Denizci: Aynı dili kullanan dünyalı insan

HAKKI ŞEN

 

 

 

 

Küreselleşmenin tarihi, denizciliğin tarihiyle yaşıttır. Kısık gözlerine elini siper ederek sonsuz ufku tarayan ilk denizcilerin zihninde, gezegenimizin küresel bir varlık olduğu gerçeği ampirik olarak uyanmıştır. O, tüm denizcilerin kişiliğinde farklı uluslara, dinlere ve dillere bölünmüş insanlığı da birleştirmenin öncüsü olmuştur. Hiçbir doğal zorluk, hiçbir savaş, hiçbir felaket, insan kişiliğini; denizlerin, okyanusların biçimlendirdiği ölçüde biçimlendirmeye muktedir olamadı. Deniz, insanın ruhunu eğitti. Denizde inançlar en saf ve tutkulu biçimlerini aldı. Hiçbir kara parçasının teşvik edemeyeceği irade üstünlüğü denizde vücut buldu. Hiçbir canlı, denizin insanda yarattığı keşfetme duygusunu ilham edemedi. Hiçbir dağ zirvesi, denizin derinlikleri kadar cezp edemedi. Ve o sonsuz su kütleleri içinde yalnızlığın ve çaresizliğin melankolisine kapılan denizci kadar hiç kimse insanı sevemedi ve kurtuluşu özleyemedi.

Hiç abartmadan şunu söyleyebiliriz: Kara insanları birbirlerinden çağlar boyunca aşılmaz dağ silsileleri, sonsuz çöller, ürkütücü uçurumlar, geçit vermez coşkun ırmaklarla ayrıldı. Deniz ise, onu fethetmeye cesareti olanları birleştirdi. Birbirinden yalıtılmış kara parçalarında yaratılan farklı kültürlerin birbirini tanıması binlerce yılımızı aldı. Oysa deniz, ona açılanları ortak deniz kültürü içinde birbiriyle neredeyse aynı hamurdan yoğurdu. Denizciler birbirlerinin dilini anlamasa da, hepsi denizle aynı dilde konuştular. Deniz insanlığa, tasada, kıvançta ve yazgıda tek bir insanlık olduğunu öğretti. Denizcinin denizciye benzemesi bundandır. Deniz kadar hiçbir şey insanlığı, çeşitlilik içinde birleştiremedi. Ondandır ki, denizin mavi rengi barışın, kardeşliğin rengi sayılmıştır.

Bugün dev tankerlerin okyanusları yardığı, dün korkutucu olan dev dalgalarda şimdi genç insanların sörf yaptığı günümüzün denizciliği, muazzam bir deniz kültürünün üstünde yükseliyor. Bu kültür tüm insanlığın ortak malıdır. İşte bizim amacımız kıyılarından ilk büyük kaşiflerin bilinmeyen kıyılara yelken açtığı Avrupa kıtamızın “Ortak Deniz Kültürü”ne Türkiye’nin kendi katkısını yapmasına hizmet etmektir.

Avrupa Birliği’nin aileleri arasında Türkiye’nin ayrılmaz yeri, kısacık Trakya sınırlarının varlığından değil, ama ellerimizi daldırdığımız her suyu alıp Avrupa kıtasının tüm kıyılarına götüren ortak denizlerimizin ortak kültüründen hareketle anlaşılabilir. Her denizle buluşanın elindeki tuz billurunun bir tıpkısı, denizle buluşan tüm insanların ellerinde parıldar. Bu denizlerin derinliklerinde Vikinglerle Cenevizliler, Romalılarla Bizanslılar, Kartacalılarla İspanya Endülüsleri, Maşrıktan Mağribe Araplarla İyonyalılar ve ötekiler Osmanlı-Türk denizcileriyle koyun koyuna yatmaktadır. Ortak deniz kültürü Ortak Avrupa Kültürü’nün temel taşlarından biridir. Ortak deniz kültürü denizlerde var olan, keşfettiğimiz her şeyin birikmiş bilgisidir; deniz için tüm yarattıklarımızın, ürettiklerimizin; en önemlisi suya ilk tahta salı indirdiğimiz günden beri ortak denizlerde birlikte yaşadıklarımızın, bizde var olan tüm birikmiş tarih bilincidir. İşte bu ortak deniz kültürü ulusların, dinlerin ve ırkların birlikte, barış ve esenlik içinde yaşamaları için en büyük manevi temellerimizden biri olarak bizleri birleştiriyor.

3. Uluslararası Deniz Kültürü Festivali’nde; suyun altında havasını, suyun üstünde ekmeğini bizimle paylaşan, başta Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım olmak üzere, Denizcilik Müsteşarlığımız, Deniz Ticaret Odamız ve sponsorlarımıza masmavi denizlerimiz adına, kimsesiz, engelli ve deniz görmemiş çocuklarımız adına teşekkür ediyor, şükranlarımızı sunuyoruz. 4. Uluslararası Deniz Kültürü Festivali için de, aynı anlayış ve kararlılıkla rotamızı çizmeye şimdiden başladık. Pruvanız neta, rüzgarınız kolayına olsun…

Medeniyetlerin izlerini süren bu kruvaziyer seferin kaptan köşkünde, Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırm vardı. Gemimizin diğer mürettebatı arasında ise; Denizcilik Müsteşarlığı, Deniz Ticaret Odamız, engelli çocuklarımız, deniz görmemiş ve kimsesiz çocuklarımız vardı. Yüzyıllar önce ünlü denizcimiz Çakabey’in İstanbul kıyılarında Türk Denizcilik Ateşi’ni yakma hayali de, Deniz Kültürü Festivali ile hayat buluyor.

İlk günden beri altını inat ve ısrarla çizdiğimiz konuları bir kez daha hatırlarsak, Deniz Kültürü Festivali’nin en önemli yanı; denizciliğin ekonomik, mali, teknolojik, turistik, hukuki ve güvenlikle, çevre ile ilgili tüm boyutlarını “Deniz Kültürü” kavramıyla tek bir festivalde birleştirmek ve denizciliği bütün boyutlarıyla ele almaktır. Bu sayılan boyutlar tek başına festival konusu olduğunda, ilgi düzeyi o boyuta ait mesleki ilginin alanıyla sınırlı kalıyor. Ama denizciliği bütün boyutlarıyla ele almak, tüm insanlığa denizlerimizi sevdirecektir. Ve bu, kirlenen, ölüme doğru sürüklenen, balık nesilleri tükenen denizlere yönelik insani kaygıyı, çevrecilerin sınırlı kaygısı olmaktan çıkaracak, tüm sektörün bileşenleriyle birlikte uluslararası bir kaygı düzeyine yükseltecektir. Ortak deniz kültürü tankerciyle yatçıyı, açık deniz balıkçısıyla olta balıkçısını, deniz turizmcisiyle deniz sporcusunu birleştirecek ve onların ortak deniz sevgisi, denizlerimizin yazgısında büyük ve olumlu bir rol oynayacaktır.

3. Uluslararası Deniz Kültür festivali ile medeniyetlerin izlerini sürmeye devam ettik. 2004 yılında mütevazı bir şekilde, Ege kıyılarında yaktığımız Türk denizcilik ateşini söndürmeden bugüne kadar getirdik. Bu ateş giderek büyüyor. Sadece Ege kıyıları değil, Karadeniz, Akdeniz, Marmara kıyılarını da aydınlatmaya devam ediyor. Bu ateşin giderek büyüyeceğini ve denize kıyısı olan illerimizi de aydınlatacağından hiç kuşkumuz yok.