Öncelikle kısaca Sevim Ersoy’u tanıyabilir miyiz?
1998’de İznik Meslek Yüksek Okulu Çini İşletmeciliği’nde başlayan eğitim hayatımı 1999 yılında İstanbul Üniversitesi Çini İşletmeciliği bölümünde tamamladım. Daha sonra restorasyon ve kalemişi eserler yapmaya başladım. Restorasyon ve kalemişi çok keyifli, tarihe imza atıyorsunuz ama biraz beden gücü gerektiriyor. Yaklaşık 10 yıl bu alanda çalıştım. 2003 yılında “Çini Bahçesi” adında bir atölye açtım. Burada seramik ve çini çalışmaları yaparken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Kursları’ndan (İSMEK) teklif geldi. Ardından İSMEK’te çini branşında “usta öğretici” olarak ders vermeye başladım. İSMEK’te ders verirken bir yandan da atölyedeki çalışmalarla kendimi geliştirdim. Çevrem sayesinde büyük siparişler almaya başladık. 2006’da Fransız Sokağı’nda Geleneksel Türk Sanatları Merkezi’ni açtık. Eserlerim, halen Sultanahmet’teki Caferağa Medresesi’nde sergileniyor.
İstanbul’un sokaklarında dolaşırken sizin yaptığınız çini eserlerine rastlayabiliriz o zaman…
Evet. Bu süreçte Ayasofya, Aya İrini Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Ayazağa Kasırları ve Çinili Köşk başta olmak üzere çeşitli müze, cami, köşk, otel ve özel işler olmak üzere duvar-tavan süslemeleri yaptım. 2004’te Yedikule Türk Bahçesi projesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde revak çalışmasıyla bahçe konseptine uygun çini panolar ve revak kubbesi, kalemişi çalışmaları yaptım. Orada, hem Yedikule’nin gravürlerini hem de klasik çalışmaları içeren çok büyük panolar var. Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, bu çalışmaları halka fazla açmadı ama isterseniz gidip görebilirsiniz. 2010 yılında Kültür Bakanlığı (TÜRSAB) Anemon Çavdarhisar Oteli’nin çini çalışmalarını tasarladım. Yine aynı yıl Beyoğlu Belediyesi Sütlüce Şehadet Cami’nin kalemişi ve çini çalışmalarını tasarlayıp uyguladım. O işimle gurur duyuyorum. Çünkü hiç denenmemiş, hiç yapılmamış bir şey yaptık, rüya gibiydi. Selçuk tarzı bir konsept uyguladık. Caminin tavan ve duvar süslemelerini, mihrabını, içindeki bütün el işlerini yaptık. Geçen yıl Taksim’de Seminal Otel’in çinilerini tasarladım, otel daha hizmete girmedi. Kütahya’da Büyük Otel’de eserlerim var. Bu arada İSMEK’teki ve diğer öğrencilerimle sergiler açmaya devam ettim. 2010’a kadar hep klasik çalışmalarla sergiler açtık.
Neden çini sanatı?
Liseyi bitirdikten sonra hemen evlendim ve çocuk sahibi oldum. Sonra çocuğumu büyütürken üniversite okumamanın eksikliğini hep hissettim. Çocuğumu Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlarken çok ders çalıştığım için ben de sınavlara gireyim dedim. Aslında ilk tercihim tarihti, tercihlerimi tarih, kütüphanecilik ve çini diye sıralamıştım. İznik Meslek Yüksekokulu’nu kazandım. Tabii o zaman çiniyi bu kadar sevebileceğimi tahmin etmiyordum.
Çini sanatında denizcilik figürlerini kullanma fikri nereden aklınıza geldi?
2010 yılında bir arayışa girmiştim. Artık klasikten biraz sıyrılmak istiyordum ama klasik tarzı bilmeden çini sanatını da anlayamıyorsunuz. Bu süreçte Yerebatan Sarnıcı’nda İstanbul konulu bir sergi açtık, daha sonra beş yere taşıdık o sergiyi.
