz eleştiri yapması lazım. Acaba profesyonellere mi çok fazla yer verilmiyor? Veriliyorsa, yanlış kararlar mı alınıyor? Dış ticaret yüklerimizin neredeyse yüzde 90’ını yabancı bayraklı gemiler taşıyor. Vergiler meselesine çok ciddi kolaylıklar getirildi fakat bir türlü yabancı bayraktaki gemiler ve teknelerin Türk Bayrağı’na geçmediğini görüyoruz. Bu ne anlama geliyor? O zaman siz samimi değilsiniz. Bizim yüklerimizi taşıyan gemiler yabancı bayraklı olabilir, ama yabancılara mı ait bu gemiler? Değil, onların önemli bir bölümünü bizim gemilerimiz oluşturuyor. Bu noktada başka yapılması gereken iyileştirmeler varsa, bunu yine tartışırız ama devlet bir adım atıyorsa, sizin de bir adım atmanız lazım. “Sürekli bana” derseniz, bir süre sonra size “Başınızın çaresine bakın” derler. O yüzden bugün sektör ağlıyor ama Ankara’dan cevap yok. Çünkü sadece ÖTV’siz yakıt bile sektöre çok ciddi bir kaynak oldu. Bu kaynağın da yatırım olarak bu sektöre geri dönmesi lazımdı.
Peki, sizce ne yapmalı denizcilik sektörü?
Mutlaka vizyonun tekrar oluşturulması gerekiyor. Sektördeki sivil toplum kuruluşlarının misyon ve vizyonunun ne kadar uyumlu olup olmadığını tekrar gözden geçirilmesi lazım. Sektördeki yapıların ne kadar geleceği okuduğundan emin değilim. Üniversitelerle sektör arasındaki kopukluk, gemi adamları ile armatörler arasındaki birbirine diş bileyen yapı, sendikalarla işveren sendikası arasındaki kopukluk, sektörün bölük bölçük olması gibi üzücü bir tablo var ortada. Bunca yıllık armatörlerimiz bir araya gelip, güçlerini birleştirip ortak bir tavır sergileyemediler. Sektörün bunları aşıp kenetlenmesi lazım. Ortak problemlerini, ortak çözümler etrafında ve kendi menfaatlerinden de taviz vererek çözmeleri gerekiyor. O zaman devletten bir şey beklemek makul olur. Tabii ki sektörün finansman sıkıntısına devletin ve bankaların çözüm üretmesi lazım. Ama mesele sadece finansman sıkıntısı ile bitmiyor. Yapısal sıkıntılar var. Sektörün küçük ölçekli şirketlerle yol alamayacağı artık ortada. Birleşmeler bekliyorum bu krizden sonra. Bizim için hayati öneme sahip bu sektörün ayakta kalması için herkesin seferber olması lazım.
Sektörün basınla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok ciddi bir kopukluk var, çünkü sektörün böyle bir derdi yok. Hatta basın bizden mümkün olduğunca uzak dursun tavrı içindeler. Bunun farklı ve tarihi sebepleri, talihsiz olayların getirdiği bir sonuç olabilir. Ama elmalarla armutları karıştırmamak gerekiyor. Sonuçta bu sektörde de işini kayıtlı, şeffaf yapan son derece kendisini geliştirmiş dünya çapında şirketlerimiz var. Dolayısıyla bu sektöre haksızlık yapmamak lazım. Denizcilik sektörünün basınla, kamuyla ilişkiyi doğru kuracak mekanizmalar geliştirmesi gerekiyor. Mesela DTO’nın aylık toplantı şu gün yapılacaktır diye bir bülten gelmiyor. DTO başkanının veya yönetim kurulu üyelerinin basınla tanışmak, ilişkileri geliştirmek gibi bir çabası yok. Oysa medya ile ilişkiler sıkı tutulsa, iyi günde kötü günde sıkıntılarını kamuoyuna aktarırız.
Son olarak ülkemizde insanımız denizlerimizi yeterince kullanabiliyor mu?
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yüzme bilmeyen insanlar var. İstanbul’da yaşayan yüzde 30’luk bir kesimin denizi hiç görmediğini ve iç yüklerin yüzde 97’sinin karayolu, yüzde ikisinin demiryolu ile ancak kalanının denizyolu ile taşındığını görüyoruz. Doğal asfaltı, denizi ihmal etmiş bir milletiz. Bir kültür, bir hayat tarzına dönüşmemiş denizcilik. Bunların hepsi bizi bir yere getiriyor. Eğitimimizde, okullarda acaba denizcilikle ilgili ne öğretiliyor çocuklara? Daha düne kadar denizcilere, dünya tarihi içinde yön veren bir millettik. Deniz kültürü her geçen yıl Türkiye’de zenginlere has bir şeymiş gibi görülüyor. Oysa bu Allah’ın bize bir lütfu. Dalış turizminden yelkenciliğe, kürekten balıkçılığa kadar denizle ilgili aklımıza gelecek her şeyi çocuklarımıza öğretmeliyiz. Bu kültür ancak böyle gelişir. Mesela yüzmek… Temelle bilim adamının fıkrasını anlatayım. Temel kayıkla karşıya geçiriyormuş bilim adamını. Bilim adamı Temel’e sormuş; “Shakespeare’i tanıyor musun?” “Tanımıyorum” demiş Temel. Bilim adamı, “Yazık hayatının yüzde 25’i kaydı” demiş Temel’e. Temel kürek çekmeye devam ederken, bilim adamı tekrar sormuş Temel’e: “Dante’yi tanıyor musun?” “Hayır” demiş Temel, bilim adamı “hayatının kalan yüzde 25’i daha kaydı” demiş Temel’e. Bu sohbet böyle devam edip giderken kayık su almaya başlamış. Bu kez Temel sormuş bilim adamına, “Yüzme biliyor musunuz?”. “Hayır” demiş, bilim adamı. Temel bunun üzerine gülmüş ve “bu saydıklarınızdan hangisine güveniyorsunuz bilmem ama bu şekilde sizin hayatınızın tamamı kaydı” demiş. Yüzme bilmek bu kadar temel bir şey. Yürümek gibi… Peki, bu nasıl oluşur? Denizle iç içe olarak, denizi severek olur. Bu sevgiyi, bu şuuru aşılamak ancak aile ile başlar, okuldaki eğitimle devam eder ve profesyonel iş hayatı ile de perçinlenirse olur. Sektördeki herkese büyük görev düşüyor. Deniz sevgisini aşılamamız, birlikte tekrar denize dönmemiz, denizi yeniden keşfetmemiz lazım.
Vira Dergisi