Eymir ve Mogan’da kuraklık tehlikesi
Aynı su toplama havzasını paylaşan Eymir ve Mogan Gölleri, Ankara’nın 20 kilometre güneyinde Gölbaşı ilçesinde yer alıyor. Orta Anadolu’da yarı kurak iklim kuşağında bulunan birbiriyle bağlantılı bu iki sığ göl, son yıllarda büyük tehdit altında. En büyük tehlikeyi son yıllarda yağışların azalmasıyla ve yeraltı sularının yazlık evlerde aşırı kullanılmasıyla su girdisinin düşmesi oluşturuyor. Küresel iklim değişikliğinin sonucu olarak karşımıza çıkan yağış azalması, Mogan’dan Eymir’e akan suları etkiledi. Böylece iki gölün de su rejimi olumsuz etkilenerek canlı türlerini tehdit etmeye başladı. ODTÜ Biyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Meryem Beklioğlu Yerli, “Eymir; besin ağı bozulumu ile karşı karşıya kaldı. 1990’lara kadar ODTÜ kampüsünün içme suyu kaynağı olan Eymir Gölü’nün suları artık içilemiyor, hatta kullanılamıyor. 1995’te kanalizasyon sistemiyle göle doğrudan evsel atık suyu verilmesi durduruldu. Böylece ODTÜ öncülüğünde bozkırın iki vahasının korunması için somut adım atıldı” dedi.
İki gölün de kurtarılması için yoğun çaba harcayan bilim insanı Prof. Dr. Yerli, Avrupa ve ABD’de uygulanan “biyomanipulasyon” yöntemini 1997’de Türkiye’de ilk kez uyguladı. Gölde azalan su berraklığını artırarak, bitki gelişimini ve gölün ekolojik zenginliğini tekrar geri kazanmak için uygulanan biyomanipülasyon başarılı oldu. Sazan ve kadife balıklarının stokları yüzde 50 azaltılırken, gölün berraklığı 15-20 yıl önceki günlerine döndü. Hatta gölde 1940’larda görülen su içi bitki türleri de üremeye başladı. Ancak 2003’ten sonra kuraklık ekolojiyi olumsuz etkiledi. Bitkilerin ölmesiyle balık ölümleri de sık yaşanmaya başladı.
Prof. Dr. Beklioğlu Yerli şöyle bilgi verdi: “İki gölün tuzluluk değerleri kurak periyotta üç kat arttı. Tatlı su gölleri olan Eymir ve Mogan acısu kategorisine geçti. Sevindirici olarak 2009’dan itibaren artan yağışlar göllerin su seviyesini artırdı. Ülkemiz göllerinde küresel ısınmanın etkileri bu iki örnekle anlaşılabilir.”
Yok edilen doğal güzellik: Seyfe Gölü
Orta Anadolu’nun bozkır coğrafyasında Kırşehir’in kuzeydoğusundaki Seyfe Gölü, Malya Çölü olarak bilinen çorak düzlüklerin en çukur yerinde bulunuyor. Seyfe Gölü, doğal güzelliklerinin korunması için 1994’te Ramsar Koruma Alanı içine alınsa da, bugün ne yazık ki fazlasıyla tahrip edildi. 2010’da Sulak Alan Yönetim Planı çalışmaları tamamlanan gölü besleyen tatlı su pınarların suları Mucur ilçesi ve Gümüşkümbet Köyü’ne yönlendiriliyor. Göl bu nedenle doğal kaynaklardan hiç beslenemiyor. Hassas Alanlar Daire Başkanlığı Sulak Alanlar Şube Müdürlüğü’nün verilerine göre gölün drenaj kanallarının bulunduğu diğer kesimine gelen yüzey suları da, drenaj kanalları vasıtası ile havza dışına akıtıldığından sadece en derin yerinde küçük bir su birikintisi kaldı. Tamamen kurumuş durumda ve çölü andıran bir özellik gösteren Seyfe’nin tuz tabakası tarım alanlarına taşınarak çevreye zarar veriyor. Seyfe Gölü Koruma Derneği Başkanı Mustafa Yavuz, gölden su çeken kuruluşlara yazılı bildirimlerde bulunarak yasal işlem yaptıklarını vurguladı. 205 kuş türü tespit edilen gölde flamingonun yanı sıra Sakarca Kazı, suna, angıt, küçük akbalıkçıl, Macar Ördeği, Uzun Bacak, Mahmuzlu Kızkuşu, Akdeniz Martısı ve Gülen Sumru gibi kuşların yoğun olarak bulunduğunu söyleyen Yavuz, her yıl gözlemlenen kuş sayısının belirgin ölçüde azaldığını söyledi.
