Bilim ve teknoloji alanındaki hızlı gelişmeler sonucunda insanoğlu eskiden “ gizemli” diye görülen pek çok olayın açıklamasını yapmayı başardı. Fakat 2000’li yıllarda bile hala çözülemeyen büyük gizemler de var. İşte onlardan beş tanesi:
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ
Bermuda Şeytan Üçgeni, Atlantik Okyanusunda çok sayıda uçak ve geminin kaybolduğu bölgenin adıdır. Aşağı yukarı 500.000 mil karelik bir alanı kaplar.Bu bölgede son 100 sene içerisinde batan gemi, düşen uçak ve kaybolan insan sayısı 1000′lerle ifade edilimektedir.
Bermuda Şeytan Üçgeni'nin efsaneleşmesine sebep olan ilk olay 1945 yılında meydana gelir. Beş adet savaş uçağı görev uçuşu için Florida'daki üslerinden havalandıktan sonra kontrol kulesine şöyle bir anons yaparlar: "Karayı göremiyoruz. Pozisyonumuzdan emin değiliz. Nerede olduğumuzu bilmiyoruz. Galiba kaybolduk." Acilen yardım alarmı verilir, ancak uçakların izine bir daha rastlanılmaz...Uçakları aramaya giden PBM Mariner cinsi bir başka uçak da yine aynı gün içindeki 13 askerle birlikte ortadan kaybolur.
Bu olaydan günümüze kadar pek çok uçak ve gemi Bermuda Şeytan Üçgeninde kaybolmuştur. Bazı gemiler ise mürettebatsız olarak, terk edilmiş bir şekilde bulunmuştur.
Bermuda Şeytan Üçgeni hakkında çeşitli teoriler ortaya atılmış, uçakların ve gemilerin uzaylılar tarafından kaçırıldığı, okyanusun altında manyetik bir çekim alanı bulunduğu, bölgenin kayıp Atlantis kıtasının bulunduğu yer olduğu iddia edildi. Bölge hakkındaki son teori ise blgenin altında büyük doğalgaz kaynaklarının bulunduğudur. Bu teoriye göre Bu bolge, Gulf Stream denilen sicak su akintisinin da gectigi yerdir.Tabanin bazen isinmasi yuzunden, bu "tebesir gazlar" erir ve sudan hafif olduklari icin yuzeye dogru yukselirler. O anda, tabandan yuzeye kadar bir bosluk (vakum-girdap) olusur ve okyanus adeta delinir. O sirada orada gecen yuzer ne varsa, derin bir kuyuya duser gibi hizla okyanusun dibini boylar.
Aynı şekilde su yüzeyinden havaya dağılan gazlar, atmosferdeki havadan daha az yoğunluğa sahiptirler ve yoğunluk farkından dolayı uçaklar hava tarafından yeterli sürtünmeyi alamayıp irtifa kaybedip doğalgaz moleküllerinin havadaki oksijeni tutmasından dolayı uçağın motorları yanma için gerekli oksijeni alamayınca düşerler.
Bilim dünyası her ne kadar bu açıklamalarıyla Şeytan Üçgeni’nin gizemini çözmüş olduğunu iddia etse de ikna olmayan pek çok kişi var.
TUNGUSKA PATLAMASI
30 Haziran 1908 günü sabah saat yaklaşık 7:45 sularında Sibirya'nın orta kesimlerindeki Podkamennaya Tunguska Irmağı yakınlarında gökyüzünde çok büyük bir patlama oldu. Bu patlama Hiroşima’ya düşen atom bombasının bin katı büyüklüğündeydi. Ortaya çıkan ısı sonucunda, ren geyiği sürüleri, binlerce hayvan ve milyonlarca ağaç kül oldu, binlerce kilometre karelik bir çevrede patlamanın sesi duyuldu. Patlamanın ışığı onbinlerce kilometre öteden bile görüldü, ,ışığın parlaklığı sebebiyle Londra’da insanların gece karanlığında gazete dahi okuyabildikleri iddia edildi.
Tunguska patlamasını “gizemli” kılan sebep yapılan araştırmalar sonucunda çevrede bir krater ya da meteor parçasının bulunamamış olmasıdır. Bu durum Tunguska Patlamasını gizem avcılarının ve komplo teorisyenlerinin favori olaylarından bir tanesi haline getirdi. Dünyaya düşmekte olan dev bir meteoru parçalamak için bir UFO’nun kendisini meteorun önüne atarak feda ettiği, dünyaya küçük bir kara deliğin çarptığı, anti-madde çarpışması yaşandığı ve hatta bu patlamanın Nikola Tesla’nın yanlış giden bir deneyi sonucu meydana geldiği bile iddia edildi.
Olayın üzerinden 100 yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen bilim dünyası ortak bir teori üzerinde anlaşamadı. Günümüzde en akla yakın olarak kabul edilen açıklama patlayan cismin bir kuyruklu yıldızdan kopan ve yüzde 99,5’i donmuş su ve metandan oluşan bir buz parçası olduğudur. Tunguska Patlamasının sebebi konusunda da septikler ikna olmuş değiller, anlaşılan o ki patlama daha uzun süreler “dünyanın en gizemli olaylarından bir tanesi” olarak görülmeye devam edilecek.
