“Bir Türk dünya birincisi oldu, haberiniz var mı?”

FINA Dünya Masterlar Yüzme Şampiyonası’nda Dünya Şampiyonu olan Milli Yüzücü Ahmet Nakkaş’ın en büyük motivasyonu Türkiye’nin medeni yüzünü tüm dünyaya göstermek.

Vira Deniz Kültürü Dergisi

Ahmet Nakkaş doğuştan yüzücü. Babası, Türkiye yüzücülük tarihine ismini yazdırmış, 1950’li yıllarda pisinlerin dört ünlü sporcusundan milli yüzücü Nejat Nakkaş çünkü. Ahmet Bey, 36 yaşında ara verdiği profesyonel spor yaşantısına babasıyla daha çok vakit geçirmek ve birlikte yüzmek için tekrar dönüyor. Ama ne dönüş! 2014’te FINA Dünya Masterlar Yüzme Şampiyonası’nda Dünya Şampiyonluğu, Avrupa rekoru, 2015’te ve 2016’da altın ve gümüş madalyalar… Hedefte ise 2017’de Budapeşte’de düzenlenecek yeni bir dünya şampiyonası var!

“Su medeniyet demek, yüzme de bu medeniyeti temsil eden bir spor ve kesinlikle geliştirilmesi lazım,“ diyen Ahmet Nakkaş sadece yüzmüyor, sporun felsefesini de yapıyor. En büyük hedeflerinden biri yeni kurdukları Spor Gönüllüleri Derneği ile birlikte Türkiye’de eksik olan bir açığı kapatmak; sporun felsefesini oluşturmak ve yaygınlaştırmak.

En başından başlarsak yüzme nasıl hayatınıza girdi?

Babamdan kaynaklandı. Babam zaten yüzücüydü. Dünyaya gözümüzü kulüpte açtığımız için biz de yüzücü olduk. Doğuştan fanatik derler ya biz de doğuştan yüzücüydük. İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü bizim için çok kıymetli bir kulüptür. Gerçi şu anda yeri yurdu yok. Sadece ismiyle varlığını sürdürmeye çalışıyor ama “Yüzme İhtisas” babamların döneminden gelen ve bizim döneme kadar devam eden bir süreç içinde Türk spor hayatına ve gençliğine çok büyük katkılarda bulundu. Sağlam, kültürlü bir gençliğin yetiştirilmesinde etkin rol oynadı. Zaten tüm bu sebeplerle Dünya Amatör Kulüpleri Ödülü ile ödüllendirilmiştir. Öyle örnek bir kulüptür. Eğitim merkezi gibi bir yapısı vardı. Bizler, hepimiz orada yetiştik. Aileler çocuklarını yaz kış oraya gözü kapalı bırakır, işlerine giderlerdi. Akşam gelir alırlardı. O derece bir güven ortamı yaratılmıştı. Hepimiz o havayı yaşadık. Üstelik 80 öncesi tam bir anarşi dönemiydi. Bizi kurtaran yine kulüp oldu. Bu yüzden bu tür spor kulüplerinin birlik-beraberlik ve sağlam bir gençlik yetiştirilmesi açısından her zaman yaşatılması gerekir.

Aile futbolla ilgilenir, çocuk oraya yönelir. Türkiye’de sıklıkla yaşanan durum bu. Aileden yüzücü olma hali ise çok ender karşımıza çıkıyor. Üstelik yüzme sporu deniz kültürünü de beraberinde getiriyor ve çok zenginleştirici bir yanı var.

Su, medeniyet ve çağdaşlığın bir göstergesi aslında. Sahil kasabalarında, deniz şehirlerinde yaşayan toplumlarla, sahili olmayan yerlerde yaşayan toplumlar arasında büyük farklar var. Dolayısıyla su insanlara bir medeniyet getiriyor. Türkiye’nin üç tarafı sularla kaplı ama hala boğulma vakaları yaşıyoruz. Dolayısıyla bu medeniyeti özümüze geçirmemiz lazım. Çünkü insan yaratılış itibariyle su zerresinden yaratılmış. Dörtte üçü sudan oluşur insan vücudunun. Dünyanın dörtte üçü de sularla kaplı. İnsanlar bunu bir tesadüf gibi algılıyor. Ama değil. Bu, yaratılışımızın bir göstergesi. O yüzden insanın özüne sahip çıkması lazım.

Anadolu medeniyetlerini hepimiz biliyoruz, burada bir sihir var. Büyük bir cevher üzerinde yaşıyoruz. Bunların kıymetini bilmek ve topluma iyi yansıtmak lazım. İnanıyorum ki doğru hamleler yapabilirsek, spor olsun, insanlık olsun, birlik beraberlik noktasında olsun çok önemli şeyler başarabiliriz. Önemli olan uygulamaya ve hayata geçirebilme yeteneğine sahip olmak ve farkındalık. Yeter ki bu farkına varma hali bizi oyalayan günlük hadiselerin içinde yok olup gitmesin. Hep özümüzü arayış içinde olmamız lazım ki, hakikati görebilelim. O hakikat bizi doğruya götürecek çünkü.