Hatadan dönüldü Avlan kazandı
Antalya’daki Avlan Gölü 70’li yıllarda tarım arazisi elde etmek için kurutuldu. Önce göl arazisinden bereket fışkırdı, ancak zamanla gölün kuruması nedeniyle Akdeniz iklimi karasallaştı, toprağın verimi azaldı. 2001’de yeniden su verilmeye başlanan göl yeniden doğdu. Antalya’nın Elmalı ilçesi sınırlarındaki Avlan Gölü, doğaya müdahalenin yarattığı sonuçları göstermesi açısından ilginç bir geçmişe sahip. İlk kez 1951 yılında tarım alanı elde etmek için kurutulması gündeme gelen Avlan Gölü, köylü ve çiftçinin talebiyle 1970’li yıllarda kurutulmaya başlanır. Göl suyunun kanallarla çevredeki derelere taşınmasıyla da işlem tamamlanır. Köylerde yaşayan halka dağıtılan toprak ilk 5-6 yıl tahmin edilenden çok daha fazla bereketle şahlanır. Verim o kadar olur ki, toprak ağaları köylülere dağıtılan arazilerde hak iddia etmeye başlar. Köylülerle ağalar arasında yaşanan anlaşmazlığa 68 kuşağının sembol ismi Deniz Gezmiş ve arkadaşları da dahil olurlar ve ODTÜ’lü 500 öğrenci Elmalı’da köylülerle birlikte “toprak direnişi” başlatır.
Ancak bereket dönemi pek uzun sürmez. Çiftçiler verim alamadıkları gibi beldeye adını veren elmaların tadı bile değişir. Çünkü havanın nem oranındaki düşüş elmanın tadını kaçırmıştır. Akdeniz iklimi etkisindeki bölgeye, gölün kurutulmasıyla karasal iklim hakim olur. Yağışların azalması, çiçeklenen elmaların donması, çiftçilerin zarar etmesine yol açar. Verim düşünce binlerce elma ağacı kesilir. Tüm tarım ürünlerini etkileyen kuruma, köylülerin su çıkarmak için açtığı kuyularda da karşılarına çıkar. Önceden beş metre derinliğe inen sondajlar, suya ulaşmak için 80 metreye kadar uzanır.
Geri dönülemez bozulma
Yaptıkları büyük hatanın farkına varan 37 köyde yaşayan yaklaşık 4 bin kişi 1994’te Çevre Bakanlığı’na başvurarak Avlan Gölü’nün eski haline döndürülmesini talep eder. 2001’de göle tekrar su verilmeye başlandığında geri dönülemez bir hata yapıldığı 30 yıl sonra kabul edilmiştir. Ekolojisi, flora (hayvan yaşamı) ve faunası (bitki yaşamı) insan eliyle yok edilen Avlan bugünlerde kendisini izleyenleri mutlu edecek oranda düzeldi. Gölün eski günlerine dönebilmesi için Orman ve Su İşleri Bakanlığı da yoğun çaba harcıyor. Göl için mücadele eden isimlerden Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu Sözcüsü Hediye Gündüz de, “İnsanoğlunun doğayı sebepsiz yok etme hırsı ve ekonomik kaygılarının yerküreye ne kadar zarar verdiğini Avlan Gölü örneğinde gördük. Bölgede yaşayanlar ne kadar büyük bir hata yaptıklarını Avlan kuruduktan kısa süre sonra anladı. Her şeye rağmen gölün mavi suları gelecek için umut veriyor. Eskisi gibi etrafına hayat veren bir sulak alanımız olmayacak ama yaklaşık 200 hektarlık göl alanı ve 1-2 metreyi aşmayan derinlik bize doğanın direnme gücünü gösteriyor” dedi.