Bu sergiden sonra, yeni bir arayış içine girdiğim bir dönemde, 2010 yılı Ekim ayında TÜYAP’ta kitap fuarında denizcilik camiasıyla tanıştım. Fuarda gezinirken İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı’nın standında çok güzel kitaplar gördüm. Aslında 17. ve 18. yüzyıl İznik çinileri arasında kalyon, balık gibi denizcilikle ilgili desenler var ama daha geniş kapsamlı resimleri görünce orada bir fikir oluştu. Stantta görevli arkadaş da, “Bizim müzemizde sergi salonu var, niye böyle bir sergi açmıyorsunuz” deyince her şey o zaman kafamda netleşti. Hemen oradan bir valiz kitap topladım. Çok geniş bir kaynak taraması ve araştırma yaptık. İlk aşamada deniz savaşlarına yöneldim. Preveze Deniz Savaşı’ndan tutun da bütün savaşları ve dünya haritasını içeren 8-10 tane eser yaptım ve 2011’de deniz savaşları konulu bir sergi açtım. Küratörümüz Kurmay Albay Ali Rıza İşipek’le de yolumuz İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı’nda kesişti. O dönemde Ali Rıza İşipek Deniz Müzesi’nin komutanıydı. Bizimle yakından ilgilendi. Beşiktaş’ta yapımı devam eden deniz müzesinde sergilenmek üzere sekiz tane eserimizi aldı. 2013’ün Piri Reis Yılı olduğunu da bize Ali Rıza İşipek söyledi. O zaman daha hiç kimse duymamıştı. Kendisi bu işlerin içinde olduğu için, bize “2013’te birlikte çok güzel projeler yapalım” dedi. Bu yaklaşım bizim de çok hoşumuza gitti, kendisinden böyle bir teklif almaktan onur duyduk. 2013 Piri Reis yılı olduğu için Piri Reis’e yöneldik.
2011 yılı kışında Piri Reis’in Alaçatı portolonlarından oluşan 40 eserlik bir koleksiyon hazırladık. Koleksiyonda Alaçatı, Çeşme, Sakız Adası ve İzmir Körfezi gibi tamamen o bölgeyi içeren eserler yer aldı. Geçtiğimiz temmuz ayında da Alaçatı’da sergiyi açtık.
Sergiden sonra, küratörümüz Ali Rıza İşipek, Piri Reis Üniversitesi tarafından organize edilen Avrasya Denizcilik Tarihi Kongresi’nin olacağı bilgisini verdi. Bunun üzerine kongredeki sergiye yoğunlaştık ve kongrede sergilenmek üzere yaklaşık 11 kişilik bir ekiple Piri Reis’in haritalarından oluşan koleksiyonu hazırladık. 2013 yılında da Piri Reis konulu koleksiyonlar çalışacağız. Kongrede açtığımız sergi bir anlamda bu çalışmaların ön çalışması, provası niteliğinde oldu.
Eserleri hazırlarken nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz?
Klasik desenlerde üstatlar yaratılandan yaratana ulaşmayı amaçlamışlar. Doğadaki bir laleyi alıp, onun ana hatlarına sadık kalıp, onun içerisindeki teferruatı atıp kendi yorumlarını katmışlar. Mesela, Rüstem Paşa Camisi’ne gittiğinizde 40 farklı lale yorumu görürsünüz. Üstatlar, bu eserlerde ana hatlara sadık kalarak Allah’a olan inançlarını, saygılarını, edeplerini belli ediyorlar. Yani, birebir taklit etmiyorlar ama bir anlamda kendi yorumlarını katarak esere bir imza atmış oluyorlar. Biz de Piri Reis’in portolonlarında aynı şekilde çalışıyoruz. Haritaların ana hatlarına sadık kalıyoruz ama denizin olduğu bölgelerdeki boşluklara gemiler ekliyoruz veya renkleri değiştiriyoruz. Bu şekilde Piri Reis’e olan hayranlığımızı ve saygımızı göstermiş oluyoruz.
Deniz figürleri çini sanatına oldukça yatkın gibi… Böyle bir çalışma daha önce yapıldı mı?
