'Çabalama Kaptan Ben Gidemem'

Müh.A.İlker MEŞE

Bir kitabı yazmaya başlarken,bazen yakaladığım güzel deyişleri,farklı anıları sizler paylaşayı seviyorum.
Bu benim 6.kitabım olacak.Konusu ”ŞİRKETİ HAYRİYE VAPURLARI, EFSANE KAPTANLARI ve İSKELELER”bunların yanında Şirketi Hayriye Vapurlarının değişik hikayelerine de tanıklık edeceksiniz.
Kitabın içinde “Çabalama Kaptan Ben gidemem” deyiminin nereden geldiğini öğrendiğimde bunu paylaşmaya karar verdim.Umarım beğenirsiniz.

 

Şirket-i Hayriye’nin 1 numaralı Rumeli, 2 numaralı Tarabya, 3 numaralı Göksu, 4 numaralı Beylerbeyi, 5 numaralı Tophane ve 6 numaralı Beşiktaş isimli ahşap yandan çarklı yolcu vapurlardı. İngiltere’de Medine nehri ile ayrılmış Wight Adası'ndaki ana Cowes kasabasının karşısında yer alan bir yat limanı olan East Cowes´de, John Robert White adlı işadamının sahibi bulunduğu Maudslay fabrikasının tezgâhlarında 1852 yılında üretildi. 1853 yılında İstanbul’a getirilen vapurlar,1854 yılında hizmete girdi. 1864 yılında hizmet dışı kaldılar.


Asırlar boyunca İstanbul (Sayı 14) “İstanbul’da Ulaşım araçları” dergisinden ilk vapurlarından.

İlk vapurlar, İlk seferler

Şirketi Hayriye’nin “uzun bacalılar” filosunu oluşturan bu ilk gemilerinin tekneleri ahşaptı, yandan çarklarını döndüren makineleri 60’şar beygir gücündeydi. Hızları saatte 5-6 mil arasında değişiyordu. Yani kürekli bir sandaldan biraz hızlıydı..
Bu ilk gemiler, günümüze göre çok ilkel idi. Örneğin, kaptan köprüleri bugünkü gibi kapalı değildi. Yaz aylarında, gecenin serinliği içinde açık bir köşkten gemiyi yönetmek kolay oluyordu da, kışın özellikle ,fırtınanın denizi kasıp kavurduğu gecelerde kaptanlık yapmak zordan da öte bir olaydı. Kaptanlar bu yüzden kış aylarında rüzgar, yağmur ve kardan korunmak için pöstekilerden yapılmış kocaman kaputlar giyer, yolcular odun sobasında ısıtılan kamaralarda seyahat ederken ayazdan morarmış bir yüzle dümen başında çevreyi gözlerlerdi. Arada bir gemicilerden biri gelir, sobaya odun atardı.

Gemilerde çağımızdakilerde olduğu gibi ,elektrik kalorifer gibi konfor yoktu. Akşam olunca tayfalar birer ikişer kamaraların ,güvertenin ışıklarını yakar, içerdekiler bu ölgün ışık altında birbirlerinin yüzünü bile seçemeden yolculuk yaparlardı.
Kış aylarında ise vapurun umumi salonu olarak kullanılan büyük kamarada soba yakılır ,yolcular bu sobanın çevresinde kümelenerek yol boyunca sohbet ederlerdi. Arada bir sobanın çekmediği, ortalığı koyu bir duman sardığı da olurdu. O zaman pencereler açılır, içerisi havalandırılırdı.


    Eski Boğaziçi vapurlarında kadınlar kısmı(Çizen :Münif Fehmi)

Gemilerde kadınlar için arka tarafta bir kamara ayrılmıştı. Binenler karı koca dahi olsalar, yol boyunca ayrı bölümlerde otururlardı.
Bu ilk gemilerin tam ortasında iki yanda çark, önünde ve arkasında iki salon bulunuyordu. Üstte ise güverte yer almaktaydı. Yaz aylarında açık güvertede püfür püfür esen Boğaz rüzgarına karşı yolculuk yapmak da bir zevkti, ama arada bir insanın üzerine yağmur gibi inen kurumlar bu zevki ,bazen öfkeye dönüştürürdü.
Şirketi Hayriye gemilerinin izleyecekleri yol da belirlenmişti. Gemi, köprüden kalktıktan sonra Büyükdere’ye varıncaya kadar “Orta tarikiyle ”kıyıdan açıkta gidecek, kayık trafiğinin için girmeyecekti.


 Ahmet İhsan kitabından alınmıştır.

 

 Kaptanların ,kayıkların yoğun olduğu bölgelerde tam yolla gitmeleri de yasaklanmıştı.
Bunun yanı sıra gemiler ,bir tedbir olarak güneş battıktan sonra çalıştırılmıyordu. Ancak fırtınalı havalarda güneşin batımından yarım saat sonraya kadar çalışma izni verilmişti.
Daha sonra alınacak olan gemilere oranla, gerek hız, gerekse tonaj bakımından çok düşük olan bu gemiler özellikle akıntının yoğun olduğu bölgelere gelince adeta yerinde saymaya başlardı.Çarklar büyük bir gürültüyle denizi dövercesine çevreyi köpükleyerek dönerken gemi yerinde duruyor gibi görünürdü.

Kaptanın tüm çabalarına karşılık geminin akıntıyla boğuşurken ,çok yavaş ilerlemesi “Çabalama Kaptan ben gidemem” deyiminin halk arasında yerleşmesine yol açtı. Bugün de kullandığımız bu deyimin yaratıcıları ,Boğazın akıntılarına karşı yol alma savaşı veren Şirketi Hayriye’nin ilk gemileridir.

Kaynak: Yıllar boyu tarih Ekim 1982 sayısında Ertan Ünal’ım “Boğaziçi’nin gerçek mimarı Şirket-i Hayriye “araştırması.