Gelin saklı cennetlere bir göz atalım
Doğu Anadolu’nun karla kaplı yüksek dağlarının arasında, canlılar için yaşam sunan saklı kalmış cennetler doğal özelliklerini maalesef yitirmeye başladı. Türkiye-Gürcistan sınırında yer alan Aktaş Gölü 2 bin 700 hektarlık alanı ve irili ufaklı 12 adacığı ile Doğu Anadolu’daki zengin sulak alanlarımızdan biri. Soda oranı fazla olduğundan, diğer göllere göre daha geç donan Aktaş’ı iki dere besliyor. 200’den fazla kuş türünün yaşadığı gölde tepeli ve ak pelikanın kuluçkaya yattığı biliniyor. Aktaş Gölü’nde Türkiye’de bir arada bile görülmeyen bu türlerin üremesinin en önemli sebebi ise koruma ve kontrolünün askerler tarafından yapılması. Gölün çok yakınından geçen karayolundan çıkan ses, gaz ve ışık kirliliğinden kuşların rahatsız olduğunu söyleyen Kuzey Doğa Derneği Başkanı Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu, “Karayolunun gölün 2-3 kilometre uzağından geçmesi lazım” dedi.
Yok olmanın eşiğinde
Kars-Iğdır sınırındaki Aras Nehri Kuş Cenneti, uluslararası öneme sahip bir sulak alan. Çünkü alandaki kuş, memeli, sürüngen ve amfibi türlerinden 24’ünün soyu küresel ölçekte yok olma tehlikesinde. 12 kuş türünün soyu ise Türkiye çapında yok olma tehlikesinde. Şekercioğlu, “Aras Vadisi’ndeki araştırmalarda, yüzden fazla kuş türü tespit edildi ve Şikra Atmacası Türkiye kuş envanterine yeni tür olarak eklendi. Beş Parmaklı Arap Tavşanı Türkiye’de sadece Iğdır’da bulunuyor. Oysa ki, planlanan Tuzluca Barajı bu cenneti ve köyleri yok edecek” diye konuştu. Ardahan Putka Gölü’nün de betonlaşma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu belirten Şekercioğlu, ender görülen kuş türlerinden Anadolu Dağ Turnası’nın üreme alanının kurumak üzere olduğunu da sözlerine ekledi. Hassas Alanlar Daire Başkanlığı da, 1960’larda çöldeki bir vaha gibi çevresine hayat veren Putka Gölü’nün zaman içinde küçüldüğünü belirtiyor.
Kuyucuk Gölü’ne sahip çıkmalıyız
Doğu Anadolu’nun ilk Ramsar alanı olan Kuyucuk Gölü, Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu’nun çabalarıyla 2009’da Avrupa Komisyonu tarafından ‘Avrupa’nın Seçkin Turizm Cenneti’ seçildi. Türkiye’nin ilk kuş üreme adası da olan Kuyucuk Gölü’nde, Kuzey Doğa Derneği su seviyesinin 13’den 4 metreye düştüğünü belirledi. Çevredeki tarlalardan göle; nitrat, fosfat ve diğer kimyasal maddeleri taşıyan suların sızma ihtimali olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Şekercioğlu, “Gölde 228 kuş türü kaydettik. Bunların 14’ünün soyu küresel çapta, 20’sinin soyu ise Türkiye çapında yok olma tehlikesi altında. Bu nedenle Kuyucuk’a sahip çıkmalıyız” diye konuştu.