Denizcilik sektörü çok renkli ve hareketli bir konu çini sanatı için. Bence Kitab-ı Bahriye de müthiş bir kitap. Kitab-ı Bahriye’nin orijinalini de gördüm arşivde. Deniz figürleri çiniye aktarıldığında renkleri, yansıması ve getirmiş olduğu canlılıkla yeni bir perspektif katıyor. Ortaya çok güzel eserler çıktı. Piri Reis’in haritalarını çinide yorumlayarak hiç yapılmayan bir şey yaptık aslında. Gerçi dünya haritasının çiniye aktarılmış bir iki örneği var ama böyle portolonları çiniye aktarmak şeklindeki bir çalışma ilk kez yapılmış. Belki de o yüzden çok ilgi gördük. Şu anda her yerden telefon geliyor, sergi teklifleri alıyoruz.
Peki, 2013’te gündeminizde neler var?
Önümüzdeki yıl, küratörümüz Ali Rıza İşipek’in vasıtasıyla çeşitli organizasyonlar gündemde. Zaten o olmadan hiçbir şey yapamayız. Çünkü, çalışmalarımızın büyük bölümünü onun arşivinden faydalanarak yapıyoruz. Piri Reis bir tane Kitab-ı Bahriye diye bir kitap yazıyor ve bunu 43 tane sanatçı kopyalıyor. Bu 43 kopya dünyanın her yerinde, müzelerde, arşivlerde bulunuyor. Biz de onlardan faydalanıyoruz. Ali Rıza İşipek’te bu 43 kopyanın tamamı var.
2013 Piri Reis Yılı kapsamında tarihi belli olan ilk sergimiz İzmir’de olacak. Piri Reis Derneği’nin davetiyle Şubat 2013’te Sabancı Kültür Merkezi’nde bir sergi açacağız.
Bahçeşehir Üniversitesi’nin Medeniyet Araştırmaları Merkezi (MEDAM), geçtiğimiz dönemde “Piri Reis’ten Katip Çelebi’ye” konulu bir sergi organizasyonu yaptı. Amerika da dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde açılan sergide çiniden ziyade portolonları deri malzemesi gibi bir malzemenin üzerine uygulayarak yapılan eserler sergilendi. MEDAM tarafından önümüzdeki dönemde 2013 Piri Reis Yılı dolayısıyla yine Piri Reis’i anlatan resimler, görseller ve çeşitli çalışmaların olduğu bir konferans serisi yapılması düşünülüyor. Çini de bunun bir ayağı olacak. Konferans serisi sekiz Akdeniz ülkesi ve Amerika’da gerçekleştirilecek. Tarihi henüz netleşmedi, görüşmeler devam ediyor.
Bunun dışında, Fas’tan teklif geldi. Yine, Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı (TINA) Hırvatistan’la görüşme yapıyor. Ayrıca, Bodrum Müzesi’nden teklif aldık. Dolmabahçe Kültür ve Sanat Merkezi TBMM Milli Saraylar Depo Müze Müdürlüğü’nde de bir sergi açacağız. Beşiktaş’ta yapımı devam eden Deniz Müzesi’nin açılışında da ilk sergiyi biz yapmak istiyoruz.
Önümüzdeki yıl yoğun bir sergi organizasyonu sürecine giriyorsunuz. Bu sergiler için Piri Reis’le ilgili yeterli koleksiyonunuz var mı?
Alaçatı için 40 tane eser yapmıştık. Atölyemizde de 24 tane eser var. Birkaç tane de daha önce çalıştığımız eserler var. Şu anda elimizde yaklaşık 100 kadar eser var ama elimizdeki 24 eseri İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı satın aldı. Şimdi yoğun bir çalışma temposuna giriyoruz, yeni eserler yapacağız. Ekip olarak herkes çok istekli, çok iyi yetişmiş öğrencilerim var. Hani öğrenci demeyeceğim artık, hepsi beş-altı yıldır çini yapıyor. Daha önce ekibimiz 10 kişiydi, yoğun tempo nedeniyle ekibi genişletebiliriz. Sabahtan gece yarılarına kadar çalışabiliriz.
Peki, bu muhteşem tablolar nasıl ortaya çıkıyor? Bir haritanın yapım sürecini kısaca anlatır mısınız?
