“Siyaset artık geçmişteki gibi değerler ve rejim üzerinden değil, son yıllarda alışkın olmadığımız biçimde ilk kez sorunlar ve projeler üzerinden yapılıyor. Toplum yeni bir anayasa bekliyor. Başta Kürt sorunu olmak üzere birikmiş bütün sorunların çözümünü istiyor” diyen Mahmut Övür, Türkiye’nin 12 Haziran’da yapacağı seçimin sadece önümüzdeki beş yıllık süreci değil, bundan çok daha ilerisini etkileyecek bir seçim olduğunu dile getiriyor. “Peki, siyasi partiler bu beklentilere hazırlıklı mı?” diye soran Övür, makalesinde siyasi partilerimizin mevcut durumunu değerlendirerek, bu portre çerçevesinde seçimin olası sonuçlarına ayna tutuyor…
12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak seçim, geriye dönülüp bakıldığında Türkiye’yi çok partili sisteme götüren, 15 Mayıs 1950 seçimlerini bile aşan bir öneme sahip. Bu nedenle Türkiye, tarihi bir seçimin eşiğinde… Tarihi bir seçim diyoruz, çünkü Cumhuriyet, tek partili dönemden, “Yeter Söz Milletin…” diyerek, çok partili sisteme geçmesine rağmen ne yazık ki hala demokrasiyle buluşamadı. Araya askeri darbeler, kurumların müdahalesi, devlet eksenli anayasalar girdi ve süreç bugüne geldi. Ama artık Türkiye, bu dar siyasi elbiseye sığmıyor. Dünyayla buluşmak, özgürleşmek ve zenginleşmek istiyor. Son 20 yıl, bu değişim arzusunun açığa çıktığı yıllar oldu. Türkiye toplumu, bu arzuyla sancılı da olsa Cumhuriyetin başından beri var olan bütün sorunlarla yüzleşti, tartıştı ve öğrenmeye çalıştı.
Şimdi Türkiye bu seçimiyle, sorunlarını çözme dönemine giriyor. Doğrusu siyasi yapı da bu anlayışa uygun bir değişim içinde. Siyaset artık geçmişteki gibi değerler ve rejim üzerinden değil, son yıllarda alışkın olmadığımız biçimde ilk kez sorunlar ve projeler üzerinden yapılıyor. Toplum yeni bir anayasa bekliyor. Başta Kürt sorunu olmak üzere birikmiş bütün sorunların çözümünü istiyor. İşte bu yüksek beklentiler nedeniyle 12 Haziran seçimleri sadece önümüzdeki beş yılı değil, çok daha ilerisini etkileyecek önemde bir seçim… Peki, siyasi partiler bu beklentilere hazırlıklı mı?
AK Parti’de ‘Ustalık’ dönemi
Önce şu tespiti yapmakta yarar var. Siyasi partilerimiz ağırlıkla seçim sath-ı mailine kendi içlerinde ciddi bir “değişim” yaparak girdi. Başbakan Erdoğan üçüncü iktidar dönemine hazırlanırken, siyasal yürüyüşünü “Çıraklık, Kalfalık ve Ustalık” üçlemesi ekseninde dile getirdi ve kadrolarını da buna göre yeniden yapılandırdı. Bu nedenle kısa AK Parti tarihinde ilk kez bakanları dâhil birçok etkili isim farklı illerden aday gösterildi, yüzde 55’i aşkın milletvekili meclis dışı kaldı. Vaatler konusunda da AK Parti iddialıydı. 2023 vizyonuyla halkın karşısına çıkan AK Parti, siyasal, sosyal, ekonomik, çevre ve kentlerle ilgili çok sayıda vaat açıkladı. Ekonomik vaatleri göz doldururken, yeni anayasa ve Kürt meselesine ilişkin yaklaşımları tatmin edici bulunmadı. Kuşkusuz bu, AK Parti’nin hala en değişimci parti olmadığı anlamına gelmiyor. AK Parti son dokuz yıllık iktidarı boyunca asker sivil ilişkilerinden, ekonomiye, dış politikadan Kürt meselesine birçok alanda tarihi adımlar attı ve değişimci kimliğiyle toplumda ciddi bir karşılık yarattı. Şimdi kadın ve genç adayların öne çıktığı, “sadakat ve liyakat” dengesinin kurulduğu bir liste ve önemli vaatlerle üçüncü kez halkın karşısına çıkıyor. AK Parti’nin seçim sürecindeki en önemli kozu, karizmatik lideri, icraatları ve hiç kuşkusuz darbe heveslisi cuntacılara, çetelere karşı duruşu olacak.
Değişim ve CHP
Değişimin en yoğun yaşandığı parti hiç kuşkusuz CHP’ydi. CHP’de 22 Mayıs 2010 kurultayıyla Kemal Kılıçdaroğlu dönemi başladı. CHP’nin son 20 yılına damgasını vuran Deniz Baykal’ın istifasıyla başlayan bu süreçle sadece kadrolar altüst olmadı, “rejim-laiklik” eksenine sıkışan “devletçi” siyaset dili de değişime uğradı. Bu değişim, seçim sürecine girilirken de sürdü. Milletvekili listeleri açıklandığında eski kadroların çoğu yer almadı. Baykal ve Önder Sav kadroları tasfiye olmuş, CHP yenilenmişti. Ama ilginçtir, laik-devletçi parantezinden kurtulan CHP bu kez “Ergenekon” yüküyle çıkmıştı seçmenin karşısına. Listelerinden gösterdiği Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Sinan Aygün ve son olarak sürpriz bir biçimde kontenjandan aday olan İlhan Cihaner, CHP’yi tartışma zemininde tuttu. Tüm muhalefetin şemsiyesi olmayı amaçlayan CHP’nin, bu yükü taşıması tartışılsa da, siyaseti projeler üzerinden yürütmesi seçmen kitlesini hareketlendirdi. Ne kadar yeni seçmen kazanır bilinmez ama CHP’nin, eskisiyle kıyaslanmayacak bir oy oranına kavuşacağı çok açık.