Kirlilik lagün için ciddi bir tehlike
Barındırdığı bitki ve hayvan yaşamı nedeniyle Türkiye’nin önemli ekosistemlerinden biri olan ve kuş cenneti olarak anılan Akyatan Lagün (Gölü) kirlilik tehdidi altında. Seyhan ve Ceyhan nehirleri ile Berdan Çayı’nın taşıdığı alüvyonlarla oluşan Akyatan Lagünü, Balkanlar ve Kafkaslardan gelerek Türkiye üzerinden Afrika’ya göç eden kuş popülasyonu için hayati öneme sahip. Doğa Araştırmaları Derneği, lagünde 58’i Bern Sözleşmesi’ne göre koruma altında olan 184 kuş türü tespit ederken, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün bu yıl yaptığı çalışmada da lagünün 200 binden fazla su kuşuna ev sahipliği yaptığı belirlendi. Son 20 yılda, bir alanda bulunan en çok flamingonun tespit edildiği lagünün çevresi Türkiye’nin vahşi yaşamı için çok önemli olan saz kedisi açısından da oldukça zengin. Yeşil deniz kaplumbağaları (Chelonia mydas) ve denizkaplumbağaları (Caretta caretta) da bölgenin diğer doğal zenginlikleri arasında yer alıyor.
Tehlike çanları çalıyor
Lagünü tehdit eden en büyük tehlike kirlilik. Su kanalları her yıl binlerce ton fabrika ve sanayi tesisinin atıklarını göle taşıyor. Çevredeki tarım faaliyetlerinde kullanılan suların boşaltılması da eklenince gölün üstünde kara bulutlar dolaşmaya başlamış. Yoğun kirlilikten dolayı gölde bataklaşma başlarken, göl çevresindeki yerleşimler de kirliliği artırıcı etki yapıyor. Pek çok bilim insanı gölün kurtarılması için çalışıyor.
Sulak alanlarımızın kalitesi düşüyor
Marmara, doğal göl bakımından oldukça zengin bir bölge. Fakat şanslı coğrafyada yaşayanların bu müthiş hediyelerine iyi bakmadıklarını söylemek mümkün. Su kalitesi her geçen gün bozuluyor. İstanbul, Kocaeli, Bursa, Çanakkale gibi Türkiye’nin en büyük endüstri kentlerinin bulunduğu Marmara Bölgesi’ndeki göllerin sanayi kirliliğinin pençesinden kurtarılması için çaba harcayan bilim insanlarından olan Prof. Dr. Meriç Albay, yıllardır izlenen yanlış politikalar sonunda kaygı verici boyutlarda ekolojik yıkımlar yaşandığı görüşünde.
Prof. Dr. Albay, “Gelişmiş ülkeler doğal yaşam alanlarındaki bitki ve hayvan yaşam çalışmalarını 1940’larda bitirdi. Türkiye’de ise günümüzde bile hala tanımlanamadı. Birçok tür yanlış uygulamalar nedeniyle tespit edilemeden ortadan kalktı” şeklinde konuştu. Bölgedeki en önemli sulak alanlarından biri; milyonlarca kuşun uğrak, üreme ve beslenme alanı olan Manyas (Kuş Cenneti) Gölü. Ortalama üç metre derinliği olan gölün bulanık görüntüsü koloidal kil içermesinden kaynaklanıyor. Göl, özellikle plankton ve dip canlıları açısından oldukça zengin. Manyas’ın tamamı 1977’de ‘Yaban Hayatı Koruma Sahası’ haline getirildi. 1981’de Milli Park ve SİT alanı ilan edilen Manyas, 1994’te Türkiye’nin ilk beş Ramsar alanından biri olarak seçildi. İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Meriç Albay’ın Manyas’la ilgili değerlendirmesi şöyle: “Manyas, büyük ekolojik sorunlarla karşı karşıya. Sığırcık Deresi üzerinde kurulan fabrikaların atıklarının yanı sıra göl çevresinde kontrolsüzce kullanılan tarımsal ilaçlar ve gübreler büyük tehdit. Karacabey Ovası’nın sulanması için göl su seviyesinin aşırı yükseltilmesi, Kocaçay Deresi üzerine Manyas Barajı’nın yapılmasıyla su rejiminin değişmesi, bir istilacı balık türü olan İsrail Sazanı’nın atılması çevre felaketleri doğuruyor. DSİ’nin yanlış uygulamaları nedeni ile göl su kalitesinde önemli bozulmalar meydana gelirken, toplu balık ölümleri ve kuş ölümleri gözleniyor. Göl suyunun ağır metaller bakımından da sorunlu olduğu, göl çevresinde kurulu sanayi tesislerinin atıklarının göl ekosistemini tehdit ettiğini biliyoruz. Manyas Gölü bir baraj gölü gibi işletildi. Gölün güneyinde sazlık sistemi yok oldu. Su seviyesinin yükseltilmesiyle kuşların beslenme alanları sular altında kaldı. Önlem alınmadığı takdirde gelecek yıllarda tamamen kaybedilme riski var.”
