Boğaz’ı gördüm kalmaya karar verdim

Kubat’la İstanbul Modern’de geçekleştirdiğimiz sohbetimizde; ondan, müzikten, hayattan ve bu satırlara sığdıramadığımız pek çok şeyden konuştuk…

Deniz aşığı Kubat ama öyle böyle değil! Bir kere maviye olan tutkusuyla hayran bırakıyor kendine. Ona denizi sorduğumuzda Boğaz’ı görüp “Burada yaşamam lazım, en azından bir ayağım burada olmalı”… “Denizin yanında olduğum zaman bu kentin yaşadığını hissediyorum. Yani bana denizsiz bir yer hipnoza uğramış, baygın, kendinde değil gibi geliyor” diyecek kadar içten anlatıyor maviye olan bağlılığını… Sonra o kadar doğal ve samimi ki insan onun yanında kendini tabiri caizse 40 yıllık dostuymuş gibi rahat hissediyor. Eee hal böyle olunca da konuştukça konuşasın, anlattıkça dinleyesin geliyor. Kubat’la İstanbul Modern’de geçekleştirdiğimiz sohbetimizde; ondan, müzikten, hayattan ve bu satırlara sığdıramadığımız pek çok şeyden konuştuk…

Önce Kubat ve kendine has yorumu desek…
Halk müziğine olan sevdam, genetik kodlama. Zaten yorumumda da bu hissediliyor. Kendime has gırtlağım var. Onu da çok arayışlar sonucu oluşturduğumu düşünüyorum. Sekiz yaşımdan beri elimde mikrofon var. Yorumum her albümde biraz daha oturuyor. Belçika’da doğmam, kolejde okumam, üç yıl kilise korosunda solistlik yapmam bana çok katkı sağladı. Orada solfej, klasik gitar eğitimi aldım ve batı müziğinin içinde oldum. Dünya müziğini de takip ediyorum. James Brown hastasıyım ve hareketli türkülerimdeki altyapıyı dinlediğinizde Funky gibi bir şey duyarsınız.

Türkülerinizde gurbetçi olmanızın ne kadar etkisi var?
Doğduğun andan itibaren annenin, babanın, memleketinin hasretiyle ve hayalleriyle büyüyorsun. Evde de daha çok gurbete giden Türklerin müziklerini dinliyorsun. Gurbete hangi bölgeden daha çok giden olmuş? Anadolu. Dolayısıyla onların müziği olan Halk Müziği’ni daha çok dinliyorsun. Bağlamayı beş yaşında kendi kendime çalarak öğrendim. Flâmenko hocam vardı, ona bir gün bağlamayı götürdüm. Çaldığımda “Bu nedir” diye sordu ve çok beğendi. Onların bizim müziğimize olan ilgisi beni biraz daha tetikledi. Klasik gitarla bu kültürü paylaştığımda hocamın bu müziği çözmeye çalıştığını gördüm. Dokuz yaşımdayken hocamın hocası olduğumu hissettim.

Yorumlayacağı türküleri nasıl seçersiniz?
Zevkimle gurur duyarım. Terazi burcuyum, hem estetik hem de müzik zevkim konusunda çok iyi olduğumu düşünüyorum. Radyoda bir şarkı duyayım, işte budur diyeyim yeter, gerisi alır başını gider. Bir de mükemmeliyetçilik var tabi. Hem melodisini çok sevmem hem de bana bir şeyler vermesi gerekli. Çok kısa melodiler de olabilir; o zaman sözler çok fazla şey ifade ediyor. Ama sesime uyması, ses rengimin ortaya çıkması lazım. Tabi ki sahneyle stüdyo da söylemek arasında fark var, stüdyoda o eseri ölümsüzleştiriyorsun. Tekrarlama şansın var, en güzelini bekliyorsun.