Önce hangi haritayı yapacağımızı belirliyoruz. Yapacağımız ebada göre ozalitte büyüterek bir fotokopi çektiriyoruz. Sonra onun üzerinde değişiklikler yapıyoruz ama ana hatlara sadık kalarak gemi gibi figürler ekliyoruz. Fotokopinin o siyah çıkan yerlerini boncuk iğnesi dediğimiz ince uçlu bir iğneyle tek tek bütün hatları deliyoruz. Daha sonra çalışacağımız malzeme olan bisküvi pişirimi yapılmış karo malzemenin üzerine deldiğimiz kağıdı koyuyoruz. Sonra bir kesenin içinde ezilmiş kömür tozu var, onu kağıdın üzerinden bastırarak geçiriyoruz, deliklerden aşağıya kömür tozları dökülüyor. Bu tamamen geleneksel yöntem. Klasik tarzda ve kalemişinde bu yöntem uygulanıyor.
Desen, karoların üzerine geçtikten sonra çinide ilk önce kontur işlemi yapılıyor. Genelde siyah boya ile dış hat dediğimiz kontur kısımları fırça ile geçiliyor. Konturu önce geçmemizin nedeni, daha sonra yapacağımız boya işleminde renklerin birbirine karışmasını önlemek. Kontur bittikten sonra hangi renkleri yapacağımıza karar veriyoruz, boyaları sulandırıyoruz. Sıcak boya kullanıyoruz ama tinerle çalışmıyoruz. Porselen boyamada da sıcak boya kullanılıyor ama orada tinerle çalışılıyor. Boyama da bittikten sonra sırlama yapılıyor. Sırlama cam tozunun öğütülmesi ve içine birkaç madde katılmasıyla elde edilen boza kıvamında bir malzeme. Sırlamada püskürtme ve daldırma gibi yöntemler var. Tablonun üzeri tamamen sırla kaplanıyor sonra fırına konuluyor. Böylece üzerindeki o camsı, gözeneksi parlak dokuyu oluşturuyoruz. Mesela, bazı renkler boyadığınızda pembe gibi görünüyor ama o renk pişince gece mavisi olabiliyor. Çini 950 ila 980 arasındaki ısılarda pişiriliyor.
Fırınlanma süresi fırının içinin doluluğuna, fırının büyüklüğüne göre yedi, dokuz veya 11 saat sürebiliyor. Piştikten sonra fırın kendiliğinden duruyor ve kademeli olarak soğutma işlemine geçiliyor. Piştikten sonra kapağı hemen açamıyorsunuz, açtığınızda çatlaklar oluşuyor. Açmak için fırın ısınının en az 100-200 dereceye düşmesi gerekiyor.
Çini sanatının ne gibi ayırt edici özellikleri var?
Türkler ateş, toprak ve suyu kullanarak hayatın nihai amaçlarından olan güzelliği yakalamak için sırlarla kaplı çiniyi yaratıp ölümsüzleştirmişler. Literatüre baktığımızda sırlı duvar kaplamalarına çini, kap kacak gibi formlu eşyalara ise seramik deniliyor. Çininin aslında tüm dünyada bu kadar sevilmesinin başlıca nedenlerinden birisi çini ustalarının yarı değerli taşların rengini çiniye aktarmayı başarmış olmalarıdır. Farkındaysanız çininin renkleri çok güzel… Mesela, o gece mavisi dediğimiz renk lapis lazuli taşının mavisi, kırmızı, mercan taşının kırmızısı, zümrüdün yeşili, turkuazın cam göbeği gibi bu renkler çiniye aktarıldığında üzerindeki sırla birlikte reaksiyona giriyor ve görsel olarak çok daha güzel oluyor. Yarı değerli taşların rengi aynen çiniye aktarılıyor. Desenler de klasik tarzda olduğu gibi bahar dalları, laleler şeklinde insana yaşama sevinci veren figürler. Çini aslında renkleriyle desenleriyle çok hoş görünen bir sanat. Bunu haritaya uygulayıp biraz da klasik renklerin dışına çıktığınızda çok daha güzel olduğunu düşünüyorum.