Tarım ilaçları bilinçsizce kullanılıyor
Toplu balık ölümleri Marmara’nın en büyük gölü olan İznik de, 70 metre derinliği ile büyük bir su potansiyeli barındırıyor. Çok sayıda canlı türüne ev sahipliği yapan göl çevresi tarımsal faaliyetlerde kullanılıyor. Bilinçsizce kullanılan tarımsal ilaçlar ve gübreler ise gölün su kalitesini etkiliyor. Mayıs-Ekim arasında görülen aşırı alg artışı nedeniyle gölde balık ve kuş ölümleri yaşanıyor. Su kalitesinin bozulmasına evsel ve endüstriyel atıkların neden olduğunu söyleyen Prof. Dr. Albay, “Derin göllerin kirlenmesi oldukça zordur. İznik Gölü gibi derin bir gölde kitle halinde balık ölümleri tamamen ‘ekosistem temelli’ göl yönetimi yerine, ‘su bütçesi temelli’ yönetim stratejisinden kaynaklanıyor. Bu yaklaşım gölde yaşayan birçok balık türünü ortadan kaldırdı, gölün en ekonomik türlerinden kerevit avını 300 tonlardan 15-20 tonlara geriletti. Yayın balığı ortadan kalktı. Göl suyunun yüksek oranlarda pestisit (karışım ilaç) içerdiği, bu kimyasalların balıklarda birikim yaptığı ortaya çıktı. Yasal olarak DSİ’den izinle açılması gereken kuyular, gölü besleyen en önemli kaynakları da yok ediyor. Göle oksijeni taşıyan derelerin akış hızının kesilmesi de büyük sorun. İznik için zaman kaybetmeksizin yönetim planı çıkarılmalı, göl çevresinde önlemler alınmalı” değerlendirmesini yaptı.
Sapanca’nın çocukları
Yüksek kalitedeki suyuyla bilinen Sapanca, Sakarya Kenti’nin içme suyunu karşılıyor. Fakat havzasında son yıllarda hızla artan endüstri tesisleri ve yerleşim birimlerinin arıtılmamış atıkları göle boşalıyor. Sapanca Gölü’nün serin sularında yüzen çocuklar, doğal mirasımıza sahip çıkılmasının gelecek kuşaklar için önemini kanıtlıyor.
Yabancılar değerinin farkında
İstanbul’un çok yakınında yer almasına rağmen doğal zenginlikleri halen fark edilemeyen Acarlar Longoz Gölü, barındırdığı canlı çeşitliliği ile dikkat çekiyor.
2 bin 300 bitki türü bulunan longozda su menekşesi, su lalesi ve nilüferler dikkat çekici güzellikleriyle göle renk katıyor. Gölde insan müdahalesiyle meydana gelen tahribatları araştıran ve çözüm önerileri geliştiren Prof. Dr. Barbaros Gönençgil, “Dünya doğa mirası olabilecek kadar zengin Acarlar Longozu yerini zarar görmüş bir ekosisteme bırakıyor. Özellikle kurak mevsimde suların çekildiği yerlerde yapılan tarım faaliyetleri ve kurutulan alanlarda insan kullanımlarının yoğunlaştığı yerler oluştu. Evsel ve tarımsal kirleticilerin izleri var” dedi.