Ayrıca pek çok sanatçıyla düetleriniz de var…
Yasmin Levy hayranıyım. Geçen sene Yasmin’le Arena’da bir konser vermiştim; iki üç şarkısını düet yaptık. Muhteşem bir konserdi. O da benimle beraber İnce İnce’yi söyledi. Geçen sene yine sevgili Hakan Aysev ile opera söyledim. Pavarotti’den geçtim biraz zorlandım ama çok hoşuma gitti. İlk düetim Yıldız Tilbe’yle olmuştu. Funda Arar’la son albümde düet yaptık. Kişiliğiyle olağanüstü yorumuyla bayılırım kendisine. Arena konserinde de iki eser söyledik. Özlem Tekin yıllardır hayran olduğum bir sanatçı. Şebnem Ferah’ın da yeri çok ayrıdır. Özlem Tekin’le düet yapmak istedim çünkü son albümünde 15’li türküsü vardı, Tokat türküsü, onu söylemişti kendi tarzında. Onu yine senfoniye uyarlayalım ama altyapı yine rock olsun dedik ve beraber düet yaptık. Onun “Sen Anla” şarkısını söyledik, muhteşemdi. Özlem’in özellikle son albümünü inanılmaz seviyorum. “Erkekliğime ver” diye bir şarkısı var onu tek geçiyorum. Hüsnü Şenlendirici’yle iki şarkı yaptık. Konserimde böyle dip noktalar vardı. Bu arkadaşlarıma sizin aracılığınızla tek tek teşekkür ediyorum.

Kubat ilk günden beri farklıydı. Hala daha da öyle… Önümüzdeki süreçte bambaşka bir tarzla karşılaşabilir miyiz?
Olabilir. Tribal bir şey mutlaka yapmayı düşünüyorum ama gerçekten zaman lazım. İki yıldır yoğunluktan dolayı çok fazla uğraşamıyorum. Geçtiğimiz günlerde Arena’da senfoni yaptım. Şimdi onun DVD’si çıktı. Aslında ben çok otantik bir müzik yapmıyorum ama ses tınımda bu var ve bu güzel bir şey. Klasik müziği çok seviyorum zaten. Böyle çalışmalar önümüzdeki süreçte illa olacak…

Neden Belçika’da değil de burada albüm yapmayı tercih ettiniz?
Müzik için İstanbul’a gelmeden önce iki hafta İstanbul tatili yaptım. İlk 10 gün zaten büyüleyicidir. Son dört gün İstanbul’a Boğaz’a aşık oldum. Ve Boğaz’ı gördükten sonra İstanbul’da kalmaya karar verdim. Sonra “Burada yaşamam lazım, en azından bir ayağım burada olmalı” dedim. Nasıl yapacağımı düşündüm. 8-9 yaşımdan beri sahnedeyim ve albüm yapmayı hedefledim. Hemen bir demo yaptım ve Türkiye’ye geldim.

Yani ilk albüm İstanbul’a aşık olmanız paralelinde mi geldi?
Evet kesinlikle. Yoksa albüm ikinci plandaydı. Onu orada da yapabilirdim, bir şeyler yapıyordum zaten. Burada olmasaydı belki çok farklı bir yerde olabilirdim. Ama burada olup kendimi daha iyi ifade etmek ve beni daha iyi anlayabilecek insanlarla olmak daha keyifli diye düşünüyorum. Bir de Türkiye’de türkülerin durumunu ve müzik camiasını araştırdım bana göre eksikti.

Hayatınızda deniz bu kadar önemli yani…

Görüyorsun röportajı bile deniz kenarında yapıyoruz. Hikayesiyle İstanbul hala yaşıyor. Denizin yanında olduğum zaman bu kentin yaşadığını hissediyorum. Yani bana denizsiz bir yer hipnoza uğramış, baygın, kendinde değil gibi geliyor. İlk geldiğimde deniz İstanbul’un kalbi gibi gelmişti ve ben aşık oldum bu görüntüye. Aşık olduktan sonra tabi denizi algılamaya başladım. Mavi turu çok sevdim. Sağ olsun çok sevgili deniz tutkunu arkadaşlarım var, gezilerimizi onların teknesiyle yapıyoruz. Bizim yazlıkta bir İsmail ağabeyimiz var ve o küçük bir takaya sahip. Onunla balık tutmaya gidiyoruz. İkisini ayrı değerlendiriyorum, ikisi de çok keyifli.