MHP de kadrosunu yeniledi
12 Haziran seçimlerinin en kritik ve nasıl bir sonuç alacağı bilinmeyen partisi MHP… “Devletçi-Milliyetçi” bir alana sıkışan MHP, siyasal kutuplaşmanın da etkisiyle AK Parti ve CHP’nin kuşatması altında. Orta Anadolu’daki muhafazakâr tabanının AK Parti’ye, kıyılarda ve Batı’daki laik-devletçi tabanının ise CHP’ye yöneleceği bekleniyor. MHP’nin bugünkü haliyle bu kuşatmadan kurtulması zor görünüyor. Sadece Güneydoğu’da şiddetin yükselmesi bu kuşatmayı tersine çevirebilir. MHP de bu dönem milletvekili kadrolarını, diğerleri kadar olmasa da yeniledi. Eskiden merkez sağa giden kadrolarının bir kısmı geri dönerken, Balyoz Darbe davasından yargılanan Engin Alan’ı aday yapması, MHP’nin bugüne kadar Ergenekon’a mesafeli duran çizgisinde kırılma yaşandığını gösteriyor.
BDP, bağımsız adaylar ve veto
12 Haziran seçimlerinin sürpriz çıkışını ise BDP yaptı. BDP Kürt siyasi hareketleriyle ilk kez bir araya geldiği gibi, Türkiye solunun etkili isimlerini de listesine alarak bağımsız adaylığa rağmen iddialı olduğunu gösterdi. Kürt sivil siyasetinin önemli ismi Şerafettin Elçi, muhafazakâr kimliğiyle son dönemin etkili aydını Altan Tan ve sosyalist solun makul ismi Ertuğrul Kürkçü, yeni dönemde Kürt siyasetinin sivilleşeceğine işaret ettiği gibi, bu çeşitlilik çok tartışılan Türkiye partisi olmaya gidişin de ilk adımı… Seçimlere parti olarak girmeyen BDP’nin, bağımsız adaylık girişimi aslında demokrasi ve toplumsal barışı gerçekleştirme açısından bir fırsat. Ne yazık ki yıllardır devlet ve siyaset kurumu bu fırsatı bir şansa dönüştüremedi. Oysa yüzde 10 barajına rağmen bağımsız milletvekili seçilip gelmek, çözümü parlamentoda aramak, sivilleşme arzusunun bir göstergesi. Ayrıca bu çaba, bölge insanının da, siyasi hareketlerin de yüzünü Ankara’ya döndüğünü, ortaklaşa bir hayat istendiğini gösteriyor.
Şiddetin devre dışı bırakılması, silahların susması klasik deyimle “düzovada siyaset”in önündeki engellerin kalkmasıyla mümkündü. 12 Haziran seçimlerine gidilirken, siyasetin normalleşmesi bu garabetin de ortadan kaldırılacağı umudu yaratmıştı. Ancak devreye hiç umulmadık bir biçimde “Eski Türkiye”yi temsil eden Yüksek Seçim Kurulu girdi ve adeta siyaseti bombaladı. Yüksek Seçim Kurulu’nun 18 Nisan’da aldığı 12 bağımsız adayın veto edilmesi kararı sadece Kürt siyasetine değil, normalleşme sürecine giren Türkiye’ye darbedir. Bu gerçek Türkiye’de başta Anayasa olmak üzere, darbe dönemlerinde hazırlanan tüm yasaların değiştirilmesi gerektiğini gösteriyor. Vesayetçi sistem, tıpkı 2007 seçimlerinden önce cumhurbaşkanlığı seçiminde uydurulan 367 garabeti gibi bu kez de bağımsız adayları veto ederek, siyaseti mecrasından çıkartmayı hedefledi. Böylece Türkiye kargaşa ortamına sürüklenecek ve Eski Türkiye’nin değişmesini istemeyenlerin karanlık senaryoları devreye girecek. Gerçekten kritik bir sürecin içinden geçiyoruz. YSK, 1960 ve 80 darbelerinden kalma seçim kanunlarıyla, değişen Türkiye gerçeğini görmezlikten gelemez. Ama geçmişte olduğu gibi verdiği kararda direnirse, kaybeden Türkiye olur. Umarız bu kararlar itirazlar sonucu değişir ve Türkiye rahat bir nefes alır.
Küçük partiler
12 Haziran seçimlerine giderken ilginç bir başka gerçek de, küçük partilerin durumu. Son iki genel seçimde yüzde 10 ila 40 arasında oy alıp meclis dışı kalan küçük partiler vardı. Ancak bu seçimlere giderken küçük partilerin seçim ittifakı arayışından bir sonuç çıkmadı. Saadet Partisi, DP, Türkiye Partisi, BBP ve Has Parti gibi partilerin nasıl bir sonuç alacağı da bilinmiyor. Görünen o ki, AK Parti ve CHP ekseninde iki partili bir yapıya doğru giden bir süreç var ve küçük partiler bu seçimde pek varlık gösteremeyecek.
Seçim sürecinin seyri, veto edilen bağımsız adaylarla ilgili kararın nasıl çıkacağına bağlı. YSK kararında direnir ve Meclis ekseninde yeni bir çözüm bulunmazsa, Türkiye’yi demokrasi şölenine dönecek bir seçim süreci değil, demokrasi ayıbıyla iç içe geçmiş kaotik bir seçim süreci bekliyor.
Vira Dergisi