Fotoğrafçıların favorisi
Birinci Derece Doğal SİT Alanı olan Acarlar Longozu’nun çevresi tamamen dişbudak ormanıyla çevrili. Doğa fotoğrafçıları için birbirinden ilginç görüntüler sunan longoz, nilüfer çiçeklerinin suyun üzerinde dansını cömertçe sergiliyor. Yayın, kızılkanat, sazan, turna gibi balık çeşitleri, yaşayan longozun üzerinde uçan ördekler ve sakarmekeler muhteşem bir ekosistemin varlığını kanıtlıyor. Ancak Prof. Dr. Barboros Gönençgil, 1970 yılından itibaren tarım alanlarının genişletilmesi amacıyla suyunun tahliye edilmesiyle gölün yaklaşık yüzde 40 oranında kuruduğunu söylüyor.
Acarlar Longozu’nun korunması için çabalayan Yılmaz Sütçü ise, özellikle kaçak avcıların yaban hayatını yok ettiğini belirtiyor. Çocukluğunda gölde yüzdüğünü söyleyen Yılmaz Sütçü, “Doğa harikası bir yer burası. Değerinin bilinmemesi beni üzüyor. Yakındaki derelerden göle kirlilik taşınmasının önüne geçilmeli. ABD’den, Kanada’dan, Avustralya’dan yabancı misafirler gelerek alabalığımızı yiyorlar ama çok yakınımızdakiler değerini bilmiyor” dedi. Acarlar Longozu’nun korunması için çalışan Yılmaz Sütçü, buraya daha çok misafirlerin yurtdışından gelerek alabalıkların tadına baktıklarını ama Türkiye’den rağbet görmediklerini anlatıyor.
İğneada Longozu’nda nükleer endişe
İğneada Longozu, Istranca ormanları içinde yer alıyor. 1978’den beri Av ve Yaban Hayatı Koruma Sahası olan İğneada Longozu, 1988’de Tabiatı Koruma Alanı statüsüne erişti. SİT alanı da ilan edilen yedi gölün yer aldığı alanda, yok olma tehlikesi yaşayan ak kuyruklu kartal, küçük yeşil ağaçkakan ve bakır kelebeğinin yanı sıra su samuru, geyik ve karaca popülasyonu bulunuyor. Alanı bekleyen tehlikeyse İstanbul’a içme suyu kazandırma çalışmaları. Tatil merkezi gibi çeşitli inşaatlar da göllerin kıyısına uzanmaya başlamış. Yapılması planlanan üç nükleer enerji santralinin de bu bölgeye yapılacağının konuşulması çevrecileri endişelendiriyor. Doğal Yaşamı Koruma Vakfı Başkanı Nusret Türkkan, “Önümüzdeki yıllarda temiz suya olan ihtiyaç artacak. Buralarda nükleer ve termik santral projelerine girilmesi longoz ve Istranca ormanları için ölüm fermanı demektir” diyor.