Özetle suyun bize getirmiş olduğu medeniyete sahip çıkmamız gerekiyor. Ki böylece büyük Önderimiz Atatürk’ün dediği gibi özlenen ve beklediğimiz çağdaş ülkeler seviyesine gelebilelim. Çünkü değerlerimize sahip çıkmadığımız zaman özümüzden uzaklaşıyoruz. Ancak bizi bir arada tutacak ortak değerlere sahip çıkarsak özlediğimiz yapıya tekrar kavuşabiliriz. Zaten tarihsel gelişmelere bakarsanız bu ülkenin insanın aklının alamayacağı şekilde kurulmuş olduğunu görürsünüz.

Sahil kasabalarına, deniz şehirlerine gittiğinizde neler gözlemliyorsunuz? İnsanların yüzmeyle suyla ilişkisi nasıl?

Geçen hafta İnebolu’daydım. İlk defa Karadeniz’de denizde yüzme yarışı düzenlendi. Beni dört ay öncesinden davet ettiler. İnebolu’yu hiç görmemiştim. Spor bir vesile oldu. Çok güzel bir deniz şehri, muhteşem bir sahil şeridi var. Tabii bakımsız yanları da var. Ama yine de suyun bir sahil şehrine, toplumuna kazandırmış olduğu medeniyeti görebiliyor ve iç taraflardaki yerleşimlerle aradaki farklılığı algılayabiliyorsunuz. İnebolu, Atatürk zamanında, TBMM’nin meclis kararı ile şeref madalyasını verdiği ilk şehir. Bunu oraya gittiğimde öğrendim. Acı bir durum benim için. Çünkü Türkiye’nin kurtuluşunda çok önemli bir rol oynar İnebolu.

Aslında diyeceğim şu, Batı Karadeniz’in bir sahil şehrinde ilk defa bir yüzme yarışına gittik ve o yüzme yarışı için 300 kişi toplandı, herkes çok memnun oldu. Bu çok önemli bir faaliyetti. Sporun, toplumu bir araya getirme özelliğini orada bizzat yaşayarak gördük. Çünkü bir karşılık beklemeden yapılan, ortak bir sevgiyi paylaştığınız bir faaliyet. Zaten İnebolu Belediye Başkanı Engin Uzuner de tüm bu sebeplerle yarışmayı geleneksel hale dönüştürmek istediğini söyledi. Sözün özünde, su medeniyet, yüzme bu medeniyeti temsil eden bir spor ve kesinlikle geliştirilmesi lazım. Bilhassa sahil şehirlerinde geliştirilerek kitlelere yayılması lazım ki toplumsal anlamda daha sağlıklı olabilelim.

Çocukluğunuzda başladığınız yüzme sporunun hayatınıza ne gibi katkıları oldu? Profesyonel spor hayatınıza nasıl adım attınız?

Hem iş hayatım, hem de eğitim hayatımda yüzme sporunun olumlu katkıları oldu. ENKA’nın kurucularından Sadi Gülçelik, İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü’nde kaptanımızdı. O ve Yüzme İhtisas’ın Yönetim Kurulu Üyesi Şarık Tara Türkiye’deki müsabakalarımızda bize eşlik ederdi. Dolayısıyla kulüp son derece önemli kişiler tarafından kurulmuştu ve sağlam bir zeminde ilerliyordu. Ben “Yıldızlar”da yüzerken “Büyükler” kategorisindeki takıma seçildim ve puanlı yarışlara katılmaya başladım. Bir kesresinde Galatasaray ile çekişiyorduk. O esnada da 200 metre kelebek yarışı için bir yüzücü arıyorlardı. O yarış boş geçerse puan alamayacaktık. Sadi Gülçelik ağabeyimiz rica etti ve ”200 metre kelebekte birine ihtiyacımız var. Bunu da senden başka yapacak yok gibi” dedi. Ben o 200 metre kelebeği yüzdüm, iyi de yüzdüm. Beklenenden daha iyi bir puan aldık ve o yarışmalarda takım olarak şampiyon olduk. Daha sonra Sadi Gülçelik babama “Ahmet’in eğitim hayatına katkıda bulunmak istiyorum” demiş. Fakat ömrü vefa etmedi. Yine de bu benim için bir vasiyet oldu. Bu arada liseyi yüzme dereceleriyle bitirdiğim için Miami Üniversitesi’nden burs almıştım. Ancak kimse bizi teşvik edememişti, durumumuz da çok uygun değildi. O yüzden Amerika’ya gidemedim. Üniversiteyi Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okudum. Sonrasında da 1984’te Los Angeles Olimpiyatları’na gittim. İşte o zaman, o olimpiyatlarda Amerika’da sporun eğitim hayatı içinde ne kadar önemli bir yeri olduğunu gördüm. Hem sosyal, hem de kişisel gelişim yönünden spora çok değer veriliyordu.