Deniz anlamın da çok şanslı bir insan sayılmam. Belçika’da doğuyorsun, kısa bir deniz kenarı var. Aslında bir liman kenti Anders ama bizim oturduğumuz yerde sadece kanallar vardı. Avrupa’da hafta sonu cumartesi ve pazar her yer kapalı. Yani sistem seni boğar orada. Çok sıkıcı. Bu nedenle burası cennet. Denizi orda çok tanımadım, tam olarak denizi anlamam İstanbul’a gelişimde oldu. Daha önce tabi ki Türkiye’ye gelip bir aylık tatil yapmıştık; iki hafta köyde durur aile ziyareti yaparsın, iki hafta da ya Antalya ya Bodrum gezersin. Ama onlar deniz değildi, onlar tatildi. Denizden bir şey anlamıyorsun, plajda uzanmakla denizi algılayamıyorsun. Takada büyüseydim keşke, Karadenizliler çok şanslı bence. Deniz her şeyi değiştiriyor insanın ufkunu geliştiriyor.

Bildiğimiz kadarıyla deniz ürünleriyle aranız oldukça iyi en çok sevdiğiniz deniz mahsulleri neler?
Buğulama severim. Levrek çok severim. Dil balığını Avrupa’da çok severim çünkü orda soslama farklı oluyor. Mesela Leon diye Belçika’nın çok ünlü bir yeri vardır 80 yıllık bir mekan inanılmaz midye tavası var. İskandinav ülkelerinden geliyor o midye, yani burada çıkmıyor. Belçika bu konuda çok güzel, oranın has yemeğidir midye. Burada da ara sıcakları çok severim. Kalkan balığı güzeldir. Hamsinin yeri farklı. Çöpte fener balığı çok güzel oluyor. Kalamar ızgara ve yengeç çok severim. Küçük balıklara bayılıyorum. Caddebostan’da Restorante İl Padrino var. Orada deniz mahsulü spagetti yemelisiniz, inanılmaz güzel...

Özel mekanlarınız arasında neler yer alıyor?
Çengelköy’de Villa Bosphorus. Küçük bir koy var takalar bağlı hem biraz Ege’yi hissediyorsun hem İstanbul’dasın. Bir de Set Balık vardır. O da Kireçburnu’nda müthiş bir yer. Bostancı’da Çatana Balık’ta çok keyiflidir. Bizim çok değerli arkadaşlarımızın. Boğaz’daki bütün balıkçılar son derece kaliteli ama bunlar benim biraz daha salaşlığı da olan balıkçıyı da andıran yani hem “takanik” hem “titanik” mekanlarım…

Gelelim masmavi koylarımıza. Mavisini sevdiğiniz yerler neresi?
Bodrum’un koylarını ve Göcek’i severim, Çeşme’de çok ayrı. Bodrum’da Balıkçı Sayid’i çok severim. Farklı bir atmosferi var. Bir anda hep beraber şarkı söyleyebiliyoruz.

Son olarak iyi yüzer mi Kubat?
Severim yüzmeyi ama çivileme atlarım. Canım çok kıymetli benim balıklama atlamam. Geçenlerde kameraya çekmişler atlayışımı “Kubatlama” demişler bir de adına. Sekiz sene önce bir arkadaşımızla havuzdayız. Show yapalım mı dedik? Ne yapalım derken birden “Su balesi” koreografisi hazırladım. Dalıyoruz, sonra arada el çıkıyor bir daha dalıyoruz, sonra kafamızı çıkarıyoruz… Bir buçuk, iki dakikalık bir iş ve baya hazırlandık. Suyun içinde takla atıyoruz, kulaklık kullanmadık tabi! Kulaklarımdan iltihap kaptım. Hiç unutmam iki haftam tatilde ziyan oldu.

Vira Dergisi
 

RÖPORTAJ Haberleri

ESKO Marine Exposhipping’de Denizcilik Temasıyla Sanatı Buluşturdu