NAZCA ÇİZGİLERİ
Peru’nun güneyinde yer alan Nazca cölü, 450 km2 gibi bir alani kapsiyor. Bu çölü ünlü kılan ise bu koskocaman alanin yüzeyini boydan boya kaplayan ve Nazca Çizgileri olarak bilinen, MÖ 200 ile MS 700 arasında yapıldığı düşünülen çizimler. Çizimler, çölün yüzeyini kaplayan koyu renkteki çakil taslari kaldırılıp alttaki açık renkli yüzeye ulaşılarak elde edilmiş. YIlda sadece 20 dakika yağmur ,alan dünyanın en kuru çöllerinden birinde yer aldıkları için binlerce yıl boyunca korunabilmişler.
Çizimlerin arasında balina, kuş, maymun, lama, pelikan, kertenkele, köpek, örümcek, ağaç, eller, kanatlar, çiçek, insanımsı, üçgen, yildiz, yamuk, spiral gibi çok çeşitli şekiller bulunuyor. İnsanımsılardan bir tanesinin bir “astronot” olduğu iddia ediliyor.Çizimlerin büyüklüklerinden dolayı ne olduklarının yerden anlaşılması imkansız, şekilleri görebilmek için belli bir yüksekliğin üzerinden bakmak gerekiyor.zaten bölge 1920 yılında çöl üzerinden havayoluyla seyahat edilirken keşfedilmiş. Bu resimlerin, yüksekten bakılmadan nasıl bu kadar düzgün çizildikleri ise tam bir muamma.
Tabii ki bu şekillerin uzaylılar için yapılmış olduğu ya da uzaylılar tarafından yapılmış olduğuna dair pek çok teori var. Şekillerin gerçekte ne için yapılmış olduklarını ise büyük ihtimalle hiçbir zaman bilemiyeceğiz ve Nazca Çizgileri dünyanın açıklanamayan en büyük sırlarından birisi olarak kalacak.
BLOOP SESİ
1997 yılının yaz aylarında NOAA (Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer Birliği) Pasifik Okyanusunun derinliklerinden gelen bir sesi kaydettiklerini açıkladı. Bu sese “Bloop Sesi” adı verildi. 5000km’lik bir menzilde pek çok sonar sensör tarafından kaydedilen bu ses, uzmanlara göre insan eliyle (denizaltılar, su altı bombaları) veya jeolojik bir olayla (deprem, volkanlar) açığa çıkabilecek bir ses değildi. Ses biyolojik oluşumlu bir canlıdan geliyor gibiydi fakat bu da mümkün görünmüyordu çünkü çünkü duyulan ses, yaşayan en büyük deniz canlısı olan mavi balinanın çıkarabileceğinden bir sesten bile kat kat daha güçlüydü.
Bloop sesinin kaynağı hala bulunamamıştır fakat bu gizemli ses Dünya okyanuslarının keşfedilmemiş karanlık derinliklerinde saklanan büyük yaşam biçimleri de dahil olmak üzere ilginç varsayımların ortaya atılmasına sebep olmuştur.
PASKALYA ADASI HEYKELLERİ
Paskalya Adası, Şili’nin 3000 km açıklarında bulunan, 164 m2 alana sahip ufacık bir adadır. Hollanda'lı kaşif Roggeveen, 1772 yılında adayı keşfettiği gün “Paskalaya Bayramı” olduğu için adaya Paskalya Adası ismi verilmiştir. (Easter Island)
Medeniyetten uzak bu küçücük adacığın dünya çapındaki şöhreti ise adanın çeşitli yerlerinde bulunan ve Moai olarak bilinen dev heykellerden kaynaklanmaktadır. Adada yaşayan Polinez halkı tarafından volkanik külün sıkıştırılması ile yapılan bu heykellerin boyu iki ile on metre arasında değişmekte ağırlıkları ise seksen tona kadar çıkabilmektedir. Yaklaşık 880 tane heykel vardır bunlardan kimisi bir platform üzerinde ayakta durmaktadır, kimisi ise toprağa gömülüdür. Ayrıca adada yapım aşamasında bırakılan, tamamlanmamış heykeller de bulunmuştur.
Ada keşfedildiğinde adada yaşayan çok az insan varmış ve bu kişiler son derece ilkel koşullarda, yamyamlık yaparak yaşıyorlarmış. Adada şu an hiç ağaç yok fakat yapılan araştırmalar sonucunda adının bir zamanlar ağaçlarla kaplı olduğu anlaşılmış. Yerli halk Moai heykellerini yapabilmek için bu ağaçların neredeyse hepsini kesip halat ve platform gibi malzemelerin yapımında kullanmışlar. Adanın ekolojik dengesi tamamen bozulmuş, bir zamanlar kuş cenneti olan adayı kuşlar da terk etmiş ve açlık baş göstermiş.
Adada yazılı bir kaynak bulunamadığından arkeologlar bu heykellerin yapılış sebebini bilemiyorlar.İşte bu yüzden bir halkı bu heykelleri yaparken kendilerini yok etmeye sürükleyen motivasyonun ne olduğunu belki de asla öğrenemeyeceğiz.
virahaber.com