Doğanın insanlığa dersi: Aral Gölü
Kuzey Özbekistan ve Karakalpak Özerk Bölgesi’nde yer alan Aral, nedeyse Karadeniz’e eşit yüzölçümü maviliğiyle yerkürenin insanlığa bir hediyesiydi. İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Kural, 50 yıl önce dünyanın en büyük iç denizleri arasında sayılan Aral Gölü’ndeki hızlı tükenişi doğanın insanlığa verdiği önemli bir ders olarak değerlendirdi. Prof. Dr. Kural, “1960 yılına kadar Aral Gölü 68 bin kilometre karelik yüz ölçümüyle yeryüzündeki göller ve iç denizler arasında dördüncü sırayı alıyordu. Deniz yüzeyinden yüksekliği 53, ortalama derinliği ise 20 metreydi. Kuzey-güney kıyıları arasındaki uzaklık 453 kilometre, doğu-batı kıyıları arasındaki uzaklık ise 290 kilometreydi. Gölün masmavi ve en derin kesimlerinde dahi dibinin görülmesine imkan tanıyacak kadar berrak sularında çok sayıda balık, pelikan ve diğer deniz kuşları barınırdı. Bundan da önemlisi gölün oldukça zengin balık varlığı vardı. Gölün kuzey kıyısında bulunan Aralsk İstasyonu’nda duran trenlerden inen yolcuların, Aral Denizi’nden çıkarılan birbirinden lezzetli balıkları satın almak için kuyruğa girdikleri günler de yine aynı yıllara rastlıyor. 1960 sonrasında, gölü besleyen en önemli ırmaklar olan Seyhun ve Ceyhun’un sularının yönlerinin pamuk üretimini artırmak adına tarımsal sulama amacıyla değiştirilmesi sonucu, ayrıca buharlaşmanın da etkisiyle Aral Gölü’nde su düzeyi sürekli olarak azaldı. 1980’lerde bu iki ırmak yaz aylarında göle ulaşamadan kurumaya başladı” dedi.
Dörtnala sona yaklaşıyor
Kural şöyle devam etti: “Kuruma, göldeki tuz ve mineral oranının hızla yükselerek tüm balık varlığının yok olup gitmesine, suda yaşayan diğer canlıların sayılarının büyük ölçüde azalmasına ve göl sularının içme suyu olarak kullanılamaz hâle gelmesine yol açtı. 1987’de göl kenarında bulunan Aralsk ve Munyak şehirleri, kilometrelerce içeride kaldı. Gölün kuruması, iklim koşullarının sertleşmesine neden oldu. Yeraltı suları azaldı, nehirlerin deltaları değişti ve su kaynaklarının seviyeleri alçaldı. Göl kıyılarındaki balıkçılık durdu. Bir zamanlar deniz kıyısından kilometrelerce içeriye doğru uzanan yemyeşil ormanlar ve lâle bahçeleri yöreden geçenleri büyülerken, şimdi göz alabildiğine uzanan tuzlu kumluk arazi, görenleri şaşkınlık ve dehşete düşürüyor. Denizin çöle dönüşen kısımlarında kalan tekneler, çocuklar için tehlikeli oyun alanına dönüştü. İnsanlar bu büyük ekolojik değişimlerin etkisiyle çeşitli sağlık sorunlarıyla karşı karşıya. Yeni doğan bebekler doğuştan sağlıksız. 1990’ların başlarında, daha az sulama gerektiren tarımsal ürünler ve yöntemlerin benimsenmesi yoluyla Seyhun ve Ceyhun’un sularının büyük bölümünü Aral Denizi’ne ulaşmasını sağlayacak kurtarma programı gündeme geldi. Volga Nehri’nden buraya su taşımak da bir çözüm olmayacak. Zaten yıllardır insanlığın kayıtsızca izlediği hata ve ihmaller sonucu gelinen noktadan geriye dönüş zor. Sonuç olarak dünya, yas içinde ve büyük bir pişmanlıkla Aral Denizi’nin dörtnala yaklaştığı sonu izliyor”.
Su Kanunu yenilenmeli
Yazı dizisi için Anadolu coğrafyasını karış karış gezerken, sandığımızın aksine umutsuz olmamamız gerektiğini gördük. Evet göllerimiz tükeniyordu, ama onları kurtarmak için çırpınan insanlar da vardı. Bilim insanları, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, çevre örgütlenmeleri ve dernekler, gönüllüler ve göl çevresinde yaşayan duyarlı kişiler ile devlet kurumlarının yöneticileri sayfalarımıza taşıdığımız örnek çalışmalarıyla umut oldular. Yazı dizimizin sonunda konunun en önemli tarafı olan Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün görüşlerine yer verdik. Bakanlık yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Su kaynaklarına sahip çıkmak maksadıyla atılan en önemli adım 1926 yılında çıkan ve köklü bir değişim olmadan bugüne kadar gelen Su Kanunu’nun yenilenmesidir. Tasarı yasalaştığında ülkemiz su ile alakalı en ileri düzeyde koruma sağlamış olacaktır”.