Türkiye’ye döndükten sonra,  Şarık Tara’nın oğlu kulüpten arkadaşım Sinan Tara ENKA’nın başına yeni geçmişti, Sadi Bey’in vasiyeti yerine getirmemize vesile oldu. Yaklaşık bir yıllık bir bursla 1985’te hem lisan eğitimi, hem de yüzmeyi biraz daha geliştirmek için Amerika’ya gittim. Bu, eğitim hayatımda önemli bir rol oynadı. Sadi Ağabey’in vasiyeti yerine gelmiş oldu. Kısacası yüzmenin ve İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü’nün benim hayatımın gelişiminde son derece önemli katkıları var. Üstelik kulübün bana çevre açısından da çok önemli katkıları olmuş, hem iş hayatımı, hem sosyal hayatımı pozitif yönde etkilemiştir. Ben de insani vazife olarak tabii ki buradan edinmiş olduğum pozitif katkıları tekrar topluma kazandırmak için sivil toplum örgütlerinde rol almaya gayret ettim. Kulübe karşı olan sorumluluğumu yerine getirmek için yönetim kurulunda 92-98 yılları arasında üyelik ve genel kaptanlık yaptım. İş hayatı tarafında da bir 10 sene kadar Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği’nde çalıştım. Başkan yardımcılığı ve başkanlık görevlerini üstlendim. Toplumsal fayda yaratmak adına çok önemli projelerin içinde bulundum.

Bugün de yine bir sosyal sorumluluk projesi için çalışıyorsunuz değil mi?

Sporun hayatıma kattığı tüm pozitif kazanımlardan dolayı bunu biraz da görev addediyorum. Bu nedenle Spor Gönüllüleri Derneği’ni kurduk. Daha çok yeni. Yaklaşık 10 kişilik gönüllü bir ekiple dört yıl önce İlk başta bir düşünce kuruluşu olarak faaliyete geçtik. İşin içinde akademisyen hocalarımız, spor yazarlarımız da var. Derneğin amacı; öncelikle  Türkiye’de spor felsefesini oturtmak. Türkiye’de bu felsefe eksik çünkü. İnsanlara sorsanız sporu çok seviyorlar ama uygulamada spor yapmıyorlar. Gelişmiş ülkelere bakıyorsunuz, çok büyük bir sağlık giderleri var. Bu giderler hükümetlerin bütçelerinden korkunç bir pay alıyor ve bütçelerini sarsıyor. Dolayısıyla gelişmiş ülkeler sağlıklı bir toplum olmak adına spora çok daha fazla önem veriyor ve yatırım yapıyor. Çünkü sporun kitlelere yaygınlaştığı noktada sağlık giderlerinin düşmeye başladığını gördüler. Spor, sağlıklı bir toplum olma yolunda oldukça önemli. Ama bunu kitle sporları haline getirmek lazım. Sporu mümkün olduğunca yaygınlaştırmak, bunun için de spor bilincini oluşturmak lazım. Sporla eğitim mutlaka bir arada olmalı.  Türkiye’de lisanslı sporcu sayısı nüfusa oranla yüzde 1’lerde dahi değil. Kuzey Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 40’lara yakın.

Dernek olarak neler yaptınız şimdiye kadar?

Fikirlerimizi ve tavsiyelerimizi Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ile paylaştık. Ayrıca spor politikalarını oluşturmaları için siyasi partilerle görüştük.  Öyle bir noktaya geldik ki, yurt dışı davetleri nedeniyle bunun bir düşünce kuruluşu olmanın ötesine geçip kurumsal bir yapı olunması zorunluluğu ortaya çıktı. Bu nedenle de dernek olduk.  Tam 22 tane kurucu üyemiz var. Temel çıkış noktamız Türkiye’nin hem toplumsal, ekonomik, hem de bölgesel farklılıklarını ortadan kaldırmak için sporu önemli bir araç haline getirmek.

Yüzme sporu ömür boyu yapılabilir mi? Sizin hayatınızdaki seyri nasıl oldu?