Çini ayrıca çok dayanıklı bir malzeme. Eğer sağlıklı bir şekilde pişirilip doğru malzemeler kullanılırsa yüzyıllarca dayanır. Çininin bir de şöyle bir özelliği var; birebir aynı deseni yapmanız mümkün değil. En büyük üstatlar bile aynı deseni, aynı boyayı kullanarak aynı sonucu elde edemiyorlar. Çünkü, rengin gelişme özelliği yanından aldığı ısıya, sırrına veya boyanın sululuk oranına göre değişebiliyor. Yani, çinide simetri çok zor, yüzde 90 yakalasanız bile yüzde 100 olmuyor. Biz de Piri Reis konusunda genelde koleksiyon çalıştığımız için birebir aynı haritaları yapmıyoruz. Bu da çininin çekiciliğini artırıyor. Çinide en fazla kullanılan malzeme kuvarstır. Elektromanyetik dalgaları emme özelliğine sahip olan kuvarsın negatif enerjiyi yok edip pozitife çevirdiği söyleniyor.
Çinin bir diğer özelliği de fırından hangi rengin çıkacağını bilmemeniz. Renkler hangi sulandırma oranına göre nasıl gelecek, o heyecanı taşıyorsunuz. Haritalarda bu özellik ikiye katlanmış oldu. Çünkü renklerle çok oynadık. Heyecanla bekliyoruz ne gelecek diye…
Bir sanatçı olarak klasik çini eserleriyle Piri Reis’in haritalarını çiniye uygularken aldığınız tat farklı oluyor mu?
Klasik desenleri yapmak daha uzun sürüyor. Daha detaylı boyuyoruz. Ama haritaların zeminlerini süngerle sulandırıp daha kısa sürede yapabiliyoruz. Klasik desenlerin keyfi ayrı ama denizcilik sektörüne girmek de bize çok keyif verdi. Her gün araştırıyoruz, yeni şeyler öğreniyoruz. Avrasya Denizcilik Tarihi Kongresi de bizim için çok faydalı oldu. Bir sürü yeni kişiyle tanıştık, bakış açımız gelişti.
Piri Reis’ten sonra sırada hangi koleksiyon var?
Piri Reis’ten sonra 2014’te dünya haritalarından oluşan bir koleksiyon yapmayı düşünüyorum. O fikir de kongrede oluştu. Diğer ülkelerin kartografyaları ya da Piri Reis gibi bilim adamlarının yaptığı haritalar bunlar. Bunlar da görsel olarak çok etkileyici, çok güzel. Mesela Kaşgarlı Mahmut’un yaptığı ilk dünya haritası var. Türklerin yaptığı ilk harita, o da çok güzel. İslam bilgini İstahri’nin yaptığı haritalar var.
Nuh’un Gemisi’ni çok küçük bir konu olarak İstanbul Deniz Müzesi’ndeki sergide işlemiştik ama bir koleksiyon hazırlamak için çok daha zengin görseller gerekiyor. Nuh’un Gemisi’ni bir eserde yapıp çıkartabiliyorsunuz.
Çini sanatına ilgi duyanlara neler önerirsiniz?
Tüm sanatlarda olduğu gibi çini sanatına da gönül vermek gerekiyor. Sevmek, gönül vermek ve emek harcamak önemli. Bazen öğrencilerim ilk başladıklarında benim yaptığımı görüp hemen aynısını yapmak istiyor, kendisi yapamayınca da ben bunu yapamıyorum diyor. Ama ben 10 yıldır bu sanatı yapıyorum. İlk yaptığınızda tabii ki güzel olmuyor. Çinideki başarı, kişisel beceriye ve harcadığınız zamana göre değişir. Okulda bir hocamız şöyle demişti; Hiç yeteneği olmayan birisi bütün kurallarını uygulayarak, zaman harcayıp emek sarf ederek çok güzel işler yapabilir. Belki Picasso gibi mükemmel yapamaz ama gerçekten emek sarf edildiğinde çalışıp da kazanmayan kimse yok hayatta. Yani, illa el yatkınlığı gerekmiyor. Öğrencilerimin çoğu emekli olmuş kişiler. İş dışında birlikte geziler yapıyoruz. Aynı zamanda sosyal hayatları da gelişiyor.
Denizcilik sektörüne girince hayatınızda neler değişti?