Açıklamada Türkiye’de 300 sulak alanın bulunduğu ve 1 milyon 645 bin hektarı aşan sulak alanların 135’inin uluslararası öneme sahip olduğu bilgisine yer veren bakanlık, Dünya Sağlık Teşkilatı’nın sıtmayla mücadele çalışmaları kapsamında, 1950’li yıllarda sadece 118 bin hektar sulak alan kurutulduğunu belirtti.
Sulak alanların korunması için projeler
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, son yıllarda etkisini daha fazla hissettiğimiz iklim değişikliğinden sulak alanların da olumsuz etkilendiğini kaydederek, başlatılan projelerin ise hız kazandığını belirtti. Bakanlık, hem küresel iklim değişikliğinin olumsuzluklarını önlemek hem de insan etkilerinden zarar gören gölleri kurtarmak için yapılan çalışmaları şu şekilde sıraladı:
* Konya-Akgöl: 1970’lerde kuruyan Akgöl’e, Alman Çevre Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanlığı’nca birlikte yürütülen Sulak Alanlar ve İklim Değişikliği Projesi kapsamında sedde inşa edildi.
• Konya, Ereğli Sazlıkları: 1995’de Tabiat Koruma Alanı olarak ilan edilen Ereğli Sazlıkları aşırı kuraklık nedeniyle neredeyse tamamen kururken, 2012’de ortak bir proje başlatıldı. Teknik uzmanlar doğal malzemelerle seddeler yaparak sazlıkların yılın her günü ıslak olması için çabalıyor.
• Konya, Beyşehir Gölü: Derebucak Havzası’nın suları Beyşehir Gölü’ne aktaracak bir proje geliştirildi. Proje için Derebucak Prof. Dr. Yılmaz Muslu Barajı yapılırken, Gembos Derivasyonu adıyla anılan yılda 130 milyon metreküp su Beyşehir Gölü’ne aktarılıyor.
• Kırşehir- Seyfe Gölü: Seyfe Gölü için, hem insan varlığını hem de kuş popülasyonunu koruyacak şekilde ekoloji düzenlendi.
• Kayseri-Sultansazlığı: Kayseri’de sulama maksatlı olarak inşa edilen Zamantı Tüneli’nden Sultansazlığı’na su aktarılarak ekolojik denge sağlanmaya çalışılıyor. Su seviyesiyle birlikte kuş sayısında da önemli artışlar yaşandı.
• Antalya-Avlan Gölü: Türkiye’de ilk, dünyada ise sayılı olan geri kazanılmış sulak alan olma özelliğine sahip Avlan Gölü, mevsimlik aksaklıklara rağmen tekrar göl sahası haline geldi. Göldeki su seviyesini yükseltmek için, Çayboğazı Barajı’nın ihtiyacı üzerindeki fazla suları Akçay Deresi’yle Avlan Gölü’ne aktarılıyor. Avlan, Kara Leylek, Angıt, Çamurcun gibi toplam 23 kuş türünün uğrak yeri oldu.
• Bursa-Uluabat Gölü: HES projesi ile hem temiz enerji üretmeye başlanmış, hem de santralden bırakılan bol oksijenli ve daha hızlı su akıntısıyla göl içerisindeki su akışı arttırılmış.
• Balıkesir-Manyas Gölü: Manyas Gölünü besleyen Manyas çayına yapılan tesisler ile göldeki su seviyesini aşırı oranlarda azalıp artmasının önüne geçildi. Böylece orada yaşayan kuş türlerinin hayat alanları koruma altına alındı.
• Aydın- Bafa Gölü: Yeni projeyle temiz su Bafa Gölü’ne verilerek göl tuzluluğu azaltılıp, balık ve kuş çeşitliliğinde artış sağlandı.
Haber: Gökhan Karakaş-Milliyet
Fotoğraflar: Ozan Güzelce