Yüzme, sağlıklı bir insanın ömür boyu yapabileceği bir spor dalı. Benim aktif yüzme hayatım 30’lu yaşlara kadar devam etti. Sonra da 7-8 sene su topu oynadım. Tam 36 yaşına kadar aktif bir spor hayatım oldu. Odan sonra da yoğun bir iş hayatım. Bu nedenle yaklaşık 10 yıl kadar spordan uzak kaldım. Fakat bu 10 yıllık aradan sonra, bir zaman boşluğu doğdu, hem toplumsal fayda adına dernek faaliyeti oluşturmak istedik, hem de babamla biraz daha vakit geçirmek adına “masterlar”da yüzmeye tekrar başladım. Birlikte Türkiye’de yapılan yarışmalara katıldık. Yarışmalarda baktım ki derecelerim uluslararası seviyelerde bir şeyler yapacak noktada, daha ciddi ve programlı çalışmaya başladık. Haftada 4-5 gün çalışıyor ve üç kilometreye kadar yüzüyor, bir taraftan da kara çalışması yapıyordum. Bu noktada disiplin çok önemliydi. Bu disiplini edinince de Montreal Dünya Şampiyonasına gittik. Orada beklemediğimiz kadar iyi bir netice aldık. İlk üçte yer almayı hedeflemiştik. Ama iki tane birincilik, bir tane de ikincilikle döndük. Bu tabii büyük sürpriz oldu. İlk defa uluslararası nitelikte “masterlar”da dünya şampiyonasına katılmıştım. İyi ki de katılmışız. Hakikaten çok güzel bir ortamdı. Belli bir kültür ve eğitim seviyesine gelmiş insanlardan oluşan bir topluluktu. Daha çok gelişmiş ülkelerden geliyorlardı. Bizim gibi gelişmekte olan ülke sayısı çok azdı ama 7 bine yakın bir katılım vardı. Öyle bir yapı içinde, sizin Türkiye’den gelip herkesin önüne geçmeniz çok büyük bir dikkat çekiyor ve aslında bu tip büyük organizasyonlarda bir başarı elde edildiği zaman öne çıkan Türkiye oluyor. İnsanlar gelip sizden Türkiye hakkında bilgiler istiyor. Türkiye’yi sorgulamaya başlıyorlar, öğrenmeye çalışıyorlar. Zaten işin bu yönü bana daha büyük bir haz veriyor. Benim kişisel başarım çok önemli değil. Ama orada ülkem adına yaptığım etki çok önemli. Türkiye’nin medeni yüzünü en iyi şekilde temsil edip de o dikkati çekip o tanıtımı yapabiliyorsanız, Uluslararası Yüzme Federasyonu ve Avrupa Yüzme Federasyonu listelerinde Türkiye olarak yer alabiliyorsanız bu son derece pozitif bir katkı, Türkiye’nin bilinirliği ve başarısı açısından.

Bu sene de Londra’da Avrupa Şampiyonası vardı. Oradaki katılım sayısı da 15 binin üzerindeydi. Bu genel olimpiyatlardaki katılımın üzerinde bir sayıydı. Organizasyon bile çok zorlandı. Orada da bir birincilik, bir ikincilik, bir üçüncülük kazandım. Yine Montreal’deki etkiyi yarattık. İnsanlar aralarında “Bir Türk birinci oldu. Haberin var mı?” diye konuşuyorlardı. Hepsinin arasından bir Türk çıktığı zaman bu sorgulanır hale geliyor. O açıdan böyle organizasyonlarda yer almak çok önemli.

Türkiye atletizmde de dereceler alıyor. Ama sporcular Afrika’da yetişmiş sporcular. Siz ise burada yetiştiniz. Bu çok önemli bir fark.

Gerçek başarı da burada. Öteki geçici bir başarıdır ve kişisel olarak Türkiye’nin sporuna bir katkısı olacağına inanmıyorum. Bunun, Türkiye’nin spordaki başarısını ortaya koymadığını herkes biliyor. Ayrıca alt yapının gelişiminde bir değişiklik yaratacağını da sanmıyorum.  Aslında olumsuz katkıları var, olumlu katkılarından çok. Çünkü alttan yetişen insanların da önünü kapamış oluyorsunuz, ki bence doğru bir politika değil. O açıdan alt yapının gelişimine katkı sağlayabilecek bir takım formüller oluşturmak lazım. Bu da orta ve uzun vadede hazırlayacağınız politikalarla doğru orantılı olarak gelişecektir.

Bundan sonra nerede yarışacaksınız?

2017’de Budapeşte’de bir dünya şampiyonası var. Onu hedefledik. Bu sene 50-54 yaşta yarışmıştım. Seneye bir üst yaş kategorisine geçeceğim  ve  55 yaşta yarışacağım. Güzel bir örnek olabiliyorsak ne mutlu bize.  Önemli olan fayda yaratmak. Tüm çabam bir karıncanın ormandaki yangını söndürme arzusu.

ViraHaber.com

RÖPORTAJ Haberleri

ESKO Marine Exposhipping’de Denizcilik Temasıyla Sanatı Buluşturdu