İSMEK kurslarında öğrencim olan Günseli Devrim, Fatoş Çakır, Deniz Erdoğan ve Gülşen Kılıçkaya ile aramızda çok güzel bir enerji oluştu, birlikte çalışmaya başladık. Birlikte açtığımız Sanatsal Eller atölyesinde Piri Reis haritalarıyla başlayan denizcilik serüvenimize devam ediyoruz. Denizcilik dünyasına geçişimizle birlikte önümüzde yeni bir dünya açıldı. Her birimiz evdeki işlerimizi bitirip, atölyeye gelmek için can atıyoruz. Büyük bir heyecanla, koşa koşa geliyoruz.
Bundan sonra açtığımız sergiler veya organizasyonlarda artık sponsorlarımız olacak. Küratörümüz o konuda çalışmalar yapıyor. Belki uluslararası boyutta sergiler yapacağız. Yaklaşık 5-6 yıldır burada birlikte çalışıyoruz. Hedefimiz deniz ötesinde, yani Amerika’da sergi açmak. Şu ana kadar yurt dışında hiç sergi açmadık, onun heyecanını taşıyorum. Şimdiden İngilizce kurslarına gitmeye başladık.
Peki, denizle aranız nasıl? Yüzmeyi seviyor musunuz?
Karadenizli olmama rağmen çocukluğumda yüzmeyi bilmiyordum. 10 yıl önce ders aldım, o zaman öğrendim. Bende deniz sevgisi sonradan gelişti. Neden iyi yüzemiyorum, çok derinlere inemiyorum diye onun eksikliğini hep hissettim. Ama geliştikçe suya olan ilgim arttı, çok rahatladığımı hissediyorum suyun altında. Yeniden dalmaya başladım. Ancak nisan ayında İzmir Karaburun’da kötü bir macera yaşadım. Su altında bilinç kaybına uğradım 18 metre derinlikte. Ölümden döndüm diyebilirim. Daha önce de birkaç kere dalmıştım ama o dalışı hocanın yardımcısıyla yapmıştık. Böyle kötü bir tecrübe yaşayınca şimdi ciğerlerim de hasar görmüş olabilir diye dalmıyorum ama su başka bir dünya.
Mesela, ekip arkadaşlarımızla bu yaz mavi yolculuk yaptık. Denizcilik genelde erkeklerin ilgilendiği bir konu. Piri Reis’in portolonlarına bile daha çok erkekler ilgi gösteriyor.
Çini sanatında denizciliği yorumlayarak bir anlamda deniz kültürüne de katkıda bulunuyorsunuz değil mi?
Kesinlikle evet. Avrasya Deniz Tarihi Kongresi’nde anı defterimizde bütün hocalar ve komutanlar bu yönde görüşlerini bildirdiler. Daha önce İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı’nda açtığımız sergide de denizcilik camiasından o yönde takdir aldık. Bizim çevremizden denizle ilgisi olmayan insanlar bile sergiler aracılığıyla bu konuda bilgilenmiş oldular.
Sergilerle desteklenebilir ama tek başına çini sergisi yeterli değil. Mesela, Alaçatı’daki Piri Reis sergimizde komutanımızın denizcilikle ilgili aletleri vardı, onları koymuştuk. Bundan sonraki sergilerde de daha kapsamlı şeyler düşünülüyor. Mesela, Piri Reis’in yağlıboya resimleri konabilir, değişik aletler var, onlar konabilir. O aletlere de çok ilgi oluyor. Mesela, pusulanın orijinal hali gibi… Bu tarz şeylerle insanların denizcilik sektörüne olan ilgisi artırılabilir. Sergi, konferans, seminer gibi organizasyonlarla da deniz kültürü desteklenebilir. Umarım Piri Reis’in sayesinde 2013’de denizcilik sektörüne olan ilgi biraz daha artar.
Avrasya Denizcilik Tarihi Kongresi’nde yaptığımız sergide, yabancı konuklardan da çok büyük ilgi gördük. Karadeniz ve bütün Akdeniz’i içeren Kitab-ı Bahriye adlı Piri Reis’in portolonunu Rus sefiresi aldı. Ayrıca Sicilya’dan sipariş aldık.
virahaber.com
Röportaj ve Fotoğraflar: Şerife